• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Sağlık gündemindeki yeni gelişmeler

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts
  • #61

    Astım Hastalarının Denize Girmesi Şifa

    Yaz aylarında havada artan nem miktarı allerjenlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca sıcak hava, ev tozu akar ve lif mantarlarının artışı astımın kontrolünü zorlaştırmaktadır.

    Yaz mevsiminin beraberinde getirdiği hareketlilik ile birlikte ilaç kullanımının da unutulması astım kontrolünü bozmaktadır. Bu nedenle astımlı hastaların yaz aylarında da tedavilerine, doktorların söylediği şekilde, devam etmesi ve kontrollerini aksatmamaları gerekir.



    Medicana Konya Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzm Yrd. Doç. Dr. Hülya Vatansev, Astım Hastalığı Olanların dikkat etmesi gereken konularda bilgi verdi;

    Astım hastaları için ortam nemi %30-50 arası ideal nem oranıdır. Havada nem oranı arttığı zaman astımı olan hasta dışarı çıkmamalı ve nem oranı yüksek olan bölgelere seyahat etmemelidir.

    Tatil planı yapılırken kişinin bilinen alerjisi varsa polen veya bitki örtüsünün fazla olduğu bölgeye gidilmemelidir.

    Otel tercihlerinde sigara içilmeyen oda ve ortamlar tercih edilmeli, oda parfümü kullanılan bölgelere gidilmemelidir.

    Akar alerjisi varsa tatile giderlerken kendi kullandığı akar geçirmeyen yatak ve yastık kılıfı götürmelidir Otel odasında halı kullanılmamasına dikkat etmelidirler.

    Kaliteli hava filtreli klimaların olduğu oteller tercih edilmelidir.

    Tatil bölgesinde ise havuz yerine deniz tercih edilmelidir.

    Kış aylarında da kapalı yüzme havuzu kullanan astımlı hastalarda astım ataklarında artış izlenmektedir. Bunun nedeni havuz dezenfeksiyonunda kullanılan klor veya diğer kimyasal dezenfektanlardır.

    Özellikle denize girmek astım hastalarının hem hastalığını arttırmadığı hem de hava yoluna tuzlu su inhalosyonunun iyi gelmesi nedeniyle şifa olduğu bilinmelidir.

    Yorum yap

    • #62

      Kemikleri güçlü tutabilmek ve kemik erimesini önlemek için her yaşta düzenli egzersiz yapmak gerekiyor.

      Uzmanlar, 35 yaşından sonra haftada en az iki gün kas kuvvetlendirme egzersizleri yapmanın kemik kayıp oranını azaltacağına dikkat çekiyor.

      Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi (SABİF) Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Defne Kaya, düzenli fiziksel aktivitenin dengeyi ve koordinasyonu geliştirdiğini söyledi.

      Hangi egzersizler kemikleri güçlendiriyor?

      Her yaşta egzersizin önemine dikkat çeken Defne Kaya, düzenli olarak yapılacak fiziksel aktivite ve egzersizlerin yüklenme oluşturarak kemiklerin daha güçlü olmasını sağladığını ve düşme riskini azalttığını söyledi. Kaya, şunları söyledi:

      “Düzenli fiziksel aktivite dengenizi ve koordinasyonunuzu geliştirir ve böylelikle hareket kapasiteniz giderek artar. Hangi egzersizler kemikleri güçlendirmek için daha etkili diye soracak olursanız; yürüme, koşma ve dans gibi fiziksel aktiviteler ayak ve bacaklarınızın vücut ağırlığını taşıdığı için kemiklerinizi daha çok çalıştırarak güçlendirir. Ağırlık kaldırma gibi kaslarınızı normalden daha fazla çalıştırdığınız kas kuvvetlendirme egzersizleri ise kasın kemiğe bağlandığı kirişleri (tendon) daha çok çalıştırarak kuvvetlendirir.

      20’li yaşlarınızın ortasına kadar vücudunuza hareket yatırımı yapın!

      20'li yaşlarımızın ortasına kadar iskeletimiz gelişir. Bu dönemin kritik önemi bu yaşa kadar yaptığımız yatırımı ömür boyu kullanacak olmamızdır. 35 yaşından sonra doğal yaşlanmanın hızlanmasıyla kemik kaybı da giderek artar.

      Düzenli fiziksel aktivite özellikle de kemik dostu egzersizler kemiklerimizi güçlü tutmaya ve kemik erimesi oranını düşürmeye yardımcı olur. Kemikleri güçlendirmek için uzun uzun egzersiz yapmaya gerek yoktur. Koşmak, sıçramak gibi kalça ve omurgaya da etki edecek yüksek etkili egzersizler kemiklerinizi kuvvetlendirir. 30’lu yaşların ortalarında fiziksel aktivite kemiklerinizi güçlendirmez ama yaşla meydana gelen doğal kemik kaybının oldukça az olmasını sağlar. Yüksek yoğunlukta ve ağırlıkla birlikte yapılan çömelme egzersizleri omurganıza yük bindirir, bu yüzden ciddi kemik kaybı ve kırık riski olan kişilere önerilmez. Yürüme ve merdiven inip çıkma gibi düşük yoğunluklu egzersizler kemik kaybını yavaşlatır, dengenizi ve kassal kuvveti geliştirerek düşme ve olası kırık riskini azaltır.”

      Kemik yapımı yıllarında neler yapılmalı?

      Çocukluk, adölesan ve 20'li yaşların ortalarına kadar iskeletin geliştiğini ve güçlü kemiklerin bu dönemde inşa edildiğini belirten Defne Kaya, şu önerilerde bulundu:

      5-18 yaş arasındaki gençlere haftada en az üç gün yoğun egzersiz öneriyoruz ki kemik ve kasları güçlensin.

      Kas ve kemikleri güçlendiren aktiviteler:

      5 yaş altı- yürüyemeyen çocuklar için:

      Sürünme
      Aktif oyun
      Emekleme
      5 yaş altı- yürüyen çocuklar için:

      Tırmanma
      Yürüyüş
      Sıçrama
      Koşu içeren oyunlar
      Çocuk ve gençler için:

      Koşu
      Futbol, basketbol, voleybol...
      Trambolin
      Tenis, squash, badminton
      Jimnastik
      Savunma sporları: Karate ve tekvando
      Sıçrama
      Vücut ağırlığı ile yapılan şınav, plank, squat ve lunges egzersizleri
      Müzik eşliğinde aerobik ve boks
      Kaya/duvar tırmanışı
      Dans
      Kemik kalitesinin azaldığı yaşlarda neler yapılmalı?

      35 yaşından sonra doğal bir kemik kaybı (yaşlanması) meydana gelir. Bu yaştan itibaren haftada en az iki gün kas kuvvetlendirme egzersizleri yapmanız kemik kayıp oranını azaltacaktır.

      35 yaşından sonra yapılacak güvenli egzersizler:

      Tempolu yürüyüş (Nordik yürüyüş özellikle)
      Ağırlık antrenmanları
      Merdiven inme-çıkma
      Ağırlık kaldırma ve taşıma (market alışverişinde deneyebilirsiniz)
      Dirençli renkli bantlarla egzersiz
      Bahçede yapabileceğiniz ağır işler
      Daha önceden yapıyorsanız koşuya devam edebilirsiniz
      Esneklik egzersizleri
      Osteoporozisi (kemik erimesi) olan kişiler düşmekten korkmadan hareket etmeli

      Kemik erimeniz varsa kemikleriniz kırılmaya daha yatkındır. Düzenli fiziksel aktivite hem kemiklerinizi hem de kemiklerinizi saran kaslarınızı kuvvetlendirerek sizi gelecekte kırıklardan korur. Kırık riskiniz yüksekse veya kemik kırığı oluştuysa da aktif kalmak denge ve kassal kuvvetinizi geliştirerek, sizi tekrarlayan kırıklardan korur ve düşme riskinin gelişmesini önler. Unutmamanız gereken en önemli şey, düşmekten korkarak hareket etmekten kaçınırsanız, düşme ve kırık riskinizi artırırsınız. Koşma, sıçrama, tenis, aşırı germe ve bazı yoga (ileri seviye) hareketlerinden kaçınırsanız, egzersiz yapmanızda hiçbir sakınca yoktur.

      Kasınızı kuvvetlendirecek, denge ve hareketlerinizi geliştirecek egzersizler:

      Vücut ağırlığı ile yapılan kuvvetlendirme egzersizleri
      Esneklik egzersizleri
      Tai chi
      Yürüme
      Düşük hızda dans
      Düşük hızda aerobik
      Merdiven inme-çıkma
      Daha hafif egzersizler istiyorsanız:

      Oturma sırasında yapılacak egzersizler
      Kuvvetlendirme egzersizleri
      Denge egzersizleri
      Esneklik egzersizleri

      Yorum yap

      • #63

        Acıbadem Ankara Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Binnetkıkırdak zedelenmelerinin vücut üzerindeki olumsuz etkilerini anlattı.

        Eklem yüzlerini oluşturan 3–4 mm kalınlığındaki kıkırdak tabaka çok hassas bir yapıdır. Yaralanmalara bağlı kıkırdak problemleri amatör, profesyonel sporcularda ve aktif bir yaşam tarzı olanlarda sıklıkla görülmektedir. Kıkırdak dokusunun mekanik olarak yük taşıma ve sürtünmeyi azaltarak hareket açıklığı sağlamak gibi çok önemli fonksiyonları vardır, ancak bu yapı çok hassas olduğu için düzelmesi oldukça zordur. Yaralanmış olan eklem kıkırdağının hiçbir şekilde tekrar iyileşmeyeceği düşüncesi yıllardır süregelen bir inanıştır. Erişkin ve gençlik çağındaki kişilerde eklem kıkırdaklarında oluşan zedelenmeler sıklıkla iyileşme bozukluğu gösterir. Kıkırdak zedelenmelerinin bir sonucu olarak eklemde erken bozukluk ve yaşlanma oluşur ve eklem mekaniği bundan olumsuz etkilenir.

        Tedavi edilmeyen veya tedavi edilemeyen bu tür kıkırdak zedelenmeleri ilerleyen dönemde halk arasında kireçlenme olarak bilinen osteoartrite (ileri derecede eklem bozukluğuna) yol açarlar. Bu zedelenmelerin sık karşılaşılan belirtileri, dizlerde ağrı, takılma, su toplaması, şişlik ve hareketlerde güçlüktür.

        Nasıl önlem almalıyız?

        Öncelikle eklemlerimize fazla yük bindirmemek için kilo alımına dikkat etmeli, sağlıklı beslenmeye özen göstermeliyiz. Fazla kilolar eklemlerimizin zorlanmasına ve erken aşınmaya sebep olur. Olmazsa olmaz bir diğer unsur ise, egzersizlerle diz çevresi adalelerimizi kuvvetli tutmaktır. Adalelerimiz yeterli kuvvette değilse ekleme binen yük fazlalaşır.

        Bütün bunları yaptıktan sonra dizimizdeki problemler günlük yaşamımızı güçleştiriyorsa doktora başvurmak gerekir. Yaşanan sorunlar kişilerin etkinliklerini, yaşam kalitelerini düşürür ve tedaviyi kaçınılmaz kılar. Bu durumda cerrahi ya da cerrahi olmayan bir dizi tedavi seçenekleri uygulanabilinir. Eklem kıkırdağının kaybı ile birlikte gelişen ilerleyici bozuklukların tedavisi, günümüz hareket sistemi cerrahisinin çözüm bekleyen sorunlarının başında gelir. Büyük kıkırdak kayıpları ile birlikte olan kıkırdak yaralanmalarının bugüne kadar uygulanan tedavi yöntemleri kısa süreli bir iyilik hali sağlasa da, hastanın kendi orijinal kıkırdağının tekrar yerine konulması mümkün olmamaktadır.

        Son on beş yıl içerisinde hücresel tedavilerin giderek yaygınlaşması üzerindeki gözlemler, bu teknolojinin hareket sistemine de uygulanabileceği görüşünün benimsemesine yol açmıştır. Erişkin kök hücre tedavi uygulamalarının, günümüzde daha cazip tedavi seçenekleri olmayan ve çözüm bekleyen eklem hasarının veya hastalık süreçlerinin doğal tabiatını değiştirme potansiyeli vardır. Eklem hastalıklarının ve tedavilerinin uzmanlık alanı olan ortopedik cerrahideki uygulamalar içerisinde, öncelikle kıkırdak hücreleri üzerine odaklanılmıştır. Bu yüzden kıkırdak problemleri hücresel tedavilerin öncelikli uygulama alanı olarak belirlenmiştir. Bu yöntem, kişilerin kendi kıkırdak hücrelerini laboratuvarda çoğaltarak tekrar kişiye aşılanması esasına dayanan bir yöntemdir.

        Laboratuvar koşullarında kıkırdak hücreleri çoğaltılabilmekte ve eklem kıkırdağını yeniden oluşturabilecek kapasiteye erişebilmektedirler. Bu yöntem ilk kez 1994 yılında İsveçli bir grup tarafından tanımlanmış ve kullanılmıştır. O tarihten bu yana ABD de ve Avrupa’da çok sayıda uygulama yapılarak etkinliği kanıtlanmış bir yöntemdir. Son on yıldır Türkiye’ de de yöntem başarı ile uygulanmaktadır. Bu güne kadar yapılan operasyonların sonuçları incelendiğinde %80 oranında çok başarılı sonuçlar alındığı tespit edilmiştir. Hastaların büyük bir çoğunluğunda belirtiler tamamen ortadan kaldırılmakta, daha da önemlisi eklem performansları tamamen düzeltilmektedir. Özellikle profesyonel kişiler için hasarsız olarak işlerine dönmeleri sağlanmaktadır.

        Yorum yap

        • #64

          Tatil kalbe iyi gelir” diyen Bayındır İçerenköyHastanesi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Timur Timurkaynak, kalp ve tansiyon hastalarına sağlıklı tatilin reçetesini yazdı: Tatile gitmeden önce mutlaka kalp kontrolünden geçin. Saat 10:30 ila 15:30 arasında, güneşe çıkmayın. Öğle saatlerinde kısa bir şekerleme iyi gelir. Sıvı kaybına karşı bol su ve soda için. Yüzerken çok açılmayın, ayaklarınızın değdiği yerlerde yüzün. Kardiyoloji uzmanı olan yerlerde tatil yapmayı tercih edin. Bacakta şişkinlik ve halsizlik başladıysa doktorunuzu arayın!

          Yaz aylarının gelmesiyle birlikte tatil telaşı başlarken, aşırı sıcaklarda gerekli önlemleri almayan tansiyon ve kalp hastalarını bazı tehlikeler de bekliyor. Tatilin kalp için çok yararlı olduğunu vurgulayan Bayındır İçerenköy Hastanesi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Timur Timurkaynak, “Tatil, ruhen ve kalben rahatlatır, gençleştirir. Ruhunuza iyi gelen her şey kalbinizi de besler, gençleştirir” diyor. Ancak gerekli önlemler alınmadığı takdirde kalp ve tansiyon hastaları açısından bazı sakıncalar olabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Timurkaynak, bazı küçük ama etkili önlemlerle tatilden sağlık depolamış bir halde dönülebileceğini söylüyor. İşte Prof. Dr. Timurkaynak'ın tatil planı yapanlar için 10 önerisi:





          ÖNCE DOKTOR SONRA TATİL:Tatile çıkmadan önce mutlaka kalp kontrolünden geçin. Böylece tatile gitmeden önce herhangi bir sağlık sorununuz varsa önceden önlemini almış ve tatilde herhangi bir tatsızlık yaşamamış olursunuz. Ayrıca tatilden döndükten sonra kışa hazırlık için tekrar doktor kontrolünden geçmenizde fayda var.


          KISA ŞEKERLEMELER İYİ GELİR: Sıcak ve nemli hava kalbiniz için yük oluşturur. Bu nedenle saat 10:30 ila 15:30 arasında, güneş ışınlarının en etkili olduğu saatlerde güneşe çıkmayın. Serin ve gölgede istirahat edin. Öğle saatlerinde kısa bir şekerleme iyi gelir.


          İDRAR SÖKTÜRÜCÜ KULLANANLAR DİKKAT:Sıcak nedeniyle vücut tuz ve su kaybeder. İdrar söktürücü ilaç kullanan tansiyon ve kalp yetmezliği hastaları, bu nedenle çok daha dikkatli olmalı, doktorlarına danışarak gerekirse ilaç dozlarını azaltmalıdırlar. Aksi halde artan sıvı kaybı nedeniyle tansiyon düşebilir ve böbrek fonksiyonları bozulabilir.


          SIVI KAYBINA KARŞI SU VE SODA: Sıcak nedeniyle terleme ile kaybedilen sıvı ve tuz mutlaka yerine konmalı, bol sıvı (tercihan su ve soda) alınmalıdır. Baş dönmesi, göz kararması gibi şikayetler ortaya çıkarsa tansiyon çok düşmüş olabilir; ilaç dozları doktora danışılarak azaltılabilir.


          YÜZDÜĞÜNÜZ DENİZ BOYUNUZU AŞMASIN: Kalp ve tansiyon hastaları, yüzerken çok açılmamalı, ayakların yere değdiği yerlerde yüzmeli.


          AKDENİZ MUTFAĞI ÖMRÜ UZATIR:Ağır yağlı yemekten ve aşırı alkolden mutlaka uzak durulmalı, yaz meyve ve sebzeleri ile zeytinyağlı hafif yemek ve salatalar tercih edilmeli. Unutmayın, Akdeniz mutfağı yaşam uzatan tek mutfaktır.


          SICAKTA SPOR KALBE ZARAR:Sıcak ve nemli havalarda aşırı ve ağır egzersiz yapılmamalı. Sabah erken ve akşam saat 17’den sonra yapılan yüzme, yürüyüş ve egzersiz hareketleri en uygun yaz sporlarıdır.


          İSHAL VARSA ÖNCE BOL SIVI SONRA DOKTOR: Yaz aylarında sıkça rastlanan besin zehirlenmeleri sonucu ortaya çıkan ishal, sıvı kaybına neden olarak, böbrek fonksiyonlarınızı bozabilir ve tansiyonu düşürebilir. Vakit kaybetmeden bol sıvı alınmalı ve doktora başvurulmalı.


          BACAKTA ŞİŞKİNLİK BAŞLADIYSA DOKTORA:Göğüs ağrısı, nefes darlığı, baş dönmesi, bitkinlik, halsizlik, çabuk yorulma, çarpıntı ve bacaklarda şişlik gibi şikayetler olursa mutlaka zaman kaybetmeden doktorunuza danışın.


          DOKTORU OLAN YERLERDE TATİL YAPIN:Tatil yapacağınız bölgedeki hastanelerde kardiyoloji uzmanı olup olmadığını ve 24 saat boyunca koroner anjiyo yapılıp yapılmadığını öğrenin. Bu merkezlerin telefonlarını mutlaka kaydedin.

          Yorum yap

          • #65

            Yaşlılık döneminde basit ancak düzenli egzersiz alışkanlığı edinerek tansiyon, şeker, kolesterol yükseklikleri, eklem kireçlenmeleri, kemik erimesi, kas güçsüzlüğü ve unutkanlığın azaldığı, hatta ilaç kullanımına daha az ihtiyaç olduğunun bilimsel çalışmalarla kanıtlandığını söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Aslı Özmaden Hantal şu bilgileri verdi:

            Yaşlanma insan ömrünün doğal bir sürecidir. Bu süreçte zaman içinde damarlarımız ve kalbimiz yaşlanmakta ve buna bağlı kan dolaşımımız azalmakta, sonuçta tüm dokularımızın oksijenlenmesi ve metabolizması yavaşlamaktadır. Yapılabilecek en basit egzersizler yürüme, bisiklet, yüzme gibi egzersizlerdir.



            GÜNDE 2 KEZ 20 DAKİKA YÜRÜYÜN

            Her tür hastalıkta güvenli olan 20 dakika yavaş-orta tempolu yürüyüşler gün içinde en az 2 defa tekrarlanmalıdır. Yürüyüşlerimiz tercihen oksijen düzeyimizi arttırmak amaçlı açık havada olmalı, ev içinde ya da spor salonunda ortam iyi havalandırılmalıdır. Bu kısa yürüyüş süresi içinde dahi herhangi bir yerimizde rahatsız edici düzeyde ağrı, çarpıntı, nefes darlığı gibi şikâyetler gelişirse yürüyüş sonlandırılmalıdır. Açık hava yürüyüşleri oksijen dışında güneş aracılığıyla D vitamini düzeyimizi de arttırmaktadır. Ancak saat 10 ile 14 arası güneşin en dik olduğu saatlerde tansiyon yüksekliği ve kanserojen ışınların etkisinden korunmak için yürüyüşten kaçınılmalıdır.



            SPORU AÇIK HAVADA YAPIN

            Bisiklet kalça, diz ve ayak bilek ekleminde sorunu olmayan bireyler için tercih edilmelidir. Yine açık hava tercih edilmekle birlikte ev ve spor salonunda sabit bisiklet kullanırken ortamın iyi havalandırılmasına dikkat edilmelidir. Gerek yürüyüş, gerekse bisiklet egzersizlerinde spor giysilerimizin terimizi iyi çeken pamuklu giysiler olması, ayakkabımızın yeri ve ayağımızı iyi kavrayan, ortopedik tabanlı spor ayakkabısı olması önemlidir.



            YÜZME AKCİĞER KAPASİTESİNİ ARTIRIR

            Yüzme akciğer kapasitemizi arttıran en önemli sporlardan olup, yaşla beraber gelişebilecek sırttaki kamburlaşmayı engellemesi, tüm vücut kaslarını çalıştırması, yer çekimi etkisi kaldırılmış olduğu için eklemlerimize yük bindirmemesi bakımından da önemli bir egzersizdir. Suyun stres giderici özelliğinden de yararlanılmaktadır.

            Tüm bu egzersizlerin bir grupla yapılması hem düzenli devamı sağlaması hem de sosyal ortam sağlaması bakımından daha avantajlıdır. Yeterli yeşil alan, park, spor salonu ve havuz imkanına sahip olmak hareketli kalmak için şart değildir. Pencereleri açıp ev içinde ufak alanlarda yukarıda belirttiğimiz sürelerde yürüyüş dahi yapmak pek çok sistemimizi düzene sokacaktır. Aksi halde kas ve kemik gücü kaybı ile birlikte gittikçe hareketsizleşip, kilo alıp, daha fazla tansiyon, şeker ve kolesterol ilacına bağımlı kalmamız kaçınılmazdır.



            BOL SU İÇİN

            Atasözlerimizde denildiği gibi işleyen demir pas tutmaz. Sadece yaşlılıkta değil tüm yaş dönemlerinde hareket vücudumuzun dinç ve diri kalması için temel şartlardan biridir. Bol su içmek, oksijenli ortamlarda bulunmaya çalışmak ve egzersiz yapmak uzun ve sağlıklı bir yaşam için gereklidir.

            Yorum yap

            • #66

              Ancak bu kontrolsüz gelişen ve büyüyen hücrelerin vücudun diğer bölgelerinde yayılması kanserin öldürücü karakteri oluyor. Kanser hastalığı ile savaş farklı tıp branşlarını ilgilendirir. Burada asıl amaç; kansere yakalanmanın önlenmesi ya da azaltılması, teşhiste geç kalmanın önlenmesi ve oluşan kanserinin tedavisidir.

              Medicana Bahçelievler Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Hasan Taşçı, kanser tedavisinde uygulanan cerrahi yöntem hakkında önemli bilgiler verdi.

              Kanser tedavisinde ameliyatla kanserin ve yayıldığı alanların çıkartılması cerrahi branşlarını ilgilendirmektedir. Günümüzde pek çok kanser için cerrahi halen en etkin tedavi yöntemidir. Onkoloji ve nükleer tıp gibi branşlar vücuttaki kanser hücrelerinin öldürülmesini amaçlayan uygulamaları yaparlar. Radyoterapi ya da radyasyon onkolojisi uzmanlarında yine vücuttaki kanserli dokuları öldüren ışın tedavisi denenen uygulamalar yaparlar.

              Kanser Tedavisinde Cerrahi Yöntem En Etkin Tedavidir

              Pek çok kanser çeşidinde cerrahi günümüzdeki en etkili tedavi yöntemidir. Cerrahiden önce ya da sonra radyoterapi ve kemoterapi uygulamaları kanser çeşidine göre uygulanır.

              Son yıllarda karın içindeki kanser ameliyatlarına tümörlü organ ve dokuları çıkarttıktan sonra kemoterapi ilaçlarının ısıtılarak uygulanması yöntemi geliştirildi. Burada karın zarı(periton) yayılmış kanserli dokularını da cerrahi ile çıkarttıktan sonra sıcak kemoterapi ile geride kalan kanserli dokuları öldürmeyi amaçlamaktayız.

              Karaciğerde kendinden çıkan kanserlerde tek çare ameliyatla kanserin çıkartılmasıdır. Çıkartılamayacak boyutlardaki kanserlerde karaciğer nakli planlanabilir.

              Pankreas kanserlerinde de tek şifa şansı pankreas kanseri ameliyatıdır. Kanserin çevre lenf dokuları ile çıkartılması ana prensiptir. Kanser çıkartıldıktan sonraki onarım işlemlerinde otomatik dikiş aletleri ve damar yapıştırıcı kullanarak ameliyat süreleri 1,5-2 saate kadar inmektedir. Burada ameliyat süresinin kısaltılması ameliyat sonrası oluşacak komplikasyonları açısından çok önemlidir.

              Karın içindeki kanserlerin karaciğere metastaz yapmış pek çok türünde de hem asıl kanserli organ hem de karaciğer metestazlarının çıkartılması şifa için şarttır. Son yıllarda meme kanserlerinin karaciğer metastazlarının cerrahi olarak çıkartılması ile iyi sonuçlar alınmaktadır.

              Yorum yap

              • #67

                Son yıllarda özellikle bel fıtığı vakalarında artış yaşanıyor. Bu artışta, aniden yapılan yanlış hareketlerin yanı sıra yatağa yatış biçimi de etkili oluyor. Uzun vadede belde oluşabilecek sorunlara yol açmamak için yatağa yatış biçiminin de birtakım kuralları bulunuyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahı Prof. Dr. Yunus Aydın, her gün yatarken yapılan yanlış hareketlerin, vücutta küçük tahribatlar yaparak biriktiğini ve belde erken eskimelere neden olduğunu söyleyerek kuralları anlattı.



                Yatma işine oturarak başlayın

                Vücudun belli hareketleri tolere edebildiğini ifade eden Prof. Dr. Yunus Aydın, yanlış hareketler yapıldığında vücuttaki oluşumlar hakkında, “Adalelerin kasılması bağlar vasıtasıyla eklemler üzerine etki ediyor. Bu etki özellikle bel bölgesindeki omurgalar arasındaki disklerde, küçük kırılmalar ve eskimelere yol açıyor” diyor. Prof. Aydın, yatağa yatarken izlenmesi gereken adımları şöyle sıralıyor:

                “Önce yatağa oturmalı,
                Eli biraz açarak yatağa koymalı,
                Sonrasında dirseği yatağa koymalı,
                Son olarak da bacakları yukarı çekip yana dönerek yatmalı.”


                Koldan destek almak yükü azaltıyor

                Bu kademelerle yatağa yatıldığı zaman, koldan alınan destekle gövdenin belli bir yükü karşılanmış oluyor. Hiç destek almadan yatıldığı zaman bütün yük bel adalelerine binmiş oluyor. Yataktan kalkarken de adımların tam tersini izleyerek kalkmak gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yunus Aydın, “Hastanın hiçbir problemi yoksa bu adımları izleyerek beli daha uzun süre sağlıklı kalıyor, daha az eskiyor. Yanlış yapılan hareketler, omurilik ve sinirlerin kanlanmasının bozulması sonucunu doğuruyor. Bu da kanal darlığı veya bel fıtığına; kimi zaman da ikisine birden sebep oluyor. Bu tür hastalığı olanların kurala uygun yatması ağrısız yatmasını sağlıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.



                Bel fıtığı olmamak için bilinçlenmek gerekiyor

                Hastalarına nasıl yatmaları gerektiğini öğrettiğinde, zaten o hareketleri yapmadan kalkamadıklarını söylediklerini aktaran Prof. Dr. Yunus Aydın, aslında vücudun siniri korumak adına kişiye doğru yolu buldurduğunu aktarıyor. Prof. Dr. Aydın, vücudun bilinç dışı bulduğu doğru yolun bilinçli şekilde uygulandığında bel sağlığının korunmuş olacağını ifade ediyor ve şunları söylüyor: “Önleyici tıpta, hastalığın tedavisinin yanı sıra hasta olmamayı sağlamak önem teşkil ediyor. Bel fıtığının tedavisi nasıl doktoru ilgilendiriyorsa, bel fıtığı olmamak da herkesi ilgilendiriyor. Aslında toplumsal bir konu olan bel fıtığının, kamu spotları arasına; hatta Milli Eğitim müfredatı içerisine konulması gerekiyor. Öğrenciye vücut ile ilgili bilgiler belli bir oranda öğretiliyor ama vücudunu nasıl kullanması gerektiği öğretilmiyor.”



                Beyin hareketleri otomatik olarak yapıyor

                Doğru yatış biçiminde uygulanması gereken adımlar kişilere ilk anda uğraştırıcı gibi gelebiliyor. Ancak birkaç pratikten sonra otomatik olarak bu şekilde yatılmaya alışılıyor. Prof. Dr. Yunus Aydın, “Beyin bir şeyi öğrendiğinde beynin kabuğunu kullanıyor. Daha sık yapılmaya başlandığında ise beyin kabuğu öğrenilen şeyi bir alt kademeye alıyor. Kişi, bir alt kademedeki öğrenilmiş bilgiyi otomatik olarak yapmaya başlıyor. Örneğin araba kullanmayı öğrenen bir kişi ilk zamanlar her adımı düşünerek yapıyor, ancak usta sürücü hiçbir adımı düşünmeden otomatik bir şekilde arabayı kullanıyor” diyerek kişilere, bel ile ilgili sağlık sorunları yaşamadan doğru yatış alışkanlığını bir an önce kazanmalarını öneriyor.

                Yorum yap

                • #68

                  Diş telinin, diş kökü ve kemiklere zarar vereceği, çürük oluşumuna neden olacağı söyleniyor. Bunlar tamamen yanlış ve kulaktan dolma bilgilerdir. Ortodontik tedavi hastanın ağız bakımına azami özen gösterdiği ve 4-6 haftalık periyodik kontrollerine uyduğu sürece ömür boyu sağlıklı ve düzgün dişler sunar” diye konuştu.

                  Hospitadent Diş Hastanesi Ortodonti Uzmanı Dr. Hatice Kübra Kavaz, halk arasında tel tedavisi (ortodontik tedavi) hakkında doğru bilinen yanlışları açıkladı.

                  İşte O Açıklamalar !

                  1.Çapraşık dişler zamanla düzelir.

                  Hayır düzelmez. Üst çene ve/veya alt çenesi normalden ileri veya geride olan, üst dişleri alt dişlerini çok fazla örten ya da hiç örtmeyen, dişleri çapraşık veya boşluklu olan, diş eksikliği, diş fazlalığı veya gömülü dişleri bulunan bireylerin ortodontik tedavi ihtiyacı bulunmaktadır.

                  2. Diş teli, çürük ve leke oluşumuna neden olur.

                  Hayır diş teli çürük oluşturmaz. Diş teli takmadan önce nasıl ağız ve diş bakımımıza özen gösteriyorsak aynı özeni diş teli varken de göstermeliyiz. Çünkü ortodontik tedavi süresince ağız içerisinde diş tellerine bağlı olarak gıda artıklarının mesken edineceği daha çok tutucu alan oluşur. Ağız ve diş bakımı tam olarak yapılmaz, dişler fırçalanmaz, hijyen alışkanlığı kazanılmaz ise çürük oluşumu kaçınılmazdır. Kısacaağız hijyeni tam olarak sağlandığında diş teli çürük oluşturmaz.

                  Diş teli leke de yapmaz. Halk arasında leke diye tabir edilen aslında etkili fırçalama yapılamaması sonucunda oluşan white spot denilen beyaz nokta çürükleridir. Beyaz nokta bu çürüklerin genel adıdır, bu çürükler sarı turuncu lezyonlar şeklinde de oluşabilir.

                  3. Dişlerin tel ile yerlerinin değiştirilmesi diş köklerine ve kemiklere zarar verir.

                  Hayır vermez. Öncelikle dişin nasıl hareket ettiğinin bilinmesi gerekir. Ortodonti tedavisinde dişlere en basit tabiriyle itme ve çekme kuvvetleri uygulanır, dişlere uygulanan kuvvetler fizyolojik yani dokuya zarar vermeyen kuvvetlerdir bu kuvvetler sayesinde dişin gittiği yerde kemik yıkımı olurken geldiği yerde ise yeni kemik yapımı olur. Bu sayede tedavi esnasında dişlerde minimal düzeyde sallanmalar olmasına karşın diş yuvasından çıkmaz. Kısaca dişlerin tel ile yerlerinin değiştirilmesi diş köklerine ve kemiklere zarar vermez.

                  4. Tel tedavisinden sonra dişler eski halini almaz.

                  2. aşama tedavi olan pekiştirme tedavisi yapılmadığı takdirde dişler eski haline döner. Ortodontide temel bir kural vardır. Dişler daimi tedavi öncesindeki konumlarına dönmek isterler. Bu nedenle pekiştirme tedavisiyle birlikte mevcut düzelmenin kalıcı hale getirilmesi çok önemlidir. Bu tedavi dişlerin iç kısımlarına retainer denilen tellerin yapıştırılması ve hastanın aktif tedavi sıklığında olmasa da dönem dönem kontrol edilmesi durumudur. Hastalar pekiştirme tedavisi hakkında en çok ‘’Zaten 1.5 senedir tel takıyorum tam çıktı derken simdi de iç kısma mı tel takacaksınız ?’’ diye yakınırlar ancak pekiştirme tedavisinde kullanılan teller son derece ince olan ve takıldıktan 3 gün sonra varlıkları dahi hissedilmeyen tellerdir.





                  5.Yaşça büyük kişiler diş teli takamaz, taksa da işe yaramaz.

                  Hayır, yaşça büyük kişiler de takabilir! Çapraşık dişler yalnızca çocuk yaşlarda düzelir düşüncesi de doğru bilinen bir yanlıştır. Diş teli her yaşta takılabilir. Günümüzde tel tedavisi talebiyle ortodontiste başvuran erişkin hasta sayısı oldukça fazladır. Erişkin hastalarda daimi diş kayıpları sonucu oluşan boşluklara komşu dişler devrilir ve bu durum ideal protez ve/veya implant yapımını imkansız hale getirir. Bu sebeple günümüzde bu tarz problemler için kısa süreli ortodontik tedavi talebi erişkin hastalar arasında oldukça yaygındır.

                  Ancak çene problemlerinin tedavisi için ağaç yaş iken eğilir atasözü geçerlidir. Erişkin hastalardaki çene problemleri ciddi boyutlarda değilse kompanzasyon denilen maskeleme tedavisi uygulanarak diş hareketleriyle çene problemleri maskelenebilir. Buna rağmen erişkin hastalarda ileri boyuttaki çene problemlerinin tedavisi için cerrahi alternatifler düşünülmelidir.

                  Yorum yap

                  • #69

                    Genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkan ve yaşam kalitesini oldukça düşüren parkinson hastalığında aklımıza genellikle ‘hareketlerle ilgili’ belirtileri geliyor. Aslında bu hastalık hemen herkes tarafından bilinen tipik belirtilerini vermeden uzun yıllar önce başlamış oluyor. İlk evrelerinde de hareketle ilgili olmayan “öncül belirtiler” ile uyarı sinyali verebiliyor. Örneğin; uyku bozukluğu, koku duyusunda azalma ve kabızlık gibi sorunlar hareketle ilgili olan yakınmalardan yıllar önce ortaya çıkabiliyor! Eğer bu öncül belirtiler gözden kaçıp parkinson tanısı konmazsa, hastalığa yönelik tedavi uygulanmadığı, bir başka deyişle altta yatan neden ortadan kaldırılamadığı için hasta uzun yıllar uyku bozukluğu gibi sorunlarla yaşamak zorunda kalabiliyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Beyza Çitçi Yalçınkaya bu nedenle özellikle 40 yaş sonrasında bu tür şikayetler geliştiğinde Parkinson hastalığından şüphelenilmesi gerektiğine dikkat çekerek, “Erken tanı konulduğunda hastalığın ilerlemesini önlemek mümkün olmasa da, yakınmalar ortadan kaldırılabiliyor. Hasta da bu sayede konforlu bir yaşam sürebiliyor” diyor.



                    Sadece yaşlılık hastalığı değil

                    Parkinson hastalığı, orta beyin bölgesinde dopamin üreten hücrelerin kaybıyla ortaya çıkıyor. Hastalık, hareketlerin kontrolünden, uyumundan ve akıcılığından sorumlu olan ve beyin bölgeleri arasındaki mesajların iletilmesini sağlayan dopamini üreten hücrelerin, yüzde 60 ila 80’inin kayba uğramasıyla oluşuyor. Bu durum altta bir neden olmaksızın gelişebileceği gibi, genetik yatkınlık nedeniyle de oluşabiliyor. Toplumda parkinson hastalığının sadece ileri yaştaki kişilerde ortaya çıktığına dair bir kanı var. Oysa sanılanın aksine parkinson hastalığı sadece yaşlılarda gelişen bir hastalık değil. Nöroloji Uzmanı Dr. Beyza Çitçi Yalçınkaya, genellikle 55-60 yaşlarından itibaren görülen Parkinson hastalığına genetik yatkınlık sebebiyle 40’lı yaşlarda da rastlanabildiğine dikkat çekiyor.



                    En bilinen belirtisi titreme ve hareketlerde yavaşlama

                    Parkinson hastalığında belirtiler kişiden kişiye değişebiliyor. İlk semptomlar genellikle bir elin hareketlerinde yavaşlama ve yürürken kolun daha az savrulması oluyor. Buna omuz ağrısı da eşlik edebiliyor. Pek çok kişi başlangıçta hafif düzeyde ve en çok dinlenme halindeyken fark edilen titremeler yaşıyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Beyza Çitçi Yalçınkaya, hastalığın en belirgin ve sık görülen belirtilerini şöyle sıralıyor:

                     Ellerde ve hastalığın ileri evrelerinde vücudun diğer bölgelerinde titreme,

                     Harekete başlamakta güçlük, sonrasında ani hızlanma,

                     Hareketlerde ve yüzün mimik kaslarının hareketlerinde yavaşlama veya hareket edememe,

                     Kişinin yazdıklarının okunaksız olması, küçük yazmaya başlama,

                     Konuşma bozukluğu, kısık sesle ve donuk konuşma,

                     Öne doğru eğik durma, kaslarda sertleşme,

                     Depresyon, cinsel işlev bozukluğu ve anksiyete.



                    Tedavi hastalığın ilerlemesini yavaşlatıyor

                    Hastanın şikayetleriyle birlikte nörolojik muayenede kasların sertleşmesi, titreme ve hareketlerde yavaşlık varsa tanı konulduğunu belirten Dr. Beyza Çitçi Yalçınkaya, tedavi yöntemlerini şöyle anlatıyor: “Parkinson hastalığında her hastaya aynı tedavi uygulanmıyor. Hastanın yaşı, hastalığın belirtileri ve evresi gibi faktörlere göre farklı tedavi yöntemlerine başvuruluyor. İlaç tedavisi ile şikayetlerin ortadan kalkması sağlanıyor ve hastalığın ilerlemesi yavaşlatılıyor. Ancak hastalık düzelmiyorsa ya da ilaç kullanımı ile ilişkili yan etkiler ortaya çıkmış ise; cerrahi tedavilere de başvurulabiliyor.



                    Egzersiz ilaç kadar etkili

                    Hastalığın önlenmesinin günümüzde henüz mümkün olmadığını belirten Dr. Beyza Yalçınkaya, parkinson hastalığı ile mücadele etmede erken teşhis, uygun ilaçlarla doğru tedavi seçimi, fizyoterapi ve egzersizin çok önemli olduğuna dikkat çekiyor. Egzersizin altını özellikle çizen Dr. Beyza Çitçi Yalçınkaya, “Egzersiz sayesinde sadece yürüyüş, denge ve duruş düzelmekle kalmıyor; bunun yanı sıra hastalığın depresyon, durgunluk, yorgunluk ve kabızlık gibi başka psikolojik ve fizyolojik tepkileri de olumlu yönde etkileniyor” diyor.

                    Yorum yap

                    • #70

                      Neyin zararlı ve neyin faydalı olduğunu, hangi maddenin ne kadar miktarda ve sürede vücudumuzda olması gerektiğini ve hormonların dilini en iyi böbrekler anlıyor. Sağlıklı bir şekilde vücudumuzun ayakta kalmasını sağlayan böbrekler; idrar aracılığıyla vücuttan atık maddeleri ve fazla sıvıyı uzaklaştırıyor. Vücut kimyasının dengeli bir şekilde korunmasını sağlayarak, diğer organların ahenk içinde çalışmasına da yardımcı oluyor. Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, “Reçetesiz vücuda alınan ilaçlar bazen kullanılan doz ve süreye, bazen de hiçbir şekilde doza bağlı olmaksızın böbrek hasarı oluşturabilir” açıklamasında bulundu.

                      Böbreklerin işlevlerinden ziyade vücuda sağladığı faydalar saymakla bitmiyor. Söz konusu böylesine hayati bir organ olan böbrekleri hayat boyu korumak ve onların sağlıklı kalmasını sağlamanın önemine değinen Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu “Ayrıca böbreklerimiz, tansiyonu düzenleyen hormonlar (renin, anjiotensin gibi) ile kemik iliğinde alyuvar yapımını uyaran hormonu (eritropoietin) üretiyor; kalsiyum ve kemik metabolizmasını düzenleyen D vitaminini aktif hale getiriyor; kan şeker düzeyini ayarlayan insülin hormonu işlevini tamamladıktan sonra böbreklerde yıkılıyor. Sonuç olarak böbrekler, vücudumuzun sağlıklı bir şekilde ayakta kalabilmesi için hayati önem taşıyan görevlere sahip. Bu nedenle vücudumuzun bu doğal koruma mekanizmasını, dolayısıyla sağlığımızı korumak için önlemler almalıyız” dedi.



                      Diyabet böbrek hasarına neden oluyor

                      Yürüyüş, hafif koşu, bisiklete binmek gibi egzersizleri düzenli olarak yapan kişilerin hem dinç bir bedene sahip olup, hem de fazla kilolardan kurtulduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, böylece diyabet, hipertansiyon gibi hastalıkların böbreklerde neden olabileceği hasarın önlenebileceğini belirtti. Atasoyu, “Diyabet, kronik böbrek hastalığına neden olan hastalıklar içinde ilk sırada yer almaktadır. Günümüzde diyaliz tedavisi görmekte olan hastaların yüzde 30-40’ında böbrek yetmezliğinin nedeni diyabete bağlı böbrek hasarıdır. Uygun ilaç tedavisi, diyet ve egzersiz programı ile kan şekeri düzeyi ve kan basıncı normal sınırlarda tutularak böbrekler diyabetin olumsuz etkilerinden korunabilir. Ayrıca diyabet gelişimi riskine sahip kişilerin (kilo fazlalığı olan, az hareket eden, ailesinde diyabet bulunan vb.) yılda bir kez kan şekeri ölçümü yaptırmaları, diyabetin erken dönemde saptanmasını ve etkin olarak tedavisinin gecikmeden başlamasını sağlayabilir” dedi.



                      Tuz tüketimini azaltın

                      Diyabete ek olarak hipertansiyonun da kronik böbrek hastalığına yol açan bir faktör olabileceğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, tansiyonun yüksek seyrettikçe böbrek hastalığının ilerlemesinin hızlandığını belirterek “Dirençli hipertansiyon varlığında, buna yol açan neden kronik böbrek hastalığı olabilir. Günümüzde hipertansiyon, diyabeti olan veya olmayan bireylerde kronik böbrek hastalığı gelişimi ve ilerlemesinde oldukça etkilidir. Toplumun geneline göre kronik böbrek hastalığı olan bireylerde hipertansiyon görülme sıklığı daha yüksektir. Sağlıklı beslenme, hipertansiyon, kronik böbrek hastalığı ve kalp-damar hastalıkları gelişimini önler. Sağlıklı beslenmenin en önemli kurallarından biri tuz tüketimini azaltmak. Bunun için, masada tuzluk bulundurmamak, yemekleri baharat ve bitkiler (nane, kekik vb.) ile tatlandırmak yararlı olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü bir günde alınması gereken tuz miktarının 5 gram olduğunu bildiriyor. Ancak ülkemizde günlük ortalama tuz tüketimi 18 gram civarındadır. Beslenme programında özellikle taze yiyeceklerin tercih edilmesi, konserve yiyeceklerin (sebze, baklagiller, et, balık gibi) ise tüketilmeden önce sudan geçirilmesi tuz alımının azaltılması açısından önemlidir.



                      Yeterli miktarda sıvı alın

                      Bilimsel görüşe göre günlük 1.5- 2 litre su tüketilmesinin sağlık için gerekli olduğunu anlatan Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, sağlıklı böbrekler için şu ipuçlarını verdi: “Araştırmacılara göre yeterli sıvı tüketimi kronik böbrek hastalığı gelişimi riskini azaltıyor. Sigara, böbrek kan akımında azalmaya neden olur. Böbrek, kan akımı azaldığında yeterince süzme yapamaz ve atık maddeler vücutta birikir. Reçetesiz vücuda alınan ilaçlar bazen kullanılan doz ve süreye bazen de hiçbir şekilde doza bağlı olmaksızın böbrek hasarı oluşturabilir. Bir veya daha fazla yüksek risk faktörüne sahipseniz yılda bir kez böbrek fonksiyonlarınızı kontrol ettirmelisiniz. Diyabetik, hipertansif, kilo fazlalığı-şişman olan, aile üyelerinden bir tanesinde böbrek hastalığı bulunan bireylerin bir uzmana başvurarak, kronik böbrek hastalığı yönünden doktorun planlayacağı tahlilleri yaptırması yararlı olur” dedi.



                      Gelişen teknoloji sayesinde cihazlar artık daha küçük

                      Diyabetik ve hipertansiyonu olan hastaların dışında ileri yaş (60 yaşından büyük), sürekli antiromatizmal veya kemoterapi ilaçları kullanan, ailesinde böbrek hastalığı olan kişilerde böbrek hastalığı gelişme riskinin olduğunu vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, ileri evre böbrek yetmezliği gelişen hastaların hayata tutunmalarını sağlayan diyaliz ve böbrek nakli tedavilerinde son yıllarda önemli gelişmelerin kaydedildiğini vurguladı. Atasoyu “Hastaların evlerinde periton diyalizi dışında, hemodiyaliz tedavisini de alabiliyor olması diyaliz hastasının yaşam konforunu artırmış durumda. Ayrıca gelişen nanoteknoloji sayesinde hastanın üzerinde taşıyabileceği büyüklükteki hemodiyaliz cihazı geliştirme çalışmaları oldukça ilerledi. Bunun yanında, böbrek nakli tedavisinde vericinin kan grubu uygun olmasa da başarılı böbrek nakillerinin yapılabilmesi, pek çok böbrek bekleyen hasta için umut oldu” açıklamasında bulundu.

                      Yorum yap

                      • #71

                        öyle ki günümüzde her 7 kişiden 1’i kalp kriziyle karşı karşıya. Üstelik artık bu sorundan gençler de nasibini alıyor; ekonomik gelişme sonucu aşırı beslenme ve sigara tüketiminin artması nedeniyle gençlerde de kalp krizi sıklığı gün geçtikçe artıyor. Bu iç karartan tablonun yanı sıra, yüz güldüren sonuçlar da var: Kalp krizi aslında yaşam alışkanlıklarında alınabilecek önlemlerle yüzde 70-80 oranında önlenebiliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. İlke Sipahi, kalp krizine yol açan nedenleri anlattı, önemli önerilerde bulundu!

                        Sigara
                        Her ne kadar klişe gibi gözükse de bazı gerçekler hiç değişmiyor; o da sigaranın kalp krizi riskini misliyle arttırdığı. Araştırmalar gösteriyor ki sigara kalp krizini erkeklerde de kadınlarda da yaklaşık 3 kat arttırıyor. Üstelik sigara sadece kalp krizi riskini arttırmayıp, akciğer hastalıkları ve gırtlak ile mesane kanserlerinin yanı sıra birçok kanser çeşidinin de riskini dramatik olarak arttırıyor. Sigara içiyorsanız, bu zararlı alışkanlığınızı bir an önce bırakın.

                        Yüksek kolesterol
                        Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. İlke Sipahi, her ne kadar televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında kolesterolün kalp krizine yol açıp açmadığı konusunda tartışmalar sürüyor olsa da, bilim dünyasında böyle bir tartışmanın söz konusu olmadığının altını çiziyor. Kötü huylu kolesterol olan LDL-kolesterol ne kadar yüksekse kalp krizi riski o kadar yüksek oluyor. Öte yandan iyi huylu HDL-kolesterol seviyesi de ne kadar yüksekse kalp krizi riski o kadar düşüyor. Ancak kolesterol seviyelerimiz sadece diyetten etkilenmiyor. Genetik faktörler de çok önemli. Diyet yeterli olmadığında ‘‘statin’’ grubu kolesterol ilaçları kriz riskini tartışmasız olarak belirgin azaltıyor. Kolesterolü azaltmak için sakatattan, kalamar, midye, karides gibi kabuklu deniz hayvanlarından, kırmızı et, sucuk, salam, sosisten, kızartmalardan, tam yağlı yoğurt ve süt ile tereyağından ve kaymak, krema, mayonez gibi yağlı gıdalardan uzak durmak gerekiyor. Öte yandan fındık, ceviz ve yer fıstığı gibi kuruyemişler kolesterol seviyesinde mütevazı olarak bazı düzelmeler sağlayabiliyor.

                        Diyabet
                        Diyabet kalp krizinin çok önemli bir nedeni. Diyabet hastaları en sık kalp krizi nedeniyle hayatını kaybediyor. Öyle ki kalp krizinden ölüm oranı tip 1 diyabetlilerde 3-10 kat, tip 2 diyabetlilerde erkekse 2, kadın ise 4 kat artıyor. Bunun nedeni ise diyabetin damar duvarının esnekliğini bozması, kanda pıhtılaşmayı artırması ve damar iç yüzeyindeki hücre hasarını kolaylaştırması. Prof. Dr. İlke Sipahi diyabet hastalığının sıklığının hem ülkemizde hem de dünyada hatalı beslenmeye ve az harekete bağlı olarak hızla arttığına dikkat çekerek, “ Maalesef son yıllarda hastalar çok yiyip-az hareket etmeyi ‘‘insülin direnci’’ diye yumuşatarak ifade etmeyi tercih ediyor. İsmine ne dersek diyelim oburluk ve hareketsizlik diyabet hastalığına yol açıp kalp krizi riskini arttırıyor.” diyor.



                        Yüksek tansiyon
                        Hipertansiyon, yani yüksek kan basıncı da kalp krizinin risk faktörlerinden. Öyle ki kalp krizi riskini göreceli olarak yaklaşık yüzde 50 oranında arttırıyor. Üstelik sadece kalp krizi riskini değil, inme ve kalp yetersizliği riskini de çok belirgin olarak yükseltiyor. Yüksek tansiyon hastası olmamanın en etkili yolu ise tuz tüketimini azaltıp düzenli egzersiz yapmak.



                        İlerleyen yaş
                        Kalp krizi her ne kadar gençlerde de görülse de risk, artan yaşla beraber yükseliyor. “Öte yandan kalp krizinin gençlerde daha ölümcül olduğu yönündeki kanı da doğru değil.” diyen Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. İlke Sipahi sözlerine şöyle devam ediyor: “ Yapılan araştırmalar yaşlılarda kalp krizi sonrası ölüm oranlarının gençlere kıyasla kat be kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Ancak bu demek değildir ki genç kalp krizi hastalarının tamamı kalp krizinden sağ kurtuluyor.”



                        Erkek olmak
                        Kalp krizi konusunda erkekler kadınlara göre daha şanssız. Kalp krizi riski açısından kadınların yaklaşık 10 yıllık bir avantajı söz konusu. Yani 50 yaşında bir erkeğin riski yaklaşık 60 yaşında bir kadınınki kadar. Buna neden olarak da kadınlardaki östrojen hormonunun koruyucu etkisi gösteriliyor. Dolayısıyla erkeklerin değiştirebilecekleri risk faktörlerine, yani sigara, kolesterol, şeker ve tansiyona daha da erken dikkat etmeye başlamaları gerekiyor.



                        Obezite
                        Obezite tüm damarlarda erken yaşlanma ve işlev bozukluğunun yanı sıra arteroskleroz denilen sertleşmeye, bunun sonucunda da kalp krizine yol açıyor. Obezite kalp krizine genellikle karbonhidrat ve lipid metabolizmalarını bozarak neden oluyor. Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. İlke Sipahi erkeklerde bel çevresi 102 cm’yi kadınlarda 88 cm’yi geçtiğinde riskin belirgin olarak arttığını belirterek şunları söylüyor: “Ancak obezite hali hazırda kalp krizi riski açısından minör bir risk faktörü olarak kabul ediliyor, yani eğer eşlik eden diyabet hastalığı, tansiyon, kolesterol bozukluğu yoksa kalp krizi riskini göreceli olarak sadece yüzde 10-20 oranında arttırıyor.”

                        Aile öyküsü
                        Özellikle 1. derece yakınlarda genç yaşlarda (örneğin babada veya erkek kardeşte 55 yaşından önce, annede veya kız kardeşte 65 yaşından önce) kalp hastalığı öyküsü olması, kişinin riskini arttırıyor. Ancak bu risk artışının özellikle kolesterol seviyeleri üzerinden olduğu. dolayısıyla bireyin kolesterol seviyeleri ideal seviyedeise aile öyküsü olmasına rağmen riskin aslında önemli derecede artmadığı biliniyor.

                        Kanda bazı maddelerin yüksek olması.
                        Şeker ve kolesterol seviyeleri kadar önemli olmasa da, kanda bazı maddelerin yüksekliğinin kalp krizi riski ile ilişkili olabileceği iddia ediliyor. Bunlar arasında karaciğerden üretilen ve iltihap göstergesi olan C-reaktif protein, bir kan yağı-proteini olan lipoprotein(a), bir amino asit olan homosistein, bir pıhtılaşma faktörü olan fibrinojen bulunuyor.

                        -------------Kutu bilgisi----------

                        Bu risk faktörlerine dikkat!

                        Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. İlke Sipahi kalp krizine yol açan diğer faktörleri de şöyle sıralıyor: “Böbrek yetmezliği, özellikle hipertansiyona yol açarak kalp krizi riskini arttırıyor. Bunun yanı sıra gut hastalığı, romatizmal-iltihabi hastalıklar, AIDS hastalığı, aşırı alkol tüketimi, bazı ağrı kesiciler, kadınlarda doğum kontrol hapları ve bazı menopoz sonrası hormon ilaçlarının kullanımı da kalp krizi riskini yükseltebiliyor.”

                        Yorum yap

                        • #72

                          Bu önemli hastalığa dikkat çekmek amacıyla Nisan ayının ilk haftası, Türkiye' de “Kanserle Savaş Haftası” olarak kabul ediliyor. Kanser tedavisinde erken teşhisin önemini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent “Türkiye’de erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanserine sık rastlanıyor. Tıpta yaşanan gelişmeler ve kanserin erken teşhisi için atılan adımlar umut vadediyor. 10 yılda kansere çare bulunabilir” dedi.

                          Dünyada kanser tanısı alan hasta sayısı her yıl 12,7 milyonu bulurken 7,6 milyon kişi de kanser nedeniyle yaşamını kaybediyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre son 4 yılda dünya genelinde kanserin görülme sıklığı yüzde 11 artarak yıllık 14 milyon yeni vakaya ulaşıldı. Rakamlar kanserin her yıl 8,2 milyon hastanın ölümüne neden olduğunu gösterirken erken teşhis hastaların hayatının kurtulmasında büyük önem taşıyor. Bu önemli sağlık sorununa dikkat çekmek ve toplumun kansere yönelik bilincini arttırmak amacıyla Nisan ayının ilk haftasında "Kanser Haftası" başlığı altında etkinlikler gerçekleştirilerek kanserle savaşa yönelik ilginin ve farkındalığın canlı tutulması amaçlanıyor.

                          10 yılda kansere çare bulunabilir

                          Tıpta yaşanan gelişmeler ve kanserin erken teşhisi için atılan adımların umut vaad ettiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent “Kanserde en yeni tedaviler immünoterapi (Bağışıklık sisteminin kanser hücresine yönlendirildiği, bağışıklık sistemi hücrelerinin tümörle savaşmasının sağlandığı tedaviler), gen tedavileri ve hedefe yönelik tedaviler. Kişiye özel hedef tedavileri ve immünoterapileri biz hastanemizde de uyguluyoruz. Tümörün genetik yapısına bakarak saptanan genetik mutasyon ve alterasyonlara göre kişiye uygun tedavileri ve ilaçları belirliyoruz. Kanserde hücre ve aşı tedavileri büyük umut vaat ediyor. Çalışmalar hız kazandı. Özellikle de beyin tümörleri ve pankreas tümörleri üzerinde denenen hücre tedavilerinin sonuçları çok başarılı. Bilimsel araştırmalar bu hızla giderse gelecek 10 yılda kansere çare bulunacak gibi görünüyor” dedi.



                          Erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanserine sık rastlanıyor

                          Dünyada erkeklerde en sık sıra ile Akciğer, Prostat, Kolon (Kalın Bağırsak), Mide ve Karaciğer Kanseri, kadınlarda ise en fazla sırasıyla meme, kolon, akciğer, Servix (Rahim Ağzı) ve Mide Kanseri görülüyor. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı en son rapora göre Türkiye’de her yıl yaklaşık 97 bin erkek, 62 bin kadın yani toplamda 159 bin kişi kansere yakalanıyor. Kanserden ölüm ülkemizde yılda 50.000 civarında. Erkeklerde Türkiye’de Akciğer, Prostat, Kolon ve Mide, Kadınlarda ise Meme, Tiroid, Kolon, ve Mide sırasıyla görülüyor. Ancak Tiroid kanseri olgularının büyük çoğunluğu kurtarılabildiği için ölüm oranı Tiroid kanserinde düşük. Kanserin genetiğine dair önemli bilgiler veren Anadolu Sağlık Merkezi Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent “Artık evre 4 olup da iyileşen hastalarımız var. Bu, kanserin genetik yapısının bilinmesi ve ona yöneltilebilen hedef tedaviler ile ilgili. Gelişen tedavi yöntemleri, hedefe yönelik tedaviler ve teknoloji sayesinde dördüncü evre kanser hastası olmasına rağmen 10 yıl yaşayan, hastalıkları nüksetmeyen hastalarımız var” dedi.

                          CTC teknolojisi kandaki kanser hücrelerini buluyor, sayılarını ve kanser türünü tespit ediyor

                          Son 20 yılda kanserin tedavisi konusunda ciddi gelişmelerin yaşandığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent kanserde erken tanı ve etkin tedavide CTC tekniğinin de önemli rol oynadığına dikkat çekiyor.

                          Eskiden hastadan bir parça alıyor ve yapılan teste göre tedavi uygulanıyordu. Ancak bu yolla uygulanan tedavi bazı hastalarda işe yararken bazılarında yaramıyordu. Artık her hasta için değişkenlik gösteren tümörün genetiğine bakılıyor ve tedavi kişiselleştiriliyor. Kandan kanser teşhisi yapılmasını mümkün kılan son teknoloji CTC ise hastalara umut oluyor. Basit bir kan testiyle kanda dolaşan tümör hücrelerini çok erken evrede bulan CTC tekniği adeta bir dedektif gibi sadece hücreleri bulmakla kalmıyor, kanda dolaşan tümör hücrelerinin sayılarını, hatta hangi tür kanser olduğunu da tespit ediyor. Böylelikle kanser daha yolun çok başındayken önlem alma şansı doğuyor.

                          Yorum yap

                          • #73

                            Bu gibi duruş bozukluklarının çeşitli sağlık sorunları yaşanmasına yol açabileceğini söyleyen Liv Hospital Ankara Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Rıdvan Alaca evde ve iş yerinde yapılacak küçük düzenlemelerle ağrılara karşı koymanın püf noktalarını anlattı.

                            Sırtta kambur duruşa yol açar

                            Uzun süre belli bir pozisyonda oturarak çalışmak, boyun ve sırtta bazı kasların kısalmasına, bazı kasların ise zayıflamasına neden olur. Özellikle bilgisayar başında çalışırken başın aşırı öne doğru eğilmesi süreç içinde boyun kaslarında eşitsizliğe, başın vücut aksına göre daha önde durmasına yol açar. Eğer egzersiz ve spor da yapılmıyorsa uzun süre belli pozisyonda oturmak ve dik oturmamak sırt kaslarının zayıflaması neticesinde sırtta kamburlaşmaya neden olur. Bilgisayarla çalışmak, klavye ve fare kullanırken yapılan ardı sıra hareketler el ve kolda tendon ve bağlarda zorlanmalara, dirseklerin uzun süreli kıvrık kalması ve el bileğinin tekrarlayıcı hareketleri ve basısı kolda sinir tuzaklanmalarına yol açarak el ve parmaklarda uyuşma ve karıncalanmalara neden olabilir. Ayrıca sandalye veya diğer oturulan zeminin sert olması da bel ve kuyruk sokumu ağrılarına neden olabilen bir faktördür.



                            Çalışma Ortamını Doğru Ergonomi ile Düzenle



                            Sandalyenin oturma yüksekliği ayarlanabilir olmalı, kolçaklı ve tekerlekli olmalı. Sırt ve belin sandalye sırtı tarafından desteklenmesi önemlidir. Eğer sandalye beli desteklemiyorsa bir bel yastığı kullanmak faydalı olabilir.
                            Sandalyede oturduğunuz zaman uyluklarınızın yere paralel olması ve ayaklarınızın yere tam basması gereklidir, bunlara olanak verecek şekilde sandalyenizi ayarlayın. Sandalyenin diz arkasında kalan kenarı yumuşak olmalı ve diz arkalarına dayanmamalıdır.
                            Sandalyenin kolçaklarının yüksekliği kollarınızı üzerinde dinlendirdiğiniz zaman vücudunuzu kamburlaştırmayacak veya omuzlarınızın aşağıya sarkmasını gerektirmeyecek şeklide olmalıdır.
                            Masa genişliği yeterli olmalıdır ve çalışma sırasında kullanılan gereçlerin uzanma veya dönme hareketleri gerekmeyecek şekilde kolay ulaşılabilir yakınlıkta olmalıdır
                            Klavyenizi ve sandalyenizi ayarlayarak klavye ile yazma sırasında dirseklerinizin 90 derece el bileklerinizin ise düz durumda olmasını sağlayın. Fare klavyenin yanında bulunmalıdır.
                            Bilgisayar ekranı tam karşınızda olmalıdır, ekranın üst kenarı göz seviyesinde olacak şekilde ayarlayın.


                            Germe ve postür egzersizleri yapın

                            Çalışma ortamı ne kadar uygun olsa da, sık sık çalışmaya ara vermek ve pozisyon değiştirmek gerekir. Örneğin, her 10 dakikada bir 30 saniye kadar gözlerinizi ekran dışında başka alanlara kaydırın ve bakın, yarım saatte bir kalkarak germe hareketleri yapın. Bu tür molalar sırasında yapılabilecek basit, kol, boyun ve sırta yönelik germe ve postür egzersizleri çalışma sırasında tekrarlayan hareketlerin yol açtığı kas gerginliklerini, kasılmaları ve kas ağrılarını azaltacak ve önleyebilecektir.



                            Düzenli egzersiz yapın

                            İyi bir duruşa sahip olmak kas ve iskelet sistemi sorunlarının ortaya çıkma riskini azaltır. Bunun için en başta farkındalık çok önemlidir. Dik durmaya, sırt ve beldeki doğal kıvrımları korumaya özen göstermek gerekir. Kambur duruş sırt ve belde gerginlik yaratır ayrıca daha az enerjik hissetmenize yol açar. Kasların esnek ve güçlü olması kas iskelet sisteminden kaynaklanan sağlık sorunları yaşanmasını önler aynı zamanda çabuk iyileşmeyi sağlar. Düzenli egzersiz, spor yapmak ve dengeli beslenmek çok önemlidir. Yürüyüş, yüzme, yoga, pilates başta olmak üzere bir spor yapmak omurga, kas ve eklem sağlığı için olumlu etki sağlamanın yanı sıra daha iyi hissetmemizi sağlayacaktır. Alınan önlemlere rağmen sırt, bel, boyun ağrısı yakınmaları varsa mutlaka bir hekime danışmak gerekir. Bu yakınmalara yol açabilecek nedenlerin araştırılması ve nedene dönük olarak tedavinin yapılması gerekir.

                            Yorum yap

                            • #74

                              Baş ağrısı toplumda sık görülen ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen en önemli nörolojik hastalıklardandır. Baş ağrısında ağrı kesicilerin çok fazla ve gereksiz yere kullanımı konusunda Medicana International Samsun Hastanesi Nöroloji Bölümünden Doç. Dr. Murat Terzi detaylı bilgi verdi.

                              Migren, gerilim baş ağrısı, küme baş ağrısı gibi primer baş ağrılarında ve diğer daha nadir görülen baş ağrılarında baş ağrısı ataklarında hastanın klinik özelliklerine uygun ağrı kesiciler önerilmektedir. Fakat bu ağrı kesiciler her ağrıda kullanılmamalıdır. Baş ağrısında önemli olan ağrının olmaması veya sıklık ve şiddetinin azaltılmasıdır. Bu amaçla daha çok ağrı kesici özelliği olmayan profilaktik tedaviler belirli sürelerle kullanılmaktadır. Hastalara bu profilaktik tedavilerin uygulandığı süreçte ağrı atakları olduğu taktirde kullanabilecekleri ağrı kesiciler de önerilmektedir. Bu ağrı kesicilerin daha önce kullanmadıkları bir gruptan seçilmesine özen gösterilmektedir. Baş ağrısı olan kişilerin çok fazla ve çeşitli ağrı kesici kullanmasına bağlı olarak, kronik günlük baş ağrısı denen, ayın çoğu gününde az da olsa baş ağrısının olabildiği klinik tablolar görülebilmektedir. Bu klinik tablo yanlış ağrı kesici kullanımı sonucu sıkça görülebilmekte ve hastaların tedavi sürecini zorlaştırmaktadır.



                              Baş ağrısı yaşam kalitesini olumsuz etkileyen en önemli klinik tablolardan biridir.

                              Migren gibi primer baş ağrılarında fiziksel özürlülük ve hayati tehlike beklenen bir tablo değildir. Bununla birlikte çok nadiren de olsa migren hastalarında migrene bağlı beyin damar tıkanıklıkları görülebilmektedir. Bu durumda hastalarda güçsüzlük gibi klinik bulgular görülebilmektedir. Beyin tümörü, menenjit, ensefalit, kafa travması, beyin damar hastalıkları gibi sekonder baş ağrısı nedenlerinin varlığında fiziksel özürlülük ve hayati tehlike riskinde artış olabilmektedir.



                              Baş ağrısının tedavi edilmesinden önce tanının konulması ve ağrının özelliklerinin belirlenmesi önem taşımaktadır

                              Baş ağrısı tedavi edilebilir bir hastalıktır. Hem ağrıların tedavi edilmesi hem de ağrıların azaltılması açısından doktor desteği alınmalıdır.Baş ağrısının tedavi edilmesinden önce tanının konulması ve ağrının özelliklerinin belirlenmesi önem taşımaktadır. Hastaların baş ağrısı öyküsünün iyi alınması ve hekim tarafından yeterli süre dinlenmesi ve ayrıntılı nörolojik muayenelerinin yapılması baş ağrısı tanısında en önemli unsurdur. Hastalar tanı alıp uygun tedavileri planlandıktan sonra belirli aralıklarla kontrollere çağrılmaktadır. Baş ağrısı tedavi sürecinde kontrollerin düzenli yapılması önem taşımaktadır.Hastalar tedavi sürecinde baş ağrısı şikayetlerini yaşayabilirler. Böyle bir süreçte her baş ağrısında doktora başvurmak gerekmemektedir. Bununla birlikte hastanın yeni başlangıçlı baş ağrısı varsa, ağrısının sıklık, şiddet ve karakterinde son zamanlarda değişme olmuşsa, hastanın daha önce yaşamadığı kadar şiddetli bir ağrısı varsa, baş ağrısına güçsüzlük, nöbet gibi başka bulgular eşlik ediyorsa mutlaka doktora başvurması gerekmektedir.

                              Yorum yap

                              • #75

                                Meme büyütme olarak da bilinen augmentation mammaplasty, çoğu kadın tarafından tercih edildiği için, dünya üzerinde en fazla uygulanan estetik operasyonlardan birisi ve cerrahinin göğüslerde ne kadar iz bıraktığı ise, en çok merak edilen konular arasında yer alıyor.

                                Göğüslerin genetik olarak normalden küçük olması ya da aşırı ve ani kilo kaybı sebebiyle dolgunluğunu kaybetmesi ve ya doğum sonrası ve emzirmeye bağlı olarak oluşan küçülmeler için uygulandığını söyleyen Op. Dr. Bülent Cihantimur, aynı meme büyütme ameliyatında göğüsler arasındaki eşitsizliğe de son verildiğini söyledi. “Meme büyütme ameliyatları sonrasında sosyal yaşantısına daha özgüvenli olan kadınlar, istedikleri gibi bikini giyebiliyorlar ve görünüşlerinden, duruş biçimlerine kadar değişerek, daha mutlu olduklarını ifade ediyorlar” diyen Cihantimur, en çok merak edilen iz konusunda da değindi.

                                Dual plane tekniği daha az iz kalmasını sağlar

                                Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrah, Op. Dr. Bülent Cihantimur meme büyütme ameliyatlarında kullanılan silikonun kas dokusunun altına yerleştirilmesinde dual plane tekniğini kullandıklarını söyledi ve ekledi: “Meme büyütme ameliyatlarında iz kalmaması imkansızdır ancak izin nerede ve ne kadar büyüklükte olacağı çok önemli bir konudur. Göğüs büyütme operasyonlarında hastaların en çok merak ettiği konu, ameliyat sonrasında kalan izin boyutudur. Bu teknik sayesinde hastamız daha az ağrı duyar, bölgede daha az iz kalır ve en doğal görünüme kavuşulur”.

                                Meme altında 3 cmlik iz

                                “Uygulanan teknikle istediğiniz dekolte yada bikiniyi rahatlıkla giyebilir ve hayatınız boyunca, bunu konuyu bir daha asla düşünmek zorunda kalmazsınız. Bu teknik sayesinde memenin altında kalan ve normal şartlarda görünmeyen, sadece 3 cm gibi küçük ve fark edilemeyecek bir iz oluşmaktadır” diyen Op. Dr. Bülent Cihantimur, meme büyütme operasyonlarında en fazla dikkat edilmesi gereken konulara da değindi: Göğüslerin doğal görünmesi ve gerçek üstü bir diklik ve büyüklük ile göze batmaması gerekir. Diri ve doğal görünmesi en önemli konudur. Meme büyütme ameliyatları ortalama olarak 1 ila 2 saat arasında sürer. Ameliyat sonrası hasta genelde hastanede yatırılmaz ama gerekli olduğu durumlarda bir gece hastanede kalabilir”.

                                Yorum yap

                                Hazırlanıyor...
                                X