• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Tarihi değiştirecek keşif

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts
  • #16

    paylaşım için teşekkürler gerçekten güzel bilgiler ellerine sağlık

    Yorum yap

    • #17

      Avuç içindeki avcı dinozor

      Ortaya çıkarılan yeni fosil bilinen en eski dinozorlardan birine ait.


      230 milyon yıllık fosil, Jurasik Park filminin baş aktörü Tyrannosaurus rex’in muhtemelen atası olan 1,2 metre uzunlukta ve 4-6 kilo ağırlığında bir dinozora ait. Araştırmacıların ‘şafak koşucusu’ olarak adlandırdıkları ve iki ayağı üzerinde hareket etmiş olan dinozora bilimsel olarak ‘Eodromaeus murphi’ ismi verilmiş.

      Arjantin’in kuzeybatısındaki Ay Vadisi’nde bulunan dinozora ait eksiksiz kemik setine uyarak bir model yapılmış. Kemiklere 1996 yılında rastlanmış olmasına karşın eksiksiz bir şekilde toplanarak biraraya getirilmeleri oldukça uzun zaman almış.

      Ortaya çıkan dinozor fosilbilimcilere, Tyrannosaurus’a kadar uzanan teropod grubu dinozorların başlangıcında yer alan bir türe işaret etmiş. Chicago Üniversitesi’nden Prof. Paul Sereno, türün tüm dinozor grupları içinde oldukça erken dönemdeki bir yere oturduğuna dikkat çekiyor.

      Araştırmacılar iki ayağı üzerinde duran bu canlının bacak oranlarını inceleyerek oldukça çevik ve hareketli olduğuna karar vermişler. Yine iskelet yapısına bakıldığında, ön pençelerinin de oldukça kuvvetli olduğu anlaşılmış. Tüm karakterleri gözden geçirildiğinde, dinozorun avcı bir tür olduğu sonucuna varılmış. Bu karardaki en büyük etken de doğal olarak diş yapısı olmuş. Eodromaeus’un sahip olduğu sivri diş seti, tüm etçil dinozorlardaki yapıyla tam bir uyum gösteriyor.

      Yorum yap

      • #18

        Mamutlar yeniden hayata döndürülecek!

        Japon bilimci Teruhiko Wakayama, beş yıl içinde yavru bir mamut elde etmeye çalışacak.


        Sibirya’nın buzları arasına sıkışıp donan mamutların deri ve kas hücrelerinin çekirdeklerini elde etme denemeleri, uç noktadaki soğuğa bağlı olarak bozulmuş olmaları nedeniyle, 1990’lı yıllarda başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
        Fakat 2008 yılında, Riken Gelişimsel Biyoloji Merkezi’nden Dr. Teruhiko Wakayama’nın öncülüğünde geliştirilen bir teknikle, 16 yıl boyunca dondurularak saklanmış bir farenin hücreleri başarıyla klonlanabilmişti.
        Şimdilerdeyse Kyoto Üniversitesi’nden Akira Iritani, binlerce yıl önce silinip gitmiş olan dev mamutları yeniden hayata döndürmek üzere işe girişmiş durumda. Iritani, teknik sorunların tamamen üstesinden gelindiğini ve işin sadece donmuş bir mamuttan elde edilebilecek iyi korunmuş bir doku örneğine kaldığını belirtiyor.

        Iritani, sağlıklı olanları seçmeden önce, mamut doku hücrelerinin çekirdeklerini belirleyebilmek için Dr. Wakayama’nın geliştirmiş olduğu tekniği kullanacak. Elde edilen çekirdekler bir sonraki aşamada, Afrika filinden alınmış ve çekirdekleri çıkarılmış olan yumurta hücrelerine nakledilecek.
        Mamutlara ait, iyi durumdaki donmuş örnekleri bulmak üzere Sibirya’ya yapılacak olan yolculuğun hazırlıklarına başlanmış durumda.

        Çalışmanın gerçekleştirilebilmesi için 3 santimetrekarelik bir deri ya da doku örneği yeterli olacak. Iritani böyle bir örnek bulamaması durumunda Rus bilimcilere, daha önce bulmuş oldukları örneklerden kendisine yeterli miktarı vermelerini teklif edeceğini söylüyor.

        Irritani’ye göre dört ya da beş yıl içinde sağlıklı bir mamuta sahip olma şansımız yüzde 30 civarında.

        Yorum yap

        • #19

          Kralın hazinesi bulundu

          Muğla'nın Milas ilçesinde, definecilerin bulduğu yüzyılın arkeolojik eseri olarak nitelendirilen Karya Kralı Hekatomnos'un anıt mezarından çalınan eserler Milas Müzesi'ne getirildi.

          Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kralın tacının da İngiltere'de bir satış sırasında bulunduğunu, Türkiye'ye getirilmesi için temasların başlatıldığını söyledi.

          Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kamulaştırma ve kurtarma çalışması süren Milas'taki Hekatomnos Kral Mezarı'nda üçüncü incelemesini yaptı. Anıt mezar ve çevresini gezen Günay'a Muğla Valisi Fatih Şahin, Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü ve diğer yetkililer eşlik etti.

          Anıt mezarda Bakan Günay'a bölgede çalışmayı sürdüren Bilim Kurulu Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık bilgi verdi. Işık, çalışmanın titizlikle yürütüldüğünü ifade ederek kurtarma kazısı ve arkeopark projesinin tamamlanmasıyla dünyanın ilgisinin buraya yönleneceğini söyledi.
          İncelemelerin ardından Bakan Günay ve beraberindekiler Milas Arkeoloji Müzesi'ne geçti.

          Daha sonra Türkiye gündemine oturan mezarda definecilerin bulduğu eserler basın mensuplarına gösterildi. Kral Hekatomnos ve eşinin özel ziynet eşyalarıyla birlikte altın bronz heykellerin bulunduğu müjdesini veren Günay, Hekatomnos'un tacının da İngiltere'de bir müzayede de satışa sunulmaya çalışıldığını, ancak Türkiye'nin araya girmesiyle satışın durdurulduğunu ifade etti. Bakan Günay, kendi döneminde böyle bir eserin bulunmuş olmasından son derece mutluluk duyduğunu ayrıca belirtti.

          Günay, Milas Müzesi'nde kral mezarından çıkan eserlerin yanında yaptığı açıklamada şöyle konuştu: "Sizin de bildiğiniz gibi birkaç aydır her fırsatta Milas'taki bu kazıya geliyorum. Çalışmaları çok yakından inceliyorum. Burada konunun uzmanı bilim insanlarıyla çalışıyoruz. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Çok titiz bir çalışma yürütüyorlar."

          Bakanlık ve yerel birimleriyle burayı çok yakından takip etmeye çalıştıklarını anlatan Günay, şunları söyledi: "Gerçekten şu an bildiklerimizin ötesinde geniş bir anıtsal yapıyla ve çevresinde de belki başka yapılarla karşılaşacağımızı umuyoruz. Bu lahitler ve çevresinden alıp götürülmüş ne var onları da titizlikle incelemeye başladık ve birkaç yıl önce Denizli Müzesi'ne alınmış bulunan bazı eserlerin bu lahitten çıkarılmış olduğuna bilimsel bir rapor sonucunda karara vardık.

          Onları şimdi Milas Müzesi'ne getirdik özenle korumaya çalışacağız. Burada gerçekten lahitin içindeki yan teraslardan, duvarlardan alınıp piyasaya sürüldüğü ve Denizli Müzesi'nin de akıl gösterip daha önce kayıtlarına aldığı eserler var.

          Gerçekten lahitin içindeki kabartmalara baktığınız zaman buradaki kabartmalar da buradaki figürlerden biri. Örneğin Mausollos'un babası diye hitap edilen Hekatomnos'un figürü burada.

          Bunlar birebir uyuşuyor. Sadece bu benzerlik değil, başka bazı benzerlikler de var. Burada, 7 tane heykelcik var ayrıca törenlerde ancak çok yüksek düzeyde kişilerin kullanabildiği üzerinde kabartmalar olan dizlikler var, ziynet eşyaları var.
          Bütün bunlar bu lahitten çıkarılmış olduğu kanaatiyle artık Milas Müzesi'nde ve gelecekte oluşturacağımız, bu büyük, dünya çapındaki müzenin envanterine girmiş bulunuyor. Ayrıca İngiltere'de takip ettiğimiz bir taç satışı var. Onun da üzerindeki tüm figürler lahitteki buluntularla örtüşüyor."

          Başsavcılığın bu konudaki tüm bilgileri İngilizce nüshalarıyla ilgili birimlere ilettiğini anlatan Günay, "Bir bilirkişi raporu çerçevesinde oradaki satış da durduruldu. Türkiye'ye intikal ettireceğimizi, tahmin ediyoruz. Ama tabi bunlardan ibaret değil, buna benzer başka objeler var. Bunları da dikkatle takip ediyoruz" dedi.

          ARKEOLOJİ TARİHİNİN ÖZEL KEŞFİ

          Kültür ve Turizm Bakanı Günay, bulunan anıt mezarın arkeoloji tarihinin en özel keşiflerinden biri olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam etti: "Burayı çok önemsiyorum. Arkeoloji tarihinin özel keşiflerinden birisiyle yüzyüze olduğumuzu düşünüyorum.

          Temenni ederdim ki bu malzemelerin bize intikali, defineciler, onlara bilimsel destek veren şebekeyle birlikte bulmuşlar. Lahitin üzerindeki emsalsiz figürlere dokunulmadan bunlara ulaştık.

          Ben buradaki lahdin çevresinin bilimsel ölçütler içinde açılması ve kamuya sunulmasıyla birlikte sadece Milas ölçeğinde değil sadece Muğla ölçeğinde değil sadece Türkiye ölçeğinde değil dünya ölçeğinde arkeolojik açık ve kapalı bir teşhir alanına, müze alanına kavuşacağımızı umut ediyorum. Doğrusu bundan ötürü büyük bir heyecan duyuyorum, itiraf edeyim sevinç de duyuyorum. Benim dönemime rastladı. Arkadaşlarımızla birlikte biz bu dönemde çalışıyoruz.

          Keşke hemen göreve gelir gelmez bunlara ulaşabilseydik, şimdi sanıyorum ki çok daha ileri bir noktada olurduk. Ama bu yaz sonuna bile burada önemli değişiklikler olacağını göreceksiniz. Hocalarımıza bir kez daha teşekkür ediyorum."

          Yorum yap

          • #20

            Çok ağır...ama uçuyordu

            Günümüzdeki en ağır uçabilen kuş olan 22 kiloluk Afrika dev toyu, dinozorlar çağının uçan sürüngenleri yanında hafif siklet kalıyor.


            Ayakizlerine dayanarak dinozorların ağırlıklarını hesaplayabilen yeni bir yöntemin sunulduğu çalışma, uçan pterozorların ağırlıklarının yaklaşık 145 kilo olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmanın, fosil ayakizlerini ele alarak soyu tükenmiş bir canlının ağırlığını hesaplayabilen bir yöntemi ilk olarak sunduğu belirtiliyor. Önceki çalışmalar dinozor ağırlığının tahmininde genel olarak kemikleri ele alıyordu.

            Japonya Fukui Dinozor Müzesi’nden paleontolog Tai Kubo yönteminin, pterozorların uçmalarına karşın oldukça ağır canlılar olduklarına ilişkin sağlam kanıtlar sunduğunu söylüyor. Araştımacı çalışmasına, Ueno Hayvanat bahçesindeki timsah, kaplumbağa, kertenkele ile kurbağalara ait 17 canlı türüne ait ayakizlerini inceleyerek başlamış.

            Buradaki ayakizlerini toplayan Kubo, ayakizi sahibi olan canlının ağırlığını da kaydetmiş. Bu değerleri incelemesi sırasında, bireyin ön ve arka ayak büyüklükleri ile toplam ağırlığı arasında bir ilişki saptamış. Sonrasındaysa elde ettiği matematik modeli pterozorlara ait olan ayakizlerine uygulayarak sonuca ulaşmış.

            Kubo, bundan sonra modeli dinozorların bugün yaşayan yakın akrabaları olan kuşlara uygulayarak test edeceğini ve sonrasında da diğer dinozor türlerinin izleri üzerinde çalışacağını belirtiyor.

            Yorum yap

            • #21

              Fosil avcıları için önemli bir an

              Çin’de, yumurtasıyla birlikte oldukça iyi korunmuş bir pterozor fosili günışığına çıkarıldı.



              Yumurta sayesinde dişi olduğu tespit edilebilen bireyin, bu fosil canlıların cinsiyetlerini anlamaya yönelik olarak ilk defa önemli ipuçları sağladığı açıklandı.

              Leicester Üniversitesi’nden paleobiyolog David Unwin’in arasında yer aldığı araştırma ekibi buluntuya dayanarak, baş üzerinde yer alan uzun çıkıntıya sadece erkek pterozorların sahip oldukları gibi cinsiyet ayrımına ilişkin çeşitli saptamalarda bulundular. Unwin, oldukça nadir görülmesi nedeniyle birkaç yıl önce kendisine bu tip bir ilişkiden bahsedilmiş olsaydı muhtemelen kahkahalarla güleceğini söylüyor.

              Bunun yanında fosilin yumurtlamayı kolaylaştırmak üzere geniş bir leğen kemiği açıklığına sahip olduğu görülmüş. Diğer fosiller üzerindeki incelemelerle birleştirildiğinde, erkeklerin büyük bir baş çıkıntısı ile dar leğen kemiği açıklığına sahip oldukları, dişilerdeyse geniş bir leğen kemiği açıklığı bulunmasının yanında başlarında herhangi bir çıkıntının yer almadığı belirlenmiş.

              Yumurtasıyla birlikte Çin’in ünlü fosil bölgesi Liaoning’te Junchang Lü ve arkadaşlarınca bulunan Darwinopterus cinsi fosilin yaşı 160 milyon olarak belirlenmiş. Yumurtanın kabuk yapısı üzerinde yapılan incelemeler son derece iyi bir gelişim gösterdiğini ve annenin muhtemelen yumurtlama zamanına oldukça yakın öldüğünü ortaya koymuş. Sol kolundaki kırık nedeniyle bilimciler, fırtına ya da volkanik patlama gibi bir etken nedeniyle hayvanın bir göle düşerek ölmüş ve dibe batarak korunmuş olabileceğini düşünüyorlar.

              Bazen pterodaktil olarak da adlandırılan pterozorlar, 220 milyon yıldan 65 milyon yıl öncesine uzanan Mesozoyik Dönem’de gökyüzünün baskın avcılarıydı ve genel bir yanlış kanının aksine aslında dinozor değillerdi.

              Yorum yap

              • #22

                İnsanın en iyi dostu...ve yemeği

                Arkeolojik buluntular, insanın bundan 9.400 yıl öncesinde köpek yediğine ilişkin kanıtlar sunuyor.



                Bundan 10.000 yıl önce köpekler, insanın en iyi dostu ve koruyucuları olmalarının yanında günlük besinlerinden de biriydi. Amerika’da bulunan ve bilinen en eski evcil köpeğe ait olduğu söylenen kemik parçası araştırmacıları bu sonuca vardırmış.

                Maine Üniversitesi’nden Samuel Belknap, 1970’lerde Teksas’ın güneybatısında ortaya çıkarılan temizlenmiş ve kurutulmuş insan artıklarını incelerken bu kemik parçasına rastlamış. Karbon analizi kemiğin 9.400 yaşında olduğunu söylerken DNA analizi de kemiğin kurt, çakal ya da tilkiyle karışmaksızın bir köpeğe ait olduğunu kesin olarak doğrulamış.

                İlginç olansa kemiğin insan dışkı kalıntısının içine gömülmüş olarak bulunması ve kemiklerin sindirim siteminden geçerken aldıkları turuncu-kahverengimsi renge sahip olması. Belknap çalışma sırasında özellikle köpeklere ilişkin bir kalıntı aramadığını ve asıl araştırma konusunun, bundan 1.000 ila 10.000 yıl öncesinde, Teksas’ın aşağı Pecos Bölgesi’nde yaşamış olan insanların besin yelpazesini araştırmak olduğunu belirtiyor.

                Köpekler insanın kültüründe binlerce yıldır önemli bir yere sahipler. Bugün Belçika olan bölgeden 31.000 yıl, Çek Cumhuriyeti’nden 26.000 yıl ve Sibirya’dan da 15.000 yıllık köpek kemikleri, insanların bir zamanlar yaşamış olduğu alanlarda insan kemikleriyle yanyana bulunmuş durumda.

                Yorum yap

                • #23

                  Tyrannosaurus ailesi büyüyor

                  Tyrannosarus cinsi dinozorlarla akraba olduğu öngörülen yeni dinozor fosili, bir ilk olarak tek pençeli ayaklara sahip.


                  İki ayakları üzerinde yürüyen ve çoğunluğu etçil teropod grubu dinozorlara yeni bir üye daha katıldı. Fakat bugüne kadar bulunan diğer tüm teropodlardan farklı olarak bu dinozor sadece tek bir pençeye sahip.

                  Çin’den araştırmacılar, Tyrannosaurus ile akraba olan bu bir metrelik minyatür avcıya Linhenykus monodactylus bilimsel ismini verdiler.

                  Bugünkü kuşların atası olduğu düşünülen teropodlar el ve ayaklarında genellikle üçer adet pençe taşıyor. Bir istisna olarak Tyrannosaurus gibi bazı dinozorların ellerinde iki pençe bulunabiliyor. Bu açıdan yeni dinozor da, sahip olduğu tek pençeyle bir ilki oluşturuyor.

                  Tek bir pençenin, özellikle böcekler gibi çeşitli canlıların toprak altındaki yuvalarına ulaşmak üzere eşelemeye yönelik özelleşmiş olabileceği öngörülüyor.

                  Amerikan Doğa Tarihi Müzesi Paleontoloji Birimi’nden Jonah Choiniere, ortaya çıkardıkları buluntuya yönelik olarak, diğer parmaklarının bulunmamasının dinozorun doğal seçilim baskısına maruz kalmadığının bir göstergesi olabileceğini söylüyor, “balinalar ve yılanlardaki bacaklar, evrimsel süreç içinde ortadan kalkıp, daha sonrasında tekrar belirebilirler.”
                  Linhenykus buluntuları, Moğolistan ve Çin sınırındaki 84 ila 75 milyon yıllık kayalar içinden çıkarılmış. Omur kemikleri, ön ayak, kalça kemiği ile arka bacakları, iskeletin bulunabilen parçalarını oluşturuyor

                  Yorum yap

                  • #24

                    Ayağa kalkacak

                    Mersin'in Erdemli ilçesindeki Kanlıdivane Antik Kenti'nin turizme kazandırılması amacıyla çalışma başlatıldığı bildirildi.


                    Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyelerinden oluşan 15 kişilik heyet, Mersin Vali Yardımcısı Mehmet Suphi Olcay başkanlığında, Erdemli'nin Ayaş beldesindeki Kanlıdivane ve Elaussia Sebaste antik kentleri ile Kız Kalesi'nde incelemelerde bulundu.

                    Vali Yardımcısı Olcay, gazetecilere yaptığı açıklamada, Mersin'deki kültürel değerlerin korunması amacıyla başlatılan çalışma kapsamında inceleme yaptıklarını söyledi.

                    Mersin Üniversitesi (MEÜ) ile ortaklaşa yapılan çalışmaları Kanlıdivane Antik Kenti'nden başlattıklarını belirten Olcay, Erdemli Kaymakamlığı ve Ayaş Belediyesinin desteklediği Kanlıdivane Peyzaj Düzenlemesi Projesi kapsamında bölgede temizlik yapıldığını ifade etti.

                    İl genelinde kültürel varlıkların korunması amacıyla gerçekleştirilecek projeler için İl Özel İdaresinde 12 milyon lira ödenek bulunduğunu kaydeden Olcay, “İlk etapta Kanlıdivane'de başlattığımız çalışma için 200 bin lira ödenek ayrıldı. Mersin Üniversitesi (MEÜ) Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nida Naycı'nın hazırladığı proje çerçevesinde 30 kişilik ekiple başlatılan temizlik çalışmaları sürüyor. Asıl uygulamasına mayıs ayında başlanacak çalışmanın haziran veya temmuz ayında tamamlanması planlıyor. Amacımız görkemli ve önemli kalıntıların yer aldığı antik kentte yılda 20 bin olan ziyaretçi sayısını 100 binlere çıkarmak” dedi.

                    Kanlıdivane Antik Kenti'nin tanıtımının yetersiz olduğuna işaret eden Olcay, şöyle konuştu:

                    “Kanlıdivane kalıntıları ilçemizin, kentimizin hatta ülkemizin önemli arkeolojik kalıntıları arasında bulunuyor. Helenistik dönemden kalma, erken Roma, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılan, önemli yerleşim yerlerinden biri olan ve özellikle MS 4. yüzyılda Bizans döneminde Hristiyanlığın önemli merkezlerinden biri haline gelen Kanlıdivane'nin bugüne kadar tanıtımı yapıldı ancak istenildiği kadar ziyaretçi akışı sağlanamadı.

                    Projenin tamamlanmasıyla tanıtım çalışmalarına önem verilecek.”
                    İncelemeye Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı Prof. Dr Tamer Gök, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Şehircilik Kürsüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr Ruşen Keleş, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Neriman Şahin, MEÜ'den Doç. Dr. Nida Naycı, Erdemli Kaymakamı İbrahim Özefe, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Vedat Güngör, İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Emel Gökbel, Mersin Müze Müdürü Songül Ceylan Bala katıldı.

                    Yorum yap

                    • #25

                      Bu balık dinozorlarla yaşıt!

                      Doçent Tırıl: Mersin balığı biyolojik bir hazinedir.


                      SAMSUN’un Çarşamba İlçesi’nde mersin balıklarının yaşam alanları, göç yolları ve rehabilitasyonu için ulusal strateji ve eylem planı hazırlanması amacıyla çalıştay düzenlendi. Çalıştayda konuşan Doç.Dr. Serap Ustaoğlu Tırıl, mersin balıklarının çok eski jeolojik dönemlerden bugünlere kalan bir hazine olduğunu belirterek, "Dinazorlarla aynı dönemde yaşıyorlardı.

                      Dinazorlar tükendi. Ama mersin balığı bugünlere ulaştı. Yok olmak üzereler. Onları korumalıyız" dedi.

                      Çarşamba İlçesi’nde, Yeşilırmak kenarında bulunan Cemil Şensoy Kültür Merkezi’nde ’Mersin Balıkları Yaşam Alanları ve Göç Yollarının Rehabilitasyonu için Ulusal Strateji ve Eylem Planı Hazırlanması Birinci Ulusal Çalıştayı’ düzenlendi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Su Ürünleri Merkezi Araştırma Enstitüsü tarafından yapılan çalıştaya, BM Gıda ve Tarım Örgütü de (FAO) destek verdi. 18 bilim adamının konuşmacı olarak yer aldığı çalıştayda konuşan Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Doç.Dr. Serap Ustaoğlu Tırıl, mersin balıklarının tür çeşitliliği açısından zenginlik kattığını belirterek, "Diğer balık türleri açısından çok farklı. Mersin balığının insandan başka hiçbir düşmanı da yoktur. Çok güçlü bir yapıya sahiptir.

                      Jeolojik devirlerden günümüze ulaşması da bunu kanıtlıyor. 20’nci yüzyıldaki su kirliliği, barajlar, aşırı avcılık, habitattaki bozulmalara karşı direnmiş ve hala direnmekte. Bu da ona bir şans tanımamız gerektiğini gösteriyor" dedi.

                      MERSİN BALIKLARI YAŞAYAN FOSİLDİR
                      Mersin balıklarının, 200 milyon yıldır var olduğunu, dünyada birçok türünün bulunduğunu dile getiren Doç.Dr. Serap Ustaoğlu Tırıl, bu balığın yaşayan fosil olarak görüldüğünü kaydetti. Araştırmalara göre Karadeniz’de yaşayan 5 türden ikisinin yok olduğunu, şu anda üç türe rastladıklarını belirten Doç.Dr. Tırıl, şunları söyledi:

                      "Alman mersini ve şip denilen türler artık yok. Karadeniz’de artık sadece Rus mersini, Mersin morinası ve Sivrişka diye adlandırılan türler kaldı. Bu balık havyarı nedeniyle çok değerli. Uluslararası bir öneme sahip. Çok eski jeolojik dönemlerden günümüze kalmış bir hazinedir. Avcılığı yasak ama bazen balıkçılarımızın ağlarına tesadüfen de takılıyor olabilir. Ağdan yüzde 99 canlı çıkar. Çünkü çok güçlü. Tezgahta bile birkaç saat canlı kalabilir."

                      60 BİN MERSİN BALIĞI YETİŞİYOR
                      1980 yılı sonuna kadar dünyada yılda 30 bin ton mersin balığı avlandığını belirten Doç.Dr. Serap Ustaoğlu Tırıl, artık yılda 28 bin ton yetiştirilen mersin balığının avcılığının ise hiç yapılmadığını söyledi. Bunun çok çarpıcı bir durum olduğunu ifade eden Doç.Dr. Tırıl, "Yetiştiricilik avcılığın yerini aldı. Neden, çünkü doğal olarak ürüyemiyor. O nedenle yok olmaması için kültüre alındı. Bu da bir strateji aslında. Şu anda Türkiye’de üretimi yok. Ancak yaptığımız proje kapsamında Rusya’dan yumurta getirildi. O yumurtadan lavra elde edildi. Şu anda 500- 600 gramlık 60 bin kadar mersin balığını, Amasya’nın Yedikır Barajı’nın suyunu alan DSİ’ye ait istasyonda yetiştiriyoruz. Bu balıkları genetik bir problem çıkmazsa Yeşilırmak’tan salıp stok takviyesi yapacağız" diye konuştu.

                      Yorum yap

                      • #26

                        Çin'de taş devrine ait bina bulundu

                        Çin’in kuzeybatısındaki Şaanşi eyaletinde tarih öncesi döneme ait olduğu düşünülen bir "belediye binasının" bulunduğu bildirildi.


                        Şinhua ajansının haberine göre, arkeologların yaptığı çalışma neticesinde eyaletin Bayşüi kentindeki Şiahı bölgesinde keşfedilen yapının beşgen olduğu ve M.Ö. 5 bin ile 3 bin yılları arasındaki Yeni Taş Devri dönemi Yangşao kültürüne dayandığını kaydedildi.

                        Şaanşi Arkeolojik Araştırmalar Enstitüsünden Cang Pıngçıng, yapının 364 metrekarelik bir alanı kapladığını ve bir kerede yüzlerce insanı alabilecek kapasiteye sahip olduğunu kaydetti.

                        Cang, söz konusu yapının duvarlarının dört büyük ahşap sütun ve kolonlarla dikildiğini belirtti.

                        Çok katmanlı duvarları, kalsit sıvalı tabanı ve merkezindeki 1,8 metre çapındaki şöminenin binayı çok özel kıldığını vurgulayarak, bölgede buldukları izlere göre binanın terk edilmek yerine, dikkatli bir şekilde yerinden çıkarıldığına ait bulgular olduğunu kaydetti.

                        Araştırmacılar halen binanın tam amacı üzerinde çalışıyor.

                        Tarih öncesi kültürlerden biri olan Yangşao kültürü, Sarı Nehir civarında yaşamış cilalı taş devrine ait bir kültür olarak biliniyor.

                        Yorum yap

                        • #27

                          İnsanlık tarihi baştan yazılacak!

                          İnsanlık Kızıl Deniz'den mi yayıldı?


                          Afrika kıtasından yaklaşık 60.000 yıl önce dünyaya yayıldığı düşünülen modern insanın bu göçü, bundan 100-125 bin yıl önce ve düşünülenden daha farklı bir rotadan yaptığına dair yeni bulgular elde edildi.

                          Birleşik Arap Emirlikleri'nde bulunan taş aletler, göç yolunun sanıldığı gibi Nil vadisi üzerinden kuzeye doğru değil, Kızıl Deniz üzerinden Arabistan yarımadasına doğru izlendiğinin iddia edilmesini sağladı.

                          Bulgularla ilgili yazı, Science dergisinin yarın yayımlanacak sayısında yer alıyor.

                          Modern insanın Afrika'dan yayıldığı genel kabul görürken, bu nüfusun Asya, Uzak Doğu ve Avrupa'ya hangi yollarla yayıldığı konusunda hala kesinlik bulunmuyor. Daha önceki bilgilerle, göçün 60.000 yıl önce ve Nil vadisini izleyerek nehrin kuzeyinden, Akdeniz yakınında çıkıp buradan Orta Doğu'ya yayıldığı kabul ediliyordu.

                          Yeni bulgularla ilgili bir açıklama yapan, Almanya Tuebingen'deki Eberhard-Karls Üniversitesi Bilimsel Arkeoloji Merkezi'nden Hans-Peter Uerpmann, "Afrika'dan çeşitli çıkış rotalarının olabileceği anlaşılıyor. Nil nehrinin kuzeyindeki Sina yarımadasından da olabilir, Kızıl Deniz'in güneyinde, boğaz üzerinden Arabistan yarımadasına geçiş de mümkün" dedi.

                          Kendi bulgularının, bu ikinci rotayı gösterdiğini ifade eden Hans-Peter Uerpmann, "bu rotanın, kuzeye göre daha yoğun göçlere zemin olduğu anlaşılıyor" dedi.

                          O tarihte Arabistan yarımadasının bugünkü gibi çöl değil, nemli bir iklime sahip olduğu ve av hayvanları açısından da zengin olduğu belirtiliyor.

                          O dönemde Kızıl Deniz'in ağzındaki boğazın (Babülmendep boğazı) su seviyesinin de düşük olduğu belirtiliyor. Afrika'da göllerden ve nehirlerden yararlanmayı bilen insanların, bu boğazı geçmesinin güç olmayacağı kaydediliyor

                          Yorum yap

                          • #28

                            İncil’deki Laodikya Kilisesi bulundu

                            Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, dün sabah Laodikya Antik Kenti’ni gezdi.


                            Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek, tarihi kentte devam eden kazılarla ilgili bilgi vererek, İncil’de adı geçen 7 kiliseden biri olan Laodikya Kilisesi’ni bulduklarını açıkladı.

                            Kilisenin Kral Konstantin döneminde yapıldığını ifade eden Şimşek, “Bu yıl ilk kez yer altında radar taraması yaptık ve 4’üncü Yüzyıl’da yapılmış Laodikya Kilisesi’ni bulduk. 8 ayak üzerine oturtulmuş 2 bin metrekare alandaki kilisenin büyük bölümü orijinalliğini koruyor” dedi.

                            Bakan Günay da kilisenin bulunmasından büyük heyecan duyduğunu belirterek, “Kutsal kilise alanı ile karşılaştım. Heyecan verici. Bu yaz restorasyonunda önemli adımlar atılarak yapı ortaya çıkarıldıktan sonra uluslararası basını da çağırıp bir toplantı yapabiliriz” diye konuştu.

                            Kilisenin vaftiz havuzunu gören Bakan Günay, gerek işlemesi gerek yapısıyla bunun Ayasofya Kilisesi’ndekinden daha etkileyici olduğunu ve ayrı bir estetiği bulunduğunu ifade etti.

                            Yorum yap

                            • #29

                              200 milyon yıldır kayıptı!

                              Keseli kurbağanın 200 milyon yılı aşkın zamandır "kayıp" alt dişi yeniden evrimleşti.


                              ABD'nin New York eyaletindeki Stony Brook Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, fosil ve DNA dizilimlerinden veriler ile yeni istatistik yöntemleri birleştirildiğinde, keseli kurbağa olarak bilinen "Gastrotheca guentheri"nin alt çenesinde 230 milyon yıl önce kaybolan dişlerinin son 20 milyon yılda yeniden çıktığı görüldü.

                              Evolution dergisinde yayımlanan araştırmanın başında yer alan Dr. John Wiens, ağaçlarda yaşayan ve memeli keseliler kanguruların tersine, yumurtalarını taşıdıkları keseleri sırtlarında bulunan bu kurbağalarla ilgili bulgularının eski teorilerde bir "boşluk" doğmasına neden olacağının altını çizdi.

                              Geçmişte "Dollo" yasası uyarınca, evrim sırasında "kayıp" hale gelen organ ve özelliklerin yeniden evrimleşemeyeceğini düşündüklerini belirten Dr. Wiens, G. guentheri'nin 200 milyon yıldan sonra alt dişlerinin geri gelmesinin biyologların bu yasayı gözden geçirmelerini gerektirebileceğine işaret etti.
                              Keseli kurbağa And Dağları'nda yaşıyor.

                              Yorum yap

                              • #30

                                Konya Hititler'e de başkentlik yapmış

                                Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Eski Çağ Tarihçisi Prof. Dr. Hasan Bahar, Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapmasıyla bilinen Konya’nın Hititler’e de başkentlik yaptığını, kentin en eski adının da Luvice dilinde "İkkuwaniia" olduğunu öne sürdü.




                                Prof. Dr. Hasan Bahar, Anadolu’da hüküm sürmüş, ilk imparatorluğu kurmuş olan Hititler’in, özellikle su kaynakları ve su veren bereketli dağların yakınlarına dev kaya anıtları yaptıklarını söyledi.

                                Bahar, bunlardan en önemlilerinin Beyşehir ilçesindeki Fasıllar ve Eflatunpınar anıtları olduğunu ifade ederek, "Her biri uluslararası önemde arkeolojik, tarihi ve turistik değere sahip olan Eflatunpınar ve Fasıllar Anıtı’nı, üzülerek söylüyorum, yıllardır tüm uğraşlarımıza rağmen tam olarak turizme kazandıramadık" dedi.
                                1996 yılında ise Konya’da Hitit kitabesi bulduklarını belirten Prof. Dr. Bahar, şunları kaydetti.

                                "Kent merkezinin güneyindeki Hatıp Mahallesi’nde bulduğumuz kitabeden yola çıkarak yaptığımız çalışmalar, bizi önemli sonuçlara götürdü. Yosunlarla kaplı bulduğumuz kitabedeki yazı, ancak güneşin doğduğu saatlerde okunabiliyor, çünkü kabartma yazı çok az belirgin.
                                Zaten bu nedenle de bize kadar kimse bu kitabeyi bu yüzden bulamamış. Kitabede, ’Büyük kahraman Kral Mutavalliş’in oğlu kahraman kral Kurunta’ yazıyor. Kitabeyi Konya’ya davet ettiğimiz eski çağ dil uzmanlarına da detaylı olarak incelettirdik. Aynı zamanda bu kitabe, Türk araştırmacılarının Anadolu’da bulduğu tek Hitit yazılı anıtı... Diğer Hitit kitabeleri 1830’lardan beri biliniyordu, burada kazı yapan yabancı bilim adamlarınca bulunmuştu."

                                BİR BAŞKENT HER ZAMAN BAŞKENTTİR

                                Bu sonuçları 1998 tarihinden beri uluslararası bilimsel dergilerde defaten yayınladıklarını ancak bu önemli keşfin Türk kamuoyunda o dönemde iletişim olanakları bu kadar fazla olmadığı ve bu denli farkındalığın olmaması nedeniyle yankı bulmadığını vurgulayan Bahar, sözlerini şöyle sürdürdü.
                                "Ayrıca Konya’nın o dönemde kullanılan Luvice dilindeki adının "İkkuwaniia" olduğunu kimse bilmiyor.

                                Luvice Hitiler’den önce ve Hititler döneminde İç Anadolu’daki yaşayan Luviler’in kullandığı dil, bazı Hitit kitabeleri de bu dille yazılmış. Bizim ortaya çıkardığımız belki de en önemli bilgi, İkkuwaniia’nin bir Hitit başkenti olduğu... İnanılması zor görünüyor ancak bu durum gerçeğin ta kendisi... Tarihte bilinen ilk anlaşma olan Hititler ile Mısırlılar arasındaki Kadeş Barış Anlaşması’ndan önce, millattan önce 1200’lü yıllarda Kadeş Savaşı yapıldı.
                                Hitit İmparotoru Mutavalliş’in oğlu Kurunta, Konya (İkkuwaniia) bölgesinin kralıydı. Başkent Hattuşaş’ta (Boğazköy) yaşayan imparator Mutavalliş, Kadeş Savaşı için ordularıyla birlikte güneye hareket etmeden önce, başkentin Kuzeydeki barbar kavimler tarafından yağmalanmaması için devletin evrakını, tüm hazinelerini ve devlet adamlarını 1285 yılında, daha güvenli olan Konya’ya taşıdı. Bugüne kadar sadece Selçuklu Devleti’ne başkentlik yaptığı şeklinde bilinen Konya, aslında Hitit İmparatorluğu’na da 10 yıl boyunca, yani milattan önce 1275 tarihine kadar başkentlik yaptı, imparatorluk buradan yönetildi. Hititler’in başkenti, Kadeş Savaşı’nın ardından yeniden Boğazköy’e taşındı."

                                KAMUOYU BUGÜNE KADAR HABERDAR OLMADI

                                Hitit Kralı Kurunta’ya ait olan ve kendisinin bulduğu çok sayıda bilimsel araştırmaya kaynaklık eden Konya Hatıp’taki kitabenin tanıtımının 15 yıldır yapılamadığını vurgulayan Prof. Dr. Bahar, "Oysa şimdiye kadar daha büyük boyutlarda kopyası üretilip bu alanda sergilenebilirdi.

                                Ancak şuna şükrediyoruz çünkü, bu alan balık tesisi yapımı için kullanılacaktı. Hemen bir rapor hazırlayıp bölgeyi sit alanı ilan ettirerek bu yeri tel örgüyle koruma altına aldık, tek kazancımız bu... ’Bugüne kadar bunu niye çıkıp kamuoyuna etkin bir şekilde açıklamadınız?’ diye sorarsanız; o dönemde adeta çırpındık, ancak dönemin yetkileri bu konuda inanılmaz bir duyarsızlık içinde oldukları için sesimizi duyuramadık. Bu nedenle adeta bu anıta küsmüştük" diye konuştu.
                                Bahar, bu bölgenin derhal ciddi şekilde koruma altına alınması gerektiğini belirterek, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin ve Konyalılar’ın bu büyük kültür kazancına geç de olsa sahip çıkması gerektiğini sözlerine ekledi.

                                Yorum yap

                                Hazırlanıyor...
                                X