• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Kİmseye SÖyleme“ne Le Dis A Personne ”

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts

  • Kİmseye SÖyleme“ne Le Dis A Personne ”

    FRANSIZ OSCAR’I CESAR ÖDÜLLERİ’NDE
    EN İYİ YÖNETMEN VE EN İYİ ERKEK OYUNCU DAHİL 4 ÖDÜL

    Bir GUILLAUME CANET filmi


    HARLAN COBEN’in çok satan aynı isimli romanından uyarlanmıştır.



    KİMSEYE SÖYLEME
    “NE LE DIS A PERSONNE ” - “TELL NO ONE”

    6 NİSAN 2007’DE SİNEMALARDA...

    Oyuncular: FRAÇOIS CLUZET, MARIE –JOSEE CROZE, KRISTEN –SCOTT THOMAS, FRANÇOIS BERLEAND, NATHALIE BAYE, JEAN ROCHEFORT, MARINA HANDS, GILLES LELOCHE, FLORENCE THOMASSIN Yapımcı: ALAIN ATTAL Senaryo: GUILLAUME CANET, PHILIPPE LEFEBVRE (HARLAN COBEN’in çok satan aynı adlı romanından) Görüntü Yönetmeni: CHRISTOPHE OFFENSTEIN, Prodüksiyon Tasarımı: PHILIPPE CHIFFRE Kostüm Tasarımı: CARINE SARFATI, Özgün Müzik: MATHIEU CHEDID Tür: GERİLİM – DRAM Yönetmen: GUILLAUME CANET
    www.chantierfilms.com - http://fr.movies.yahoo.com/neledisapersonne.html


    KİMSEYE SÖYLEME


    SİNOPSİS

    Alex çocukluk aşkı eşinin sekiz yıl önce vahşice öldürülmesinden sonra bir türlü kendisini toparlayamaz. Katil işlemiş olduğu bütün cinayetleri itiraf etmesine rağmen Margot’yu öldürdüğünü hep inkar etmiştir. Margot’nun cesedi üzerinde yapılan bütün araştırmalar ise katilin aynı kişi olduğunu göstermektedir.

    Yıllar sonra Margot’nun cesedinin bulunduğu yerin yakınında aynı şekilde öldürülmüş iki cesedin daha bulunması soruşturmayı tekrar başlatacaktır.

    Bu arada Alex kimden geldiği belli olmayan bir e-mail alır. Maildeki linke tıklayınca karısının kalabalık çekilmiş bir videosunu görür. Üstelik görüntü Margot’nun sekiz yıl önceki değil şimdiki halidir. Esrarengiz e-mailler ve tekrar açılan soruşturma ile nefes kesen bir kovalamaca başlayacaktır.
    Margot hayatta mı? Eğer hayattaysa niçin “kimseye söyleme” demişti?

    Filmin yönetmeni ve senaristi GUILLAUME CANET

    Guillaume Canet ilk filmi “My Idol”un başarısının ardından bir roman uyarlamasını ekranlara taşıyor. Yönetmenin bu defa tercihi, Harlan Coben’in, dünya çapında 27 ayrı dile tercüme edilen ve 6 milyondan fazla satış rakamına ulaşan “Kimseye Söyleme” (Tell No One) adlı çok satan kitabı oldu. Canet bu filmin senaryosunu da, “My Idol”daki yazım ortağı Philippe Lefebvre ile birlikte yazdı.

    Guillaume Canet ile Film Hakkında

    Bu sizin ikinci filminiz ve ilk kitap uyarlamanız… Neden özellikle bu roman?
    Açıkçası kitap karakterlerin ve fikirlerin bende yeteri kadar heyecan ve tutku uyandırdığını söyleyemem. Film yaparken herhangi bir kitabı baz almak yerine kendimi, yazım, hazırlık, çekim gibi yoğun ve ürkütücü süreçlere adamayı severim. Sözünü ettiğim bu süreçler, bir yönetmenin hayatında nerden baksanız en az iki yıllık süreyi alır.
    Yeni filmim için kafamda bir fikir oluşturmaya çalışırken “Kimseye Söyleme”ye (Tell No One) rastladım. Okuyunca hayatımda ilk kez bir kitap öyküsüne yatırım yapabileceğimi hissettim. Çok sayıda güçlü karakter içeriyordu ki, böyle olması benim için daha da iyiydi. Çünkü bende çok zayıf bir yön vardır. Ne zaman beğendiğim bir erkek veya kadın oyuncuyla tanışsam onlarla çalışmak isterim. Bu kitapta bol keseden rol dağıtabileceğim çok fazla ilginç karakter vardı.
    Ayrıca kitapta gerilim, aşk öyküsü, heyecan gibi farklı tarzların kesişmesini de çok sevdim. Kitabı okuduktan sonra bazı karakterler üzerinde bir takım ufak tefek değişiklikler yapmak, onlara uzun zamandır arzu ettiğim ayırt edici özellikler yüklemek istedim. Örneğin Berléand’ın canlandırdığı karakterdeki sinirsel tikler bu yaklaşım sonucunda ortaya çıktı.
    Doğrusunu söylemek gerekirse, kendi yazmadığım bir şeyi ilk okuduğumda kendimi yönetmen olarak göremem. Bu kitabı okurken filmi kendi akıl gözümde şekillendirmeyi başarabildim. Filmi çekerken ne yapmam gerektiğini tam olarak biliyordum. Senaryoyu yazdıktan sonra çekime hazırlandığımız günlerde de kitabı ilk okuduğum zamanki duygularımı yitirmemeye özen gösterdim.
    Senaryoyu yazarken, roman uyarlaması olmasından dolayı veya kitabın yazarından kaynaklanan herhangi bir kısıtlama oldu mu?
    Olabilecek her türlü kısıtlamayı en baştan kabul etmedim. Daha ilk günlerde Harlan Coben ile konuşarak kitabından nasıl bir uyarlama yapmak istediğimi kendisine anlattım. Sanıyorum böyle yapmakla onun kalbini en baştan kazandım. Çok fazla değişiklik yaptıkları için ABD’deki uyarlamadan mutlu değildi. Örneğin kitaptaki öykünün sonunu değiştirdim ama ortaya çıkan sonucu o da sevdi. Çok etkilendiğini, yaptığımız her değişikliğin kitapta olmayan bazı şeylerin eklenmesi şeklinde olduğunu söyledi. Harlan’ın hoşlanacağı bir film yapmak benim için çok önemliydi. Yazım ortağım Philippe Lefebvre ile yaptığımız çalışmada karakterler ve olay akışı açısından en inandırıcı olanlarını seçmeye çalıştık.
    Karşıma çıkan tek engel ise öykünün kendisinden kaynaklandı. Kitabı okurken kolayca çözümlenebilecek ama film diline uygun düşmeyen bazı konuşmalar vardı. Örneğin karakterlerin söze “Duydum ki…” veya “Haber aldığıma göre…” şeklinde başlaması gibi… Filmde bunu yapmak imkansız. Her sözün yere sağlam basması gerekir ki, bu da öykü akışının belirli yerlerinde değişiklik gerektirir.
    Bunların dışında kendime tam bir özgürlük verdim. Örneğin kadın işkenceci Zach karakterinin ilk sahneye çıkışı gibi birçok şeyi değiştirdim. Kitaptaki işkenceci karakter Asyalı bir erkekti, biz filmde onu kadın işkenceci haline getirdik. Bu tip rollerde erkekleri çok fazla gördüğümüzü düşünüyorum. O rolde bir kadının olması şaşırtıcı olacaktı. Başka bir kadına işkence yapanın yine bir kadın olmasının daha etkileyici olacağını düşündüm.

    Bu film tarzının kodlamalarını da tersine çevirdiğiniz izlenimi edindim. Gerilim öyküsünün içerisine bir aşk öyküsü oturtmak yerine burada aşk öyküsünün öncelik aldığı görülüyor...
    Bu en başından beri benim için çok önemliydi. Yapımcım Alain Attal’a söylediğim de buydu. Bu filmin bana cazip gelen yanı her şeyden önce bir aşk öyküsü olmasıydı. Bu yaklaşımın sonucu olarak gerilim filmi gibi çekmeyi amaçlamadım. Olayların yaz mevsiminde geçmesini, ortalığın günlük güneşlik, ışıkların çok güzel olmasını istedim. Diğer gerilim filmleri gibi sürekli yağmur yağan bir ortamda gergin müzikler, hain ruhlu karakterler olsun istemedim.
    Baş karakter Alex’in içinde bulunduğu durum ile çevresindeki ortam arasında gerçek bir zıtlık olmasını hedefledim. Kaldırım kahvelerinde gülüp eğlenen insanlarla tam bir tezat oluşturmalıydı. Yaz ayları ve insanlar tatilde keyfine bakıyor. Çevresindeki dünyanın Alex’in duygu ve düşünceleriyle tam tezat olmasını daha ilginç buldum.

    Müzikten konuşacak olursak, bu filmin romantik müzikal altyapısı olması gerekirdi ama Matthieu Chedid’in oldukça gergin gitar çalışıyla da zıtlık oluşturdunuz sanırım..
    Filmin müziğinin tek bir günde hazırlandığını önemle belirtmeliyim. Matthieu Chedid ile verdiğimiz karar buydu. Onu aradığımda sade müzikler istediğimi biliyordum. Senaryoyu yazarken aklımın bir köşesinde bazı şarkılar vardı ama filmin özgün müziği anlamında nasıl bir şey istediğimi fark etmem oldukça uzun sürdü. Sonuçta tarif edilmiş seslerle tek bir elektrikli gitar istediğimi fark ettim.
    Matthieu’nun ilk tepkisi, bu film için yeterli zamanının olmadığı şeklindeydi. Uzun bir kayıt seansı planlıyordu. Ancak fikrimi açıklayarak onu ikna etmeyi başardım. Aklımda, “Paris, Texas” adlı filmde Ry Cooder’ın yaptığı tarzda bir kayıt vardı. Filmi seyrederek canlı çalmasını, tamamen doğaçlama yapmasını istiyordum. Bir stüdyoda filmi seyrettirdim. Oturup sürekli çaldı.
    Filmde dinleyeceğiniz müzik tek bir defada bir günlük çalışmayla kaydedildi. Bu da Matthieu’nun zeka ve becerisini gösteriyordu. Bence asıl büyüleyici yanı, müziğin filmde ayrılmaz bir parça olmasıydı. Farkında bile olmazsınız ama müzik bir filmde en hayati unsurdur. İzleyicinin en katıksız duygularını harekete geçirir. Bu filmde yaptığım çalışma, hayatımın en sanatsal çalışmalarından birisiydi.

    François Cluzet’yi de içgüdülerinizle mi seçtiniz?
    Evet, uzun yıllardan beri onun hayranıyım. Tıpkı François Berléand gibi onun da filmlerde yeteri kadar rol alamadığını düşünüyorum. François Cluzet kamera karşısında rol yapmaz, bizzat yaşayarak oynar. Bu film François Cluzet için yapıldı diyebilirim. Filmi şimdi izleyince o rolde başka birisinin oynayabileceğini hayal bile edemiyorum. Filme yüklediği enerjiye, sınırsız sabrına, cana yakınlığına ve her an her yerde hazır bulunmasına şükran borçluyum.
    Film setindeki herkes kürklü ceketlerine sıkı sıkıya sarınmışken o kendisini sabahın 5’inde çırılçıplak göle atmaktan çekinmedi. 10 gün boyunca sürekli koşturdu, asla şikayet etmedi. Ayrıca son derece etkileyici ve anlamlı bakışları vardır. Margot’yu yıllar sonra internette gördüğünde kamera François’in üzerinde odaklanır. Hiç kımıldamaz ama gözleri, şaşırma, kuşku, endişe, korku gibi çok çeşitli duygular silsilesini aynı anda yansıtır. Bence bu çok önemliydi.
    François önerilere her zaman açık oldu ve bana sonuna kadar güvendi. İtiraf etmeliyim ki, bu filmdeki en iyi aktör o. Tüm aktörler bana elinden gelenin en iyisini verdi ama en iyisinin o olduğunu kabul etmeliyim. Yönetmenliğin en hoşuma giden yönlerinden birisi de aktörleri yönetmektir.

    Oyuncu kadrosu iyi olunca, kurgu süreci de zor tercihleri beraberinde getirmiş olmalı…
    Olağanüstü zor oldu. Zaten kurgunun bu kadar uzun sürmesinin sebebi de bu. Kurgu editörümüz Hervé de Luze ile birlikte filmi kesip biçmekte ve ritmini bulmakta epeyce zorlandık. En zor şeylerden birisi de, kitabı bu kadar iyi olmasına yol açan her şeyi bir arada bağlayabilmekti. Eğer çok fazla şeyi ayıklayıp atarsanız kurgu işlemi bir ayıklama sürecine dönüşür ve ortaya çıkan sonuç da duygusuz ve anlaşılmaz bir şey olur. Filmi birçok defa üst üste seyrettikten sonra sadeleştirme eğilimine kapılırsınız. Ancak ilk defa izlediğinizde hissettiğiniz duyguları unutmamanız gerekir.
    Öte yandan bir filmi tekrar tekrar seyretmenin avantajı, beğendiğiniz aktörlerin yer aldığı sahneleri gözünüzü kırpmadan kesip atabilmenizdir. En beğendiğiniz sahneleri bile kesip atarsınız, çünkü geride daha çok sahne vardır. Böyle yaparak geriye en iyi sahneleri bırakırsınız.
    Bir akşam Matthieu Chedid ile konuşurken, Beatles şarkılarının bu kadar kısa ve bu kadar iyi olmasının sebebini söyledi; “Sıkıştırılmış şarkılar oldukları için bu kadar iyi şarkılar” dedi. Tüm fazlalıklar atıldıktan sonra geriye en iyi bölümler kalır. Çalışırken sürekli müzik dinlerim. Bu benim için çok önemli. Geçen gün kurgu odasında filmin dörtte birini çıkarıp attım. Matthieu’nun ne demek istediğini o gün daha iyi anladım. Ancak gerçekten çok zor bir süreçti ve gerekli tercihlerde Hervé’nin büyük yardımını gördüm. Film için gerekli olan ritmi o buldu.

    Filmin açılış sahnesindeki samimiyet duygusunu yaratmayı nasıl başardınız?
    Aslında senaryo halinde kağıda dökülmeyen tek sahne oydu. Philippe Lefebvre ile o sahne üzerinde çalışmaya başladığımızda bir türlü tatmin olamamıştım. Ne yapsam hoşuma gitmiyordu. Bu yüzden aktörleri karşıma alıp senaryodaki ilk sahneye fazla özen göstermemelerini, senaryoda yazıldığı şekliyle çekmeyeceğimizi anlattım.
    Çekimin yapıldığı gece hepimiz içkiliydik. Doğaçlama yapmalarını söyledim. Hep beraber çalıştığımız ilk sahneydi ve ilk haftada çektik. Bir karakterle başa çıkmak için doğaçlama yapmaktan daha iyi bir seçenek olmadığını düşünüyordum. Masaya bir omuz kamerası getirdim ve kendi aralarında konuşmalarını istedim. İstedikleri her şeyi söylemekte özgür bıraktım.
    Claude Sautet’nin filmlerinde olduğu gibi sohbetin canlı olmasını ve birbirlerinin sözünü keserek konuşmalarını istiyordum. Sahneyi olabildiğince inandırıcı yapmanın yolu buydu. Başlangıçta paniklediler ama kısa zamanda olayın keyfini çıkartmaya başladılar. Özellikle Kristin Scott-Thomas’ı ot sararken görmek unutulmaz bir olaydı!

    Film setinde oyuncularınıza karşı hayli “korumacı” davranıyorsunuz…
    Filmim için bu kadar çok enerji harcamaları karşısında hepsine şükran borçluyum. Bu yüzden de elimden geldiğince tüm ihtiyaçlarını karşılama konusunda duyarlıyım. Aktörlerin nasıl çalıştığını bilen bir yönetmenim. İstediklerimi vermelerini arzu ediyorsam onları kendi düşünce biçimime doğru çekmek zorunda olduğumun bilincindeyim. Her karakter için çok net bir vizyonum vardı. Bu sebeple oyunucular konusunda bu kadar hassas ve seçici davranabildim.
    Örneğin François Berléand’ın daha önce “My Idol”de yaptığının tam tersini yapmasını istedim. O filmde hiç durmadan konuşan bir karakterdi. Bu defa yavaş yavaş konuşmasını, sakin şekilde kendini ifade etmesini, biraz takıntılı bir karakter yapısı sergilemesini söyledim. Aklımda böyle bir karakter vardı. Sonuçta ben de takıntılı ve inatçı bir kişilik yapısına sahip olduğum için aynı sahneyi tekrar tekrar çekmek zorunda kalsam bile istediğimi alana kadar asla vazgeçmem.

    - Filmin çerçeveleme düzenine ve kamera çalışmasına bakınca her çekim üzerinde çok uzun süre düşündüğünüz ortaya çıkıyor…
    Senaryoda bir sahneyi yazarken o anda gözümde canlandırırım. Nasıl çekmem gerektiğini en küçük detayına kadar tam olarak bilirim. Dahası, bu defa kamerayı da kullanma fırsatı buldum. “My Idol”de aynı zamanda oyuncu da olduğum için bunu yapamamıştım. İki kamerayla birden çalışma fırsatı bulabildiğimiz için çok şanslıydık. Kendimi ifade etme konusunda büyük özgürlük sağlayan portatif kamerayla çalıştım. İstediğiniz yere gitme özgürlüğünü kazanınca oyuncularla ilişkilerinizin de daha akıcı hale gelmesini sağlarsınız. Aktörlerle kamera arasında bir bariyer kalmamalı ve bu filmin de en önemli kaynağı karakterler olduğu için bu çok önemliydi.
    Sadece tek sahneyi önceden çizim yaparak ve planlayarak çektik. O da Alex’in Paris’te Périphérique adıyla bilinen tramvay yolunda koştuğu sahneydi. Sekiz kamerayla çalıştık. Hiç kimse yaralanmadığı ve istediğimizi tam olarak aldığımız için inanılmaz şanslıydık.
    Filmin geri kalan sahnelerini büyük bir dikkatle küçük sahnelere ayırarak çektik. Sabahları sete geldiğimde o günle ilgili çekimleri ilgili departmanın başkanının eline teslim ediyordum. Çekimlerin yoğun olmasının onları her zaman mutlu etmediğinin farkındaydım. Özellikle de, iki gün içinde 54 çekimin peşpeşe sıralanması onları hiç memnun etmiyordu. Çünkü bu, televizyon filminden çok daha hızlı çekim anlamına geliyordu. Gün boyu aralıksız çalışıyorduk ama çok istekli, motivasyonlu, tutkulu ve kendine güvenli bir ekibim olduğu için çok şanslıydım.
    Görüntü yönetmenim Christophe Offenstein benim için kardeş gibidir. İlk kısa filmimden beri sürekli beraber çalıştığımız için birbirimize çok yakınız. Aynı stili seviyoruz; bu da çerçeveleme konusunda yardımcı olur. Çekimler sırasında ikimizde de kamera vardı. Aynı vücudun iki kolu gibi organik bir bağ oluşturmayı başardık. Bu özellikle Alex’in evinin aranması gibi sahnelerde çok işe yaradı. Herhangi bir prova yapmadan çektik. Aktörler üzerinde odaklanıp devam etmemiz yeterli oldu. Böylece istediğimiz düzensizlik duygusuna ulaştık.

    Paris’in kartpostal versiyonu yerine kentin gerçek görüntülerini izliyoruz. Sizin için mekan tarama aşaması önemli bir aşama mıydı?
    Evet. Anlatılan konuya göre her mekanı yapım tasarımcımız Philippe Chiffre ile birlikte seçtim. Daha iyi öykü anlatmak için gereken mekanları bulmak o kadar da zor ve masraflı bir iş değildir. Mekanlar benim için çok önemli. Örneğin Monceau Parkı’nda çekim yapmak bilinçli bir tercihti. Parkın kapıları ile merkezi arasındaki görüş mesafesi ve çocuklarının oynamasını seyreden ailelerle dolu olması tercih nedeniydi. Ayrıca karavanımızı dışarıda bıraktığımız için park içindeki yol tasarımları da çekimlerimizi kolaylaştırdı.
    Ayrıca Paris’in farklı yönlerini göstermek hoşuma gitti. Kentsel yerleşim projeleri, bitpazarları, tramvay yolu, Alex’in yaşadığı çevre, sonra avukatın ofisinin bulunduğu gösterişli Montaigne Caddesi ve tabii ki Monceau Parkı… Alex’in oralara ait olmadığını hissediyorsunuz. Bruno’nun jogging pantolonunu giydiğinde bu lüks çevrelerde yabancı olduğu hemen belli oluyor. Ayrıca senaryoya yazdığınız vizyonun hayata geçirilebilmesi için mekan bulmaya çalışmak başlı başına bir heyecandı.
    BİLGİLİ OLAN GÜÇLÜDÜR!...
  • #2

    OYUNCU KADROSU

    FRANÇOIS CLUZET– ALEXANDRE BECK
    François Cluzet bugüne kadarki kariyerinde Alain Françon, Jean-Michel Ribes, Claude Chabrol, Bertrand Tavernier, Bertrand Blier ve Claire Denis gibi önemli yönetmenlerle çalıştı. Sanat evlerine yönelik filmlerde oynadığı ölçüde genel gösterime giren yapımlarda da kamera karşısına geçti. Jean Becker’in yönettiği “L’été meurtrier”, Claude Zidi imzalı “Association de malfaiteurs” ve Pierre Jolivet yönetiminde oynadığı “Force Majeure”, ilk büyük başarıları arasında yer alır. KİMSEYE SÖYLEME’de üstlendiği Alex karakterine deneyim zenginliğini getirdi.
    Yönetmenin François Cluzet ile ilgili düşüncesi;
    “François denince aklıma gelen birçok film var. Bunlardan birisi Chabrol’un yönettiği ‘L’Enfer’dir. Ayrıca büyüleyici bir performans sergilediği “Force Majeure”ü sayabilirim. Onun oyun gücünden her zaman etkilendim ve seyre değer buldum. İzleyicinin onunla kolayca bağlantı kurabilmesi de çok önemliydi. François birçok duyguyu tek bir bakışla yansıtabilen hassas bir insan. En sevdiğim yönlerinden birisi de duygularına ket vurarak saklama tarzı oldu. Bu filmde onu sahiplendim, çünkü adeta körleşmişçesine inanmamı sağladı. Ekipten gelen önerileri dinlemeye her zaman hazırdı.”
    François Cluzet ile,
    - Çekimler üzerine:
    Kusurları olan karakterleri oynamayı severim. Bu özellikleri onları daha insani kılar. Bu yüzden onlara daha fazla ekran zamanı verildiğinde seviniyorum. Bu, o karakteri gerçek anlamda inşa edebileceğiniz anlamına gelir. Filmde olduğu gibi kahramanımız sevgisiz kalmış bir doktor olsa bile daima karakterin her boyutunu kavramaya çalışırım. Hatta en karanlık karakterlerde dahi bunu mutlaka yaparım. O karakteri canlandırmak için gerekli enerji, heyecan ve duyguları vermeye çabalarım. Zaten izleyici bu enerjinin nereden geldiğini görecektir. Sonuçta hiçbir insan tamamen tek boyutlu değildir. Bu yüzden portresinin tüm yönleriyle çizilmesi gerekir.
    Ayrıca başarıya odaklanmış genç bir yönetmenle çalışma fikrini de çok sevdim. Çekimlerin 15 hafta olarak planlanmış olması bile yönetmenin vizyonunun ne kadar önemli olduğunun göstergesiydi. Guillaume’in kolay tatmin olmayan, ne istediğini çok iyi bilen bir yönetmen olduğunu gördüm. Uzun süre çalışacağımızı ve geniş kapsamlı bir materyal elde edeceğimizi biliyordum. Guillaume kurgu sırasında ihtiyaç duyacağı malzemeyi elde etmek istediği için gerçekten çok fazla çekim yaptık.

    - Guillaume Canet Hakkında:
    Yönetmenin çok katmanlı bir film yapma hayalini fark etmem uzun sürmedi. Kendi vizyonunu da yansıtacak eğlendirici bir gerilim filmi yapmak istiyordu. Guillaume’un bugüne kadar genellikle aktörlük yönünü gördük, ancak çok az insan onu harekete geçiren güdüleri biliyordu. O harika bir yönetmen. Her şeyden önce aktörlerin önüne büyük hedefler koyar. Çünkü son derece geniş bir vizyona sahip. Her şeyi diğer yönetmenlerin göremeyeceği bir çerçeve içine koyar. Aynı zamanda mükemmeliyetçi biri. Sete ilk gelen ve son çıkan her zaman o olur. Çekimler sırasında verebileceği her şeyi verir. Sette büyük liderlik örneği gösterir. Ekibinden en iyiyi nasıl alacağını bildiği gibi onlara güven verir. Sadece almakla yetinmeyip vermesini de bilmek, bir yönetmen için en önemli özelliktir.

    - Bir Aşk Öyküsü:
    Guillaume’un bu öyküyü seçme sebeplerinden birisi, bence sadece uyuşturucu, para ve iktidar gibi kavramlar üzerine bir gerilim öyküsü olmayıp, izleyiciyi kahramanının gizli bahçesine götüren bir aşk öyküsü olması. Bu rol için beni seçmesinin nedeni, ele alınan konu hakkında diğer aktörlerden daha hassas olacağımı düşünmesi olduğunu sanıyorum. Böyle düşünmekte haklıydı. Sevmek ve sevilmek üzerine aşk öyküleri anlatan filmlerde oynamayı severim.
    Ve bu konuda yalnız değilim. Sonuçta dünyadaki her şey sevgi üzerinde döner. Alex’in karısıyla yeniden birleşmesi ihtimaliyle aksiyon ile duygular arasında gidip gelen bu filmin setinde Guillaume sadece en iyi yönetmenlerin yapabileceği bir şeyi yaptı ve filmin ana dinamiklerini yakalamayı başardı. Sözünü ettiğim o dinamik, aktörlerden başkası değildir. Guillaume bu filmin kadrosunu kurarken en duygusal aktörleri seçti. Beni yönetirken filmle ilgili her şeyde dersine iyi çalıştığı halde filmin nereye gideceğini çok iyi bildiği açıkça ortadaydı. Kendisini soyutlamasını bildiği için bu film, kafasının içindekileri kağıt üzerine döktüğü bir film olmaktan çıkıp hepimizin filmi oldu.

    - Karakter üzerine:
    Bu karakterin bana en cazip gelen yanı, kaybettiği karısına duyduğu sevgisinin tamamen sıra dışı olması. Aşkın gücünü ölçmek elbette imkansız ama çoğu insanın sevme gücünün 100 kilobar olduğunu; birisine gerçekten aşık olunca 260 kilobara çıktığını varsayacak olursak, bu adamın aşkı 1000 kilobardır. Kaybettiği kadın olmadan yaşayamayacak halde çünkü bu ilişki onun için herhangi bir ilişki olmaktan çok ötede. Her şeyini karısının çevresinde inşa ettiği için eşi tüm hayatını kaplamıştır. Onu kaybettiğinde kendisinden bir parça kaybetmiş gibi olur ve her an çökmenin eşiğine gelir. Kaybettiği karısı Margot’ya duyduğu derin sevgi nedeniyle onun hala yaşadığına inanan tek kişi olduğunu görmek çok güzeldi. Margot’ya hala öylesine aşıktır ki, onun yaşıması olasılığının peşine takılmaktan çekinmez. İncinse bile yüreğini yeniden açabilir.

    - Hazırlık aşaması:
    Senaryoyu iki kez okudum. Daha sonra Guillaume ile konuşarak ona birtakım sorular yönelttim. Örneğin hepimiz sürekli bir duygu yükü altındaydık. Portresini çizdiğim karakterde onun kişilik yapısını belirleyen bir kendini sınırlama, kendine dizginleme özelliği vardı. Duygularını göstermez ve başkalarına duygularından bahsetmekte zorlanan bir karakter olduğu için onu her zaman ağlar şekilde görmek yanlış olacaktı. Bu konuda Guillaume ile ikimiz de aynı düşünüyorduk. Guillaume çok açık bir insan. Karşısındakini dinlemesini ve kendi sözünü dinletmesini bilen biri.

    - Metodlar:
    Senaryo üzerinde üç gün boyunca konuştuktan sonra tam bir ay süreyle deyim yerindeyse Alex’i kendi içimde fokurdamaya bıraktım. Beynimin içindeki her kıvrımda filmin çekimini yapmaya başladım. Daima bu şekilde çalışırım. Tiyatro geçmişimden gelen bir tür mantık bu… Karakterin kişisel gelişiminin farkında olmalıyım ki, her sahne için en doğru notaları tutturabileyim. Filmin çekimlerini kronolojik sıraya göre yapmadığımız halde Alex’in her sahnede hangi konumda olduğunu bilmem gerekiyordu.
    Birkaç gün sonra Guillaume’a şöyle dedim: “Bu filmi nasıl yöneteceğini, teknik ekiplerin nasıl çalışacağını, genel atmosferin nasıl olacağını hissedebiliyorum. Bu endüstride bugüne kadar yaşadığım en iyi deneyim beni bekliyor. Kendi sınırlarımı aşmak istiyorum. Portresini çizeceğim bu karakterin durup da kendisini takdir edecek zamanı olmadığı için içgüdüsel hareket etmeye ihtiyacım var. O hasar görmüş olan, sürekli ileriye hareket eden bir insan. Dönüp geriye bakmaz. Narsistliğin tam zıt noktasındadır.”

    - Anti-Virtüözlük:
    Virtüözlük kavramından nefret ederim. Oyunculuğun tam zıttıdır. Portresini çizdiğiniz karakteri izleyicinin tanımlayabilmesini önler. Oynadığınız karakterle organik ve irrasyonel bir ilişki kurmak zorundasınız. Ya da en azından ben böyle düşünüyorum. İzleyicinin kendi benliğindeki potansiyele sizin aracılığınızla ulaşmasına izin vermelisiniz. “Milyonda bir görülen insan” karikatürü çizmek gibi bir tuzağa asla düşmemek gerekir.
    Öte yandan film demek performans demektir. KİMSEYE SÖYLEME (Tell No One) benim için çok önemli bir film, çünkü zor anlar yaşayan bir adamı oynamanın hayalini uzun süredir kuruyordum. Abartılı oynamaya eğilim her zaman vardır. Bir karakteri kişiselleştirmek onu sadece dış görünümüyle sergilemek anlamına gelmez. İnsanın içinden gelen duygularla zenginleştirilmesi gerekir. İşin zor yanı budur. Gerisi kolay. Film karesi o karakterin sadece dörtte üçünü verir.

    - Rolün Fiziksel Bölümü:
    Favori rollerimden birisi olmasının sebebi bu rolün fiziksel boyutu. Ben aksiyon filmlerinde oynamak için film oyuncusu oldum, sanat evi filmleri için değil… Ben ne bir film kurduyum, ne de entelektüel… Sıradan bir insanım ve bunu hiçbir sıkıntı veya mahcubiyet duymadan söylüyorum.
    Bu filmdeki rolüm sayesinde çocukluk rüyalarıma geri döndüm. Okuldayken ileride aktör olmak istediğimi biliyordum. Sahte dövüş ve akrobatik hareketler konusunda iyi olduğumun farkına varmam uzun sürmedi. Filmlerden ancak bunları bekleyebileceğimi düşünüyordum.
    Sonra drama okuluna gittiğimde senaryoların kalitesini takdir etmeyi öğrendim. Bu da beni daha seçkin materyale doğru yönlendirdi. Şimdi artık senaryonun her şey olmadığının farkına varıyorum. Buster Keaton’un gösterdiği gibi yetersiz bir senaryodan da başyapıt çıkabilir. Bitmiş senaryonun sadece bir parçasıyla işe başlamıştı. Yetersizdi ama ortaya iyi bir film çıktı. İzleyiciyi etkilemesini bilmek ve risk alabilecek kadar cesur olduktan sonra gerisi kolay.

    - Yoldaki Takip Sahnesi:
    Guillaume bana bol bol koşacağımı söylediğinde hoşuma gitmişti. O sahne için çok antrenman yaptım ama önemli olan her şeyimi verebilmekti. İşin komik yanı da, peşimdeki aktörün koşma konusunda benimle aşık atamaması oldu. Bu çok hoşuma gitti, çünkü o sahnenin anlamına uygundu. Alex’in yakalanması imkansızdı, çünkü o sevdiği kadına doğru koşmaktaydı.

    - Oyunculuk Hakkında:
    Guillaume çok nazik ve aktörlerine son derece saygılı bir insan. Bu benim için harika bir durumdu. Benim amacım egoist olduğum ölçüde mantıklı davranabilmektir. Herhangi bir rol için benden daha iyisinin olmadığına yönetmenleri ikna etmeye çalışırım. Zaman içinde biraz deneyim ve biraz da özgüven sayesinde rolüme aşırı derecede odaklanmamaya başladım. Bunun yerine yönetmenle işbirliği yaparak o rol için en ideal yöntemi bulmaya ihtiyaç duyuyorum.
    İzleyiciyi yakalamanın en iyi yolu, kolektif bir esinlenme ortamı oluşturabilmektir. Yönetmenin arkasında duran iyi bir yapımcı, iyi bir senaryo, iyi oyuncular ve iyi bir ekip varsa, herkes aynı hedefe ulaşır ki bu da kişisel düzeyde en iyiye ulaşırken kolektif olarak da en iyiye varmak demektir.

    - Açılış Sahnesi:
    Guillaume bu sahneyi çekerken, birbirleriyle açıklığa ve şeffaflığa dayalı ilişki modeli olan bir grup arkadaşın duygularını yakalamak istedi. Konudan uzaklaşmaktan korkmamamızı söylediği için kendimizi rahat bıraktık. O sahne 10 sene öncesinde geçtiği için farklı saç modeliyle oynadım. Ayrıca çeneme de beni daha genç gösteren bir protez taktım. Tüm bunlar beni fazlasıyla zorladı. Bir kere çekimler sırasında onu çıkarıp masanın üzerine koydum. Birdenbire kahkaha tufanı yükseldi. Hiç kimse süper değildi. Hep beraber çektik o sahneyi…

    - Aktörlerin İki Jenerasyonu:
    30 yıl içinde her şey olağanüstü değişti. Şimdi artık “ekran partnerinin” kesinlikle çok önemli olduğunun farkındayım.

    - Final Sahnesi:
    O sahneye tıpkı bir atlet gibi beyinsel olarak hazırlandım. Çekim takviminin oldukça erken bir dönemi için programlanmıştı. Guillaume sonradan daha erkene almak durumunda kaldı ama bu büyük bir problem oluşturmadı. Kameralar çalışmaya başladığında her şeyin hazır olduğunu biliyordum.
    Böyle zamanlarda kendi deneyimlerim devreye girer. O sahnede duyguların çok erken oluşması gerekiyordu. Bu yüzden ihtiyaç duyduğum konsantrasyon düzeyi konusunda tüm ekibin farkında olmasını sağladım. Acıyı oynamak kolay. Bunu metroda giderken bile yapabilirsiniz. Ancak performansı içgüdüsel kılabilmek için biraz zamana ihtiyacım vardı.
    Ağacın çevresinde tam bir sessizlik içinde yürümeye başladım. Setteki herkes beni bekliyordu. İçimde birtakım duyguların aşama aşama yoğunlaştığını hissettim. Geçmişte yaşadığım bazı acılı anları hatırladım. O duyguların getirdiği kırılganlığı yeniden yakalayınca duygular her yanımı kapladı. O acıyı mümkün olduğu kadar fazla hissetmem gerekiyordu. Ancak kameraların çalışmasına kadar sabretmeliydim. En güzel an ise duygularımın ilk boşaldığı zamandı.
    Yoksa acı çekme sahnesini yapmak çok kolaydır. Adamın kafasına sağlam bir yumruk indirirsiniz, sonra da acı içindeyken filme çekersiniz. Sonra zaman ilerledi ve güneş battığı sırada “Kamera!” komutuyla beraber o sahneyi çektik.
    BİLGİLİ OLAN GÜÇLÜDÜR!...

    Yorum yap

    Hazırlanıyor...
    X