• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Asbestosİs

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts
  • #16

    Kolestrol Bilmecesi

    Kolestrol Bilmecesi

    Yaşamak için gerekli, mum kıvamında yağımsı bir maddenin adı olan ve beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunan kolesterolün fazlasının da, azının da zararlı olduğu belirtildi.

    Vücudun kolesterolü kullanarak hormon (kortizon, seks hormonu), D vitamini ve yağları sindiren safra asitlerini ürettiği, bu işlemler için kanda yeteri miktarda kolesterol bulunması gerektiği, fazla kolesterolün kan damarlarının sertleşmesine ve daralmasına yol açtığı kaydedildi.

    İnsanlar, bu bilgiler doğrultusunda kolesterolün fazlasından "köşe-bucak" kaçarken, değişik ülkelerde yapılan araştırmaların 'kolesterolün fazlasının bazı bulaşıcı hastalıkları tez zamanda iyileştirdiği' bulguları ise değişik iddiaları ve şaşkınlıkları da beraberinde getirdi.

    Günümüzde "kolesterol bilmecesi"ne yol açan mevcut bilgiler ve yeni bulgular "kolesterol hastaları"nı iki arada bir derede bıraktı. Her iki yöndeki veriler incelendiğinde, kolesterol konusunun da ülkeden ülkeye, şehirden köye farklılıklar gösterdiği, biri için yanlış olanın diğeri için de yanlış olacağı anlamına gelmeyeceği ve kolesterolde de yapılan işe (harcanan enerjiye), yaşanılan coğrafyaya, mevsime, çekilen hastalığa, hastalığı çekenin psikolojisine göre farklı sonuçların ortaya çıkabileceği düşüncesi ortaya çıktı.

    Kardiyoloji Uzmanı Dr. Yunus Amasyalı, "yüksek kolesterol"ün vücuda verdiği zararları sıralarken, "Kanda aşırı miktarda bulunan kolesterol yıllar içinde yavaş yavaş damar duvarında birikir. Bu birikim sonucu o damarda daralma, tıkanma ortaya çıkar. Bu durum bir su borusunda pisliklerin birikmesine benzetilebilir. Kolesterol hangi damarda birikmişse o damarla ilişkili sorunlar ve hastalıklar ortaya çıkar. Kolesterol yüksekliğinde belirti ve bulgular çoğu zaman ani kolesterol yükselmesine bağlı değildir. Uzun süreli kolesterol yüksekliğinin damar duvarında kolesterol birikmesine yol açmasının sonucudur. Yani kolesterolünüz şu andaki değerinin 2-3 katına yükselse ve 3-4 saat yüksek kalsa size bir zararı olmaz. Asıl sorun sizde daha önce uzun süreli kolesterol yüksekliği olmasıdır" dedi.

    Kalbi besleyen damarlarda (koroner arter) kolesterol birikiminin, bu damarlarda tıkanma ve daralmanın sonucu göğüs ağrısı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi sorunlara neden olacağına dikkat çeken Uz. Dr. Amasyalı, bunların sonucu hasta için koroner by pass ameliyatı (cerrahi olarak darlığın ortadan kaldırılması) veya anjiyoplasti (balonla daralmış koroner arterin genişletilmesi) işlemine ihtiyaç duyulabileceğine dikkat çekti.

    Beyini besleyen boyun damarlarında kolesterol birikimi olmasının felçlere, konuşma bozukluklarına, dengesiz yürümeye, bilinç kaybına yol açacağına değinen Amasyalı, "Böbrek damarlarında kolesterol birikimi yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir. Ana atardamarda (aort) kolesterol birikimi de tehlikelidir. Buradan kopan kolesterol birikintilere daha küçük damarları tıkayarak çok değişik sorunlara yol açabilir. Bağırsağı besleyen damarları tıkayarak bağırsak ölümüne, göz damarlarını tıkayarak körlüğe, bacak damarlarını tıkayarak kangrene yol açabilirler. Kolesterol yüksekliğine bağlı sorunlar ortaya çıktığı zaman hasta geç kalmış olabilir; bu nedenle kolesterol yüksekliğini önlemek, yükselmişse düşürmek çok önemlidir" uyarısında bulundu.

    KOLESTEROL-YÜKSEK TANSİYON İLİŞKİSİ
    Kolesterol ve yüksek tansiyon arasında doğrudan bir ilişki olmadığını, yani kolesterol yüksekliğinin yüksek tansiyona, yüksek tansiyonun kolesterol yüksekliğine yol açmayacağını bildiren Amasyalı, "Ancak ikisinin hedefi ve zarar verdiği organ kan damarlarıdır. Yüksek tansiyon kan damarındaki basıncı yükselterek aşınma, yırtılmalara neden olur. Bu durum su borusu içindeki basıncın artmasına bağlı sorunlara benzetilebilir. Yüksek kolesterol de damar duvarında kolesterol birikimine yol açarak damarlarda daralma ve tıkanmalara yol açar. Yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliği kan damarına diğerinin verdiği zararın şiddetini arttırır ve ortaya çıkmasını çabuklaştırır. Bu nedenle hem kolesterol yüksekliği hem de yüksek tansiyon tedavi edilmelidir" diye konuştu.

    Kolesterol, yağımsı bir madde olduğunu, normal şartlarda, yağın suyun içinde çözünmeyeceğini hatırlatan Amasyalı şu bilgileri verdi:

    "Kolesterol de su özelliklerini taşıyan kanda normal koşullarda çözünmez. Kolesterol, kanda çözünmesi ve taşınması için karaciğerde bir protein ile birleştirilir. Bu kolesterol ile protein birleşimine lipoprotein adı verilir. Değişik tipte lipoproteinler vardır. Birincisi LDL (low density lipoprotein, düşük yoğunluklu lipoprotein) kötü huylu kolesteroldür. İkincisi HDL (high density lipoprotein, yüksek yoğunluklu lipoprotein) iyi huylu kolesteroldür. HDL ve LDL kolesterolden başka lipoproteinler de vardır. Yağ metabolizması bozukluğu olan hastaların yaptırdığı diğer bir kan incelemesi de trigliserid ölçümüdür. Trigliserid de kolesterol gibi kanda çözünen bir yağdır. Kan trigliserid düzeyi ile arteriyoskleroz arasındaki ilişki kolesterol kadar belirgin değildir".

    Kanda kolesterol ve LDL kolesterolün yüksek olmasının hasta için risk taşıyacağını, HDL kolesterolün düşük olmasının da bir risk olduğunu ifade eden Amasyalı, "20 yaşın üzerinde kan kolesterol düzeyi 200 mg/dl'nin altı istenilen düzeydir. Kan LDL kolesterol düzeyi 130 mg/dl'nin altı istenilen düzeydir. 130-159 mg/dl arası sınırda yüksektir. HDL kolesterol yükseldikçe risk azalır. Ortalama HDL kolesterol düzeyi kadında 55 mg/dl ve erkekte 45 mg/dy'dir. Yani kadınlar bu yönden daha şanslıdır. Kan trigliserid ölçümüne göre sınıflandırma yapıldığında; 150 mg/dl normal, 150-300 mg/dl sınırda yüksek, 300-1000 mg/dl yüksek, 1000 mg/dl ve üstü çok yüksektir. Kanda kolesterolün yüksek olması bir yağ metabolizması bozukluğudur. Yağ metabolizması bozukluğundan şüphe edilen bir hastada yapılması gereken kan alınarak öncelikle kolesterol, LDL kolesterol, HDL kolesterol ve trigliserid düzeyi ölçülmesidir. Tedaviye karar vermeden önce bu değerler en az 2 kez ölçülmelidir. Tedavi düzenlenirken öncelikle LDL kolesterol düzeyleri temel alınmalıdır" açıklamasında bulundu.

    DÜZENLİ EGZERSİZİN KOLESTEROLE ETKİSİ
    Kanda kolesterol düzeyini etkileyen çok sayıda faktör bulunduğuna değinerek, "Bu faktörlerin bazıları önlenebilir niteliktedir. Bunlardan bazıları kalıtımsal faktörler, gıdalar, şişmanlık ve strestir. Bu faktörler kolesterolü ve kötü huylu kolesterolü yükseltir" diyen Amasyalı, düzenli egzersizin iyi huylu kolesterolü yükselteceğini ve kötü huylu kolesterolü azaltacağını vurguladı. Amasyalı, 60-65 yaşa kadar yaşla birlikte ve kadınlarda menopozdan sonra kolesterol düzeyinin artacağını söyledi.

    Kolesterol yükselmesine, trioid bezinin yetersiz çalışması, karaciğer hastalıkları, böbreğin mikrobik olmayan iltihabi hastalıkları, şeker hastalığı, şişmanlık, bazı ilaçların yol açtığını belirten Amasyalı, "Yüksek kolesterolün kontrol altına alınması ile yaşam süresinin uzadığı, kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin azaldığı ve kalıcı sakatlıkların önlendiği kesin olarak ortadadır. Kolesterol yüksekliğine ilaveten şişmanlık, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, sigara gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin tedavisi de planlanmalıdır. Tedavi ilaç dışı ve ilaç tedavisi olmak üzere iki aşamada gerçekleştirilir. Her hasta için tedavi farklılıklar taşır. İlaç dışı tedaviler kesinlikle ihmal edilmemelidir. İlaç tedavisi kesinlikle doktor denetiminde olmalıdır.

    Tedavide hedef belirlenirken LDL kolesterol düzeyinin esas alınması tercih edilir. Hedef LDL kolesterol düzeyi hastada kalp ve damar hastalığının olup olmadığına göre değişir. Kişide kalp ve damar hastalığı yoksa LDL kolesterol düzeyinin 130 mg/dl'nin altına düşürülmesi yeterlidir. Kişide kalp ve damar hastalığı varsa hedef LDL kolesterol düzeyi 100 mg/dl'nin altı olmalıdır. Yani kalp krizi geçirmişseniz, koroner arter daralmasına bağlı göğüs ağrınız varsa, koroner damar ameliyatı geçirmişseniz, koroner arterler balon ile genişletilmişse, beyine, böbreğe, bacaklara giden damarlarda kolesterol birikimi varsa hedef LDL kolesterol düzeyi 100 mg/dl'nin altıdır. İlaçsız tedaviler yaşam düzeninin değiştirilmesi olarak da isimlendirilir. Yüksek kolesterol tedavisindeki en önemli konu ilaçsız tedavilerdir, kesinlikle ihmal edilmemelidir. İlaçsız tedavilerde yapılan ihmal kolesterol düşürmek amacı ile kullanılan ilaçların başarısını da azaltır.

    İlaçsız tedavilerin başında beslenme alışkanlığının değiştirilmesi gelir. Sigara kesinlikle bırakılmalıdır. Sigara da kolesterol yüksekliği gibi bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Sigara ayrıca akciğer kanseri, akciğer hastalığı, beyin kanaması ve birçok kansere de zemin hazırlar. Hastada yüksek tansiyon varsa, yüksek tansiyon tedavisinde geçerli olan ilaç dışı tedaviler ihmal edilmemelidir. Yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliğinde uygulanan ilaç dışı tedaviler birbirine benzerlik gösterir. Yüksek tansiyonlu hastalarda ilaveten beslenme ile alınan tuzun da azaltılması gerekir. Şeker hastalığı kontrol altına alınmalıdır. İnsülin kullanmak gerekiyorsa kaçınılmamalıdır.

    Şişmanlık kesinlikle kontrol altına alınmalıdır. Düzenli egzersiz HDL kolesterolü (iyi kolesterol) yükseltir, LDL kolesterolü (kötü kolesterol) düşürür. Hastalar düzenli egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirmelidirler. Haftada en az 3, tercihen 5 kez, 30-45 dakika süre ile yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklete binme gibi sporlar yapılmalıdır. Kolesterol yüksekliği için ilaç tedavisi sadece uzman kardiyolog ve dahiliye uzmanı tarafından, hastanın klinik tanıları, yaş, aile öyküsü ve kardiyovasküler risk faktörleri göz önüne alınarak kontrol altında yapılmalıdır" şeklinde konuştu.

    YÜKSEK KOLESTEROLÜN VEREME ETKİSİ
    Ünlü Chest dergisinde yayınlanan bir makalede, ilaç tedavisine ek olarak kolesterolden zengin Diyet uygulanmasının akciğer tüberkülozlu (veremli) hastaların balgamlarındaki verem mikrobunun daha çabuk temizlenmesini sağladığı iddiası yer aldı. Bahsedilen araştırma Mexico Ulusal Solunum Hastalıkları Enstitütüsü'nden Dr. Mario H. Vargas ve arkadaşları tarafından yapılmış. Araştırıcılar literatürde verem hastalığında kolesterol düşüklüğünün (hipokolesterolemi) sık görüldüğünü ve hastalığın ölümcüllüğünü arttırabileceği bulgularından hareket ederek kolesterolden zengin bir diyetin balgamdaki verem mikrobununun kaybolmasını hızını etkileyip etkilemediğini incelemişler.

    Araştırma 21 erişkin akciğer tüberkülozlu hasta üzerinde yapılmış. Bütün hastalar izoniazid + rifampisin + pirazinamid + etambutol 'den müteşekkil dört tüberküloz ilacı almışlar. Hastaların hiçbirinde tüberküloz ilaçlarına karşı bir direnç yokmuş ve hepsi AIDS (-) imiş. Çalışma 8 hafta sürmüş. Hastalar iki gruba ayrılmış. Her iki grupta da kalori miktarı (2500kcal/gün) ve dağılımı benzer imiş. Kolesterolden zengin diyet alan gruptaki (deney grubu) günlük kolesterol tüketimi 800mg iken kontrol grubunda bu değer 250 mg imiş. Hem çalışma (136.7 mg/dL) hem de kontrol grubunun (157.9 mg/dL). Kan kolesterol düzeyleri ortalama Meksikalılar'ınkinden (190 mg/dL ) oldukça düşük imiş. Kolesterolden zengin diyet alan grupta balgamdan mikrop temizlenmesi ortalama 14 gün sürerken bu sayı kontrol grubunda 28 gün imiş. Her iki grupta da kolesterol düzeyleri 3 hafta içinde ortalama 200 mg/dL dolaylarına çıkarak plato yapmış. Fakat bu sırada HDL (iyi denilen kolesterol) değerleri, LDL'ye göre daha çok yükseldiğinden total kolesterol/HDL (2.7 den 1.5'e) ve LDL/HDL (3.3 den 1.8'e ) oranı azalmış. Her iki grupta nefes darlığı ve öksürük aynı derecede azalmış, fakat yüksek kolesterol alan grupta balgam miktarı daha erken azalmış.

    Veremin eski çağlardan beri insan ırkını tehdit eden büyük hastalıklardan biri olduğuna, 1944 yılında streptomisinin piyasaya çıkması ile tedavide yeni bir çığır açıldığına ve streptomisini çok sayıda başka tüberküloz ilaçlarının takip ettiğine dikkat çeken araştırmacılar, "Günümüzde akciğer tüberkülozunun tedavi başarısı yüzde 90'ın üzerindedir. Fakat çok sayıda ilaç kullanılması ve tedavi süresinin uzun olması (6 ay-1 yıl) tedaviye uyumu güçleştirmektedir. Öte yandan tüberküloz ilaçlarına kar gşı gelişen direnç, sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Bu nedenle tedavinin seyrini olumlu yönde değiştirecek ve tedavi süresini azaltacak yöntemlere ihtiyaç büyüktür. Perez-Guzman ve arkadaşlarının çalışmaları bu bakımdan çok önemlidir. Manipüle edilmiş bilimsel çalışmalar ile insanlarda önce kolesterol fobisi oluşturan daha sonra da onlara yağsız ya da yarı yağlı yiyecekler ile kolesterol ilaçları satan ilaç ve gıda sanayicileri yılda yüz milyarlarca dolarlık cirolar yaparak karlarına kar katarken insan sağlığını büyük ölçüde tehlikeye atmaktadırlar. Gerek bu çalışmada gerekse de daha önce yapılmış çalışmalarda tüberkülozlu ya da kalp-dışı müzmin hastalığı olan kişilerde kan kolesterol düzeyinin düşük olduğu ve bu düşüklüğün ölümcüllük (mortalite) ile ilişkili olduğu gösterilmiştir" dedi.

    DÜŞÜK KOLESTEROLDE AİDS RİSKİ
    Kolesterolün hücre zarında yapıtaşı olarak bulunan yağların yaklaşık yüzde 30'unu oluşturduğunu, bütün hücrelerin yapısında kolesterol bulunmak zorunda olduğunu, kolesterolün moleküler yapısının suda erimesini imkansızlaştırdığını vurgulayan uzmanlar, "Hücre duvarlarında bulunan su geçirmez özellikteki kolesterol, hücre iç ortamını dış etkilerden korur. En çok kolesterol dış etkilerden en az etkilenmesi gereken sinir dokusunda bulunur. Kolesterol hücre zarının akışkanlığını sağlar. Kolesterol sitotoksik (hücre zehirleyici) T-lenfositleri uyararak mikropların öldürülmesine yardımcı olur. Kolesterol hücre zarında bulunan enzimler ve diğer maddeler aracılığı ile akyuvarların mikropları yutmasını (fagositoz) sağlar. Çok sayıda laboratuar çalışmasında lipid (yağ) ve kolesterol eksikliğinin bulaşıcı hastalıkların şiddetini artırdığı saptanmıştır. 19 çalışma ve 68 bin 406 ölümü içeren bir meta-analiz incelemesinde görülmüştür ki kan kolesterol düzeyi azaldıkça solunum ve mide-bağırsak hastalıklarından (özellikle bulaşıcı olanlar) ölüm artmaktadır. 120 bin kişi üzerinde 15 yıl süre ile yapılan bir araştırmada kan kolesterol düzeyi düşük olanlarda, bulaşıcı hastalıklardan hastaneye başvuruda bulunanların sayısının kolesterolü yüksek olanlara göre daha fazla olduğu görülmüştür. 2 bin 446 bekar erkek üzerinde 14 yıl süre ile yapılan bir araştırmada kolesterol düzeyi düşük olanlarda AIDS rizikosunun daha fazla olduğu saptanmıştır. Bir başka çalışmada kan kolesterol düzeyi düşük AIDS'li hastaların daha fazla öldüğü görülmüştür. Kanser tedavisine bağlı ateşli nötropenisi (çok çekirdekli akyuvar düşüklüğü) olan 17 hasta incelenmiş. Altısı ölmüş. Bunlarda tedavi sırasında kan kolesterol düzeyleri yükselmemiş. Yaşayan 11 hastanın başlangıç kan kolesterol düzeyi ölenlerden yüksekmiş. Bunlarda tedavi sırasında kolesterol yükselmiş ve kolesterol düzeyleri iyileştikten sonra normale inmiş. Smith-Lemli-Opitz sendromunda (7-dehidrokolesterol 7-redüktaz enziminin doğuştan yetersizliği) kolesterol sentezi çok düşüktür. Bu hastalarda çok sayıda malformasyon ve sık geçirilen enfeksiyonlar vardır. Bu hastalara ilave kolesterol verildiğinde enfeksiyonlar azalmaktadır. Ailevi hiperkolesterolemisi olan kişilerde de enfeksiyon hastalıklarından ölüm daha az olmaktadır. Kolesterolü yüksek kişilerde karın içi enfeksiyonlarının daha çabuk iyileştiği gözlemlenmiştir" bilgilerini kaydetti.

    YÜKSEK KOLESTEROL KORONER KALP RİSKİNİ ARTTIRIYOR MU?"
    Yüksek kolesterol korkusuna, "Kandaki yüksek kolesterol düzeyi koroner kalp hastalığına neden mi oluyor yoksa koroner kalp hastalığını önlüyor mu?" sorusuyla adeta meydan okuyan araştırmacılar ise şu bilgileri verdi:

    "Çeşitli ülkelerde, çeşitli hastalıklarda ve çeşitli etnik gruplarda yapılan çok sayıda araştırmaların bir çoğunda kan kolesterol düzeyleri ile koroner kalp hastalığı arasında ya da ölüm sıklığı arasında bir ilişki bulunamamış. Yani bu araştırmalara göre kolesterolü yüksek olan kişilerdeki koroner kalp hastalığına yakalanma ve ölüm sıklığı kolesterolü normal olan kişilerdekinden daha yüksek değilmiş. Bu araştırmaların bazılarında ise kan kolesterol düzeyleri yüksek olanlarda koroner kalp hastalığına yakalanma sıklığının azalmış olduğu, hatta kan kolesterol düzeyleri yüksek olanlarda yaşam süresinin daha uzun olduğu saptanmıştır".

    Diyetteki yüksek kolesterol düzeyinin koroner kalp hastalığına yol açıp açmayacağı konusunda, günümüz diyetinde kalp hastalığına neden olduğu iddiası ile kolesterol ve doymuş yağlar yerine kolesterol içermeyen margarin ve çoklu doymamış sıvı yağların (mısır, soya, ayçiçeği) önerildiğini hatırlatan uzmanlar, "Kore Savaşı'nda ölen Amerikan ve Japon genç askerlerin otopsilerinde aterom plaklarının gelişmesi incelendiğinde az doymuş yağ yiyen Japonlar ve çok doymuş yağ yiyen Amerikalılar arasında ateroskleroz (damar sertliği) açısından bir fark bulunmamış. Afrikalı Samburular günde 6-7 litre çiğ süt ve yarım kilo kadar et tüketirler. Ortalama Bir Amerikan vatandaşının tükettiği kolesterolün 2 katından fazlasını tüketmesine rağmen, Samburuların kan kolesterol düzeyleri (170 mg/dL) Amerikalılara göre son derece düşüktür. Kırsal kesimde yaşayan Kenyalı Masailer günde 2 litre süt, 1-2 kilo kadar et yerler. Buna rağmen ortalama kan kolesterol düzeyi dünya ortalamasından düşüktür. Fakat şehre indiklerinde çok daha az kolesterollü gıda tüketmelerine karfcşın kolesterol düzeyleri kabiledeki akrabalarından daha yüksek olmaktadır. Somali'de sadece sütle beslenen kabilelerde hemen hiç koroner kalp hastalığı görülmemektedir.

    ABD'de 20. yüzyılın başında koroner kalp hastalığından ölüm neredeyse hiç yok iken, daha sonraki yıllarda büyük bir patlama olmuştur. 20. yüzyılın başında daha fazla kolesterol tüketilmektedir. Daha sonra margarin ve sıvı (mısır, soya, ayçiçek) yağların kullanılmasında müthiş bir patlama olmuştur. Diyetteki yüksek kolesterol düzeyi koroner kalp hastalığına yol açmıyorsa gerçek neden nedir? Önemli olan budur. Günümüzde aterosklerotik kardiyovasküler hastalıklar 'kolesterol depo hastalığı' olarak değil 'düşük yoğunluklu sistemik enflamatuar hastalık' olarak kabul edilmektedir (CRP artışı ile endirekt olarak gösterilebilir). Hayvan çalışmaları Il-6 ve tümör nekroze edici faktör-alfa'nın ateroskleroz sürecini hızlandırdığını göstermektedir. Omega-3 yağ asitleri, antienflamatuvar (iltihap önleyici) etkileri ile koroner kalp hastalığı gelişimini yavaşlatır. Rafine edilmiş gıdalardan uzak durarak ve bunların yerine doğal gıdaları yiyerek kronik iltihap rizikosu azaltılabilir" bilgileri şaşırttı.

    "MEVCUT DURUMDAN KİMLER YARARLANIYOR?"

    "Diyetteki yüksek kolesterol düzeyi koroner kalp hastalığına yol açmadığına göre 20. yüzyılın en büyük yalanı niçin sürdürülüyor?" veya "Mevcut durumdan kimler yararlanmaktadır?" sorusu mevcut bilgiler ışığı altında sorulması gereken sorular olarak akla geliyor. Cevap da yine hazır:

    "İlaç sanayisi, margarin ve sıvı yağ sanayisi, düşük yağlı diyet sanayisi, kalp ile uğraşan özel hastaneler ve buralara malzeme ve alet satan firmalar. Bu piyasanın cirosu trilyonlaca dolar ile ifade edilmektedir. Rantın sürdürülebilmesi ancak yalanın sürdürülmesi ile mümkündür. koroner kalp hastalığına yakalanmamak için; Un ve şekerden mamül gıdaların tüketimi minimale indirilmeli. Margarin ve sıvı (mısır, soya, ayçiçek) yağlar kullanılmamalı. Bunların yerine hayvani yağlar ve zeytin yağı yenilmeli (dedelerinizin yaptığı gibi). Günde en az 1 gr balık yağı ve 250- 1000 mL kefir tüketilmeli. Et, süt ürünleri, yumurta, sebze meyve ve kabuklu kuru yemiş tüketilmeli. Günde 3-5 dakika kültür fizik yapılmalı ve yarım saat yürünmeli. Güneşlenilmeli ve erken yatıp erken kalkılmalı. Bu öneriler insanı sadece kalp hastalığına karşı değil diğer müzmin hastalıklardan da korur".

    Kolesterolle ilgili değişik kaynaklardan elde edilen bilgilerde şu sonuçlara yer veriliyor:

    "Kolesterol bir zehir değil , hücrelerimiz için çok hayati bir maddedir. İyi kolesterol (HDL), kötü kolesterol (LDL) diye bir şey yoktur. Sizden iyi olmasınlar her ikisi de görevlerini yaptıkları sürece iyidir. Kolesterolün kendisi tehlikeli değildir, hatta yararlıdır, fakat onu yükselten neden tehlikelidir ya da tehlikeli olabilir. Vücudumuzda günde 2000-2500 mg kolesterol yapılır. Dışardan alınan ne kadar az ise içeride yapılan o kadar fazladır. Diyet ile alınan kolesterolün kan kolesterol düzeyine hemen hemen hiçbir etkisi yoktur. Boşuna ağzınızın tadını bozmayın. Kan kolesterol düzeyi normal hatta düşük olan kişilerde de yüksek olanlar kadar ağır ateroskleroz gelişebilir. Koroner kalp hastalığı olanların yarısından fazlasında kolesterol düzeyi normaldir. Bir maddenin hem azı hem normali hem de fazlası aynı hastalığa yol açtığını iddia etmek saçmalıktır. Koroner kalp hastalığının gerçek nedeni düşük yoğunluklu ateşsiz müzmin iltihaptır".

    Bu arada, kolesterol konusunu aklına getirenlerin hemen tereyağı kabını da eline alması gerektiği kaydedildi. Yüksek kolesterolü azalttığı bilinen tereyağının diğer faydaları ise şöyle sıralandı:

    "Tereyağının yararları : En iyi A vitamini kaynağıdır. Lesitinden zengindir. Yüksek oranda antioksidan (kolesterol, A vit, E vit, selenyum) içerir. İyi bir iyot kaynağıdır. Konjuge linolenik asitten (CLA)zengin olduğu için, antienflamatuvar, antiallerjik ve antikansorejenik etkileri vardır. Diş çürükleri ve osteoporoz riskini azaltır. Maküler dejenerasyonu azaltır (lutein) Yüksek kolesterolü azaltır (kolin) Bellek ve öğrenme kapasitesini artırır (kolin)

    Asetilkolini artırır. Çinko içeriği yüksektir. Magnezyum içeriği yüksek (migren, fibromiyalji vb. Antioksidan ve antienflamatuvardır. Omega-3'ten zengindir. A, D, K vitaminleri, demir, selenyum, riboflavin, ve niasinden zengindir".(İHA)

    Kolestrol Bilmecesi

    Yorum yap

    • #17

      Allerjinin Nedeni, Bağışıklık Sisteminin Anormal Çalışması

      Allerjik hastalıklar, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de oldukça sık rastlanan hastalıklardan. Yapılan araştırmalar, her 4 kişiden 1'inde kalıtımsal bir allerjik rahatsızlık olduğunu gösteriyor.
      Çevremizde yaygın olarak bulunan allerjenlere bazı kişiler diğerlerinden daha duyarlı olup, bunlara karşı allerjik olmayan kişilerden çok daha abartılı bir reaksiyon veriyor.
      Uzmanların verdikleri bilgilere göre, vücudumuzu hastalıklardan koruyan bağışıklık sistemi bazen anormal çalışıyor ve normalde zararlı olmayan maddelere karşı da antikorlar üretiyor, sonuçta bir duyarlılık meydana geliyor. Bundan sonra bu maddeler ile her temas sonrası hastalık belirtileri ortaya çıkıyor.
      Uzmanlar, ev tozu, küf mantarları, kedi, köpek ve kuş tüyleri, çeşitli ağaç, ot ve çayır polenleri, böcek ve haşereler, bazı parazitler, bazı gıdalar, penisilin gibi bazı ilaçlar, güneş, rüzgar, soğuk, kirli hava ve çeşitli kimyasal maddeler gibi çok sayıda maddenin allerjik özellik taşıdığını bildiriyor. Soluduğumuz havada, tükettiğimiz gıdalarda, kullandığımız ilaçlarda, giysilerimizde, eşyalarımızda çok sayıda allerjen bulunuyor. Türkiye'nin zengin bitki örtüsü ise havayla taşınan aero allerjenler için son derece elverişli koşullar sağlıyor.
      Allerjik hastalıkların belirtileri, hastalığın tipine ve ağırlığına, hastanın yaşına ve cinsiyetine göre değişiyor. Uzmanların verdikleri bilgilere göre, bu belirtiler şu şekilde ortaya çıkıyor:
      "- Allerjik sinüzit, burun ve göz nezlesinde, yılın belirli aylarında veya tüm yıl boyunca devam eden hapşırma, burunda kaşıntı, burun akıntısı ve tıkanıklığı görülüyor. Geniz akıntısı, boğazda gıcıklanma, gözlerde yaşarma, kızarıklık ve kaşıntı, kulakta dolgunluk, hışırtı, kaşıntı, baş ve kulak ağrısı, koku alma bozukluğu, tat alamama, ses değişmesi de görülebiliyor.
      - Astımda, nefes darlığı, öksürük, hırıltılı soluma, göğüste tıkanıklık olabiliyor.
      - Cilt allerjilerinde, ciltte kaşıntı, kurdeşen denilen kabarıklıklar, kırmızı renkli döküntüler, sulanma, kabuklanma, deride kalınlaşma ve renk değişikliği görülebiliyor.
      - Allerjik hastalıklarla uyumlu yakınmaları olan kişinin ailesinde benzer hastalığı olanların varlığı, şikayetlerinin sürekli ve tekrarlayıcı olması, mevsimlere göre değişmesi, diğer allerjik hastalıkların eşlik etmesi gibi hastanın öyküsündeki tipik özellikler, allerjik bir hastalığı telkin ediyor. Kanda özel E tipi antikorların araştırılması, allerjik cilt testleri ve hastalığın tipine göre değişen diğer tetkiklerle kesin teşhis konulabiliyor".
      Uzmanlara göre, allerjik bünyenin tedavi ile değiştirilmesi mümkün değil, ancak allerjik hastalıklar kontrol altına alınabilir ve hastanın yakınmaları giderilip normal yaşamına dönmesi sağlanabilir, hastalığa bağlı olarak yaşamının kısıtlanması önlenebilir.
      Tedavi ise kişiye göre değişiyor. Öncelikle allerjiye neden olan madde veya maddeler belirleniyor, hastalığın tipi ve ağırlığı saptanıp uygun tedavi şekline başlanıyor ve hasta yakın izlemede tutulup, alınan cevaba göre gerekirse tedavi şekli değiştiriliyor.


      Allerjinin Nedeni, Bağışıklık Sisteminin Anormal Çalışması

      kaynak iha

      Yorum yap

      • #18

        Alerjİ Tum Yonleriyle

        Allerji tüm yönleriyle

        Allerji nedir?
        Çevremizde yaygın olarak bulunan allerjenlere bazı kişiler diğerlerinden daha fazla duyarlı olup (atopik kişiler) onlara karşı allerjik olmayan normal kişilerden (atopik olmayan) çok daha abartılı bir reaksiyon verirler. Bu duruma allerji denilmektedir.

        Allerjik tabiatta olmak bir hastalık mıdır?
        Hayır. Toplumda yaşayan bireylerin yaklaşık %30’u allerjik tabiattadır. Bu kişiler duyarlı oldukları bazı allerjenlere karşı özel E tipi antikorlar aracılığıyla abartılı bir reaksiyon oluşturabilme yeteneğindedirler. Bu tip antikorlara bağlı olarak bazen değişik allerjik hastalıklar ortaya çıkabilir. Ancak tek başına allerjik bünyeye sahip olmak, yani atopik olmak bir hastalık olmayıp allerjik hastalıklara bir çeşit aday olma, yatkın olma durumudur.

        Allerjik bünyeye sahip olmak neye bağlıdır?
        Bu tamamen ailesel geçişli (irsi) bir durumdur.

        Genetik geçiş dışında çevresel faktörlerin bir etkisi yok mudur?
        Atopik olma veya olmama durumu tamamen genetik olarak belirlenmektedir. Ancak atopik kişilerde allerjik hastalıkların gelişip gelişmemesi çevresel allerjenlerle karşılaşma yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Daha dünyaya gelmeden gebelik döneminde veya hayatın erken döneminde, emzirme periyodunda annenin sigara içmesi, allerjik gıdaları tüketmesi, ortamın allerjen yoğunluğunun fazla olması gibi faktörler atopik kişilerde allerjik hastalıkların görülme sıklığını artırır.

        Allerjik hastalıklar psikolojik nedenlerle görülebilir mi?
        Allerjik hastalıklar psikolojik veya psikosomatik hastalıklardan farklıdır. Ancak allerjik hastalıkların gelişiminde, yakınmaların ortaya çıkmasında ve hastalığın kontrolünde psikolojik durumun da katkısı olabilir. Ayrıca psikolojik hastalıklarla ayrımı gerekebilir.

        Allerjik hastalıklar nelerdir?
        Astım, allerjik burun nezlesi ve sinüzit, allerjik göz nezlesi, burun polipleri, allerjik orta kulak iltihabı, ürtiker ve egzema gibi allerjik deri hastalıkları, gıdalara bağlı allerjik reaksiyonlar, çeşitli ilaç ve kimyasallar ile arı ve böcek sokmalarına bağlı allerjik reaksiyonlar allerjik hastalıkların arasında öncelikli olarak sayılması gerekenlerdir.

        Allerjik bünyeli bir kişide bu hastalıkların hepsi de bulunur mu?
        Vücudun allerjenlere olan reaksiyonu belirli organlara özel dağılım gösterir. Bazı kişilerde bu sayılan hastalıkların bir kaçı beraber bulunabilirse de bu şart değildir.

        Allerji teşhisi nasıl konur?
        Allerjik hastalıklarla uyumlu yakınmaları olan kişilerde ailede benzer hastalığı olanların varlığı, şikayetlerin süreğen ve tekrarlayıcı olması, mevsimlere göre değişmesi, diğer allerjik hastalıkların eşlik etmesi gibi hastanın öyküsünde tipik özellikler allerjik bir hastalığı telkin eder. Kanda özel E tipi antikorların araştırılması, allerjik cilt testleri ve hastalığın tipine göre değişen diğer tetkiklerle kesin teşhis konulabilir.

        Teşhis için can yakıcı, zor tetkikler, endoskopik işlemler ve biyopsiler gerekli midir?
        Hayır. Allerjik hastalıkların tanısında genellikle bu tür invaziv işlemlere gerek duyulmaz.

        Yöremizde bu tür hastalıkların teşhis ve takibi mümkün müdür?
        Tabii. Fakültemizde allerjik hastalıkların teşhis, takip ve tedavisi için gerekli olan her türlü laboratuvar inceleme yapılabilmektedir. Uzak yerlere gidip gelmeğe gerek yoktur.

        Erken teşhisin önemi var mı?
        Kuşkusuz. Hem hastanın yaşamının normale döndürülmesi, hastalıktan dolayı kayıplarının giderilmesi; hem de tehlikeli krizlerin ve aynı zamanda hastalığın ilerlemesinin önlenmesi için erken tanı konarak tedaviye başlanması çok yerinde olur.

        Allerjik hastalıkların belirtileri nelerdir?
        Hastalığın tipine, ağırlığına ve hastanın yaşına, cinsiyetine göre belirtiler değişir. Allerjik sinüzit, burun ve göz nezlesinde: Yılın belirli aylarında veya tüm yıl boyunca devam eden hapşırma, burunda kaşıntı, burun akıntısı, burun tıkanıklığı vardır. Geniz akıntısı, boğazda gıcıklanma, gözlerde yaşarma, kızarıklık ve kaşıntı, kulakta dolgunluk hışırtı, kaşıntı, baş ve kulak ağrısı, koku alma bozukluğu tat almama, sesin değişmesi olabilmektedir. Anjiyonörotik ödem ve anafilakside: Tablonun ağırlığına bağlı olarak değişen derecelerde yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma, ciltte solukluk, kızarıklık, kaşıntı ve kabarıklıklar, döküntüler, nefes darlığı, hırıltılı solunum, tansiyon düşmesi, ateş, terleme, çarpıntı, kalpte ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın ağrısı, ishal, havale geçirme, solunum durması ve ölüm olabilir. Astımda: Nefes darlığı, öksürük, hırıltılı solunum, göğüste tıkanıklık olabilir. Bu yakınmaların aniden ve krizler şeklinde ortaya çıkması bir müddet sonra kendiliğinden veya tedaviyle düzelmesi, tekrarlaması, gece uykudan uyandıracak şekilde olması çok tipiktir. Cilt Allerjilerinde: Ciltte kaşıntı, kurdeşen denilen kabarıklıklar, kırmızı renkli döküntüler, sulanma, kabuklanma, deride kalınlaşma ve deride renk değişikliği görülebilir. Mide barsak kanalı allerjilerinde: Bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı, gelişme geriliği, kansızlığa bağlı halsizlik, solukluk, göz kapakları ve bacaklarda şişlikler gibi yakınmalar olabilir.

        Bu şikayetler allerjik hastalıklar dışında başka nedenlerle oluşamaz mı?
        Evet oluşabilir. Bunların hiçbirisi allerjik hastalıklara özgü değildir. Yakınmaların süreğen ve tekrarlayıcı vasıfta olması, mevsimlerle ilişki göstermesi, ailede benzer yakınmaları olan başka kişilerin olması veya altta açıklanan allerjenlerden birisiyle temas sonrası bu yakınmaların ortaya çıkması allerjik bir hastalığın varlığını gösteren işaretlerdir.

        Allerjik hastalıklar tehlikeli midir?
        Sık görülmeleri, süreklilik göstermeleri, kişinin performansını yakından etkileyerek normal yaşamını kısıtlamaları, iş gücü kaybı ve okul devamsızlığına yol açmaları ve anafilaksi, anjiyonörotik ödem gibi bazen ölümcül olabilen formlarının da bulunması nedeniyle allerjik hastalıklar çok önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır.

        Allerjik hastalarda kriz olur mu?
        Evet. Allerjik hastalıkların bazılarında aniden kriz şeklinde ağır bir tablo gelişebilir. Üstelik bu durum tekrarlayıcıdır. Astımda, penisilin allerjisinde, arı-böcek sokmasında, anjiyonörotik ödemde tehlikeli, ölümcül krizler olabilir.

        Anafilaksi nedir?
        Allerjiye bağlı olarak ani ortaya çıkan ve acilen tedavi edilmezse ölümcül olan sistemik, tehlikeli bir hastalıktır. Arı sokması, penisin gibi bir ilacın damardan verilmesi gibi allerjenlerle temas sonrası olay dakikalar içinde başlar. Tablonun ağırlığına bağlı olarak değişen derecelerde yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma, ciltte solukluk, kızarıklık, kaşıntı ve kabarıklıklar, döküntüler, nefes darlığı, hırıltılı solunum, tansiyon düşmesi, ateş, terleme, çarpıntı, kalpte ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın ağrısı, ishal, havale geçirme, solunum durması ve ölüm olabilir.

        Böyle bir durumda ne yapılmalıdır?
        Maalesef bu durumda hasta ve yakınlarının yapacağı fazla bir şey yoktur. Ancak gerekli ilaçların bulunduğu bir ortamda bir hekim bu duruma müdahale edebilir. Hasta derhal sağlık kuruluşuna götürülmelidir. Allerjik bünyesi olduğu bilinen kişilerin hastane dışında enjeksiyon yaptırmaması, ilaçlı filim vb tetkikler yapılırken durumunu belirtmesi, kendisine dokunan besin ve ilaçları kullanmaması, arı sokmaması için tedbirler alınması gerekmektedir.

        İlaç allerjisi hakkında bilgi verir misiniz?
        Bir çok ilacın tedavi edici etkisi yanında istenmeyen bazı etkileri de vardır. Bu yan etkilerden bazıları ise allerjik reaksiyonlara bağlıdır. Kullanılan ilaca; kullanan kişinin yaşına, cinsiyetine, genetik özelliklerine ve diğer hastalıklarına; daha önce aynı ilacın kullanılıp kullanılmadığına; ilacın veriliş yoluna bağlı olarak bu tür reaksiyonların görülme olasılığı değişmektedir. Hemen her ilaç allerjiye neden olabilirse de bazı ilaçların kullanımı sırasında buna daha sık rastlanmaktadır. İlaca bağlı allerjik olaylar ciltte görülen kurdeşen, egzamadan kan hücrelerinin sayı ve fonksiyon bozukluklarına, anafilaksi, ateş, serum hastalığı gibi sistemik tablolardan ani nefes darlığı, sarılık, zatürree göğüste, karında su toplanması gibi belirli organ lokalizasyonu gösteren patolojilere kadar çok farklı görünümlere sahiptir. İlaç alımıyla olayların başlaması arasında geçen süre bir kaç dakikadan bir iki haftaya kadar değişmektedir. Bir ilaç kullanırken ortaya çıkan yeni bir sağlık sorunu ilaçla ilişkili veya ilişkisiz olduğuna karar verilemese bile o ilacı reçete eden hekime bildirilmelidir. Eğer hasta herhangi bir ilaca karşı geçirilmiş bir allerji öyküsüne sahipse başka ilaçları kullanması gerektiğinde de bunu hekimine bildirmelidir. Çünkü bazı ilaçlar arasında çapraz reaksiyonlar olabilmektedir. Penisilin allerjisi, çeşitli röntgen filimlerinin çekilmesi sırasında kullanılan boyar maddelere karşı ortaya çıkan reaksiyonlar ve astımlılarda aspirine karşı duyarlılık ilaç allerjileri arasında özellikle belirtilmesi gereken durumlardır.

        Çocuklara uygulanan aşılar allerji yapar mı?
        Aşıların hazırlanması sırasında yumurta proteinleri ve bazı jel maddeler aşıya karışmaktadır. Bunlara bağlı allerji görülebilir. Yumurta yediğinde anafilaksi tipinde şiddetli allerjik reaksyonu olan kişilere yumurta kaynaklı bu aşılar yapılmamalıdır. Ancak, yumurta yiyince deri döküntüsü gibi hafif allerjik reaksiyonu olanlar aşıdan alı konmamalıdır. Karar verilemediği durumlarda deri testleri yapılabilir.

        Gıdalara bağlı allerjik rahatsızlıklardan biraz bahseder misiniz?
        Toplumda yaşayan kişilerin %15-20 'si bazı gıdalara karşı allerjisi olduğunu söylerken yapılan araştırmalarda bu oranın %1-2 'den fazla olmadığı gösterilmiştir. Besin allerjilerine çocuklarda daha sık rastlanır. Yaş ilerledikçe bu durum çoğunlukla ortadan kalkmaktadır. Gıdalar allerjik olaylar dışında da besin zehirlenmeleri, besin entoleransı gibi önemli sorunlara yol açabilirler ve bunların allerjik olaylardan ayrımı zor olabilir. En sıklıkla allerjiye yol açan besinler inek sütü, tavuk yumurtası, soya fasülyesi, ceviz, fındık, balık ile buğday ve diğer tahıllardır. Allerjiye neden olan besinin alınmasından sonraki dakikalar veya saatler içerisinde allerjinin yerleştiği lokalizasyona bağlı olarak değişik şikayetler görülmeğe başlar. Dudaklarda, dilde, boğazda şişme, yanma, kaşıntı, yüzde kızarıklık seste kabalık görülebilir. Kramp şeklinde karın ağrıları, bulantı, kusma ve ishal görülebilir. Bebeklerde gelişme geriliği dikkati çeker. Hapşırma burunda kaşıntı, akıntı, tıkanıklık, göz yaşarması, gözlerde kaşıntı olabilir. Astım tablosu gelişebilir. Bunların besinlere bağlı olup olmadığı ve hangisine bağlı olduğu testlerle anlaşıldıktan sonra o besin hastanın Diyetinden çıkarılır. Bir süre bu gıdayı almayan kişide zamanla duyarlılık kaybolabilmektedir.

        Gıda katkı maddeleri zararlı mıdır?
        Modern yaşamın getirdiği zorunluluklar eskiden evlerde doğal ve taze olarak hazırlanan gıdaların yerini fabrikasyon olarak hazırlanan ve uzun süre marketlerde bozulmadan saklanması gereken gıdaların almasına neden olmuştur. Gıdalara hazırlanması sırasında renklendirici, koku verici ve bozulmalarını önleyici bazı kimyasal maddeler ilave edilmektedir. Doğal beslenmede yeri olmayan bu kimyasallar hem astımlı, allerjik nezleli bazı kişilerde sorunlara yol açmakta hem de allerji dışında kalp-damar hastalıklarına ve kanserlere neden olabilmektedirler.

        Lateks allerjisi ne demektir?
        Lateks %99 oranında Brezilyada yetişen tropikal kauçuk ağacının özsuyundan üretilir. Kauçuk içeren ürünler allerjik reaksiyonlara neden olabilmektedir. Bilhassa hekimlerin bizar olduğu bu durumda cerrahide kullanılan lateksten mamül eldivenler, bu eldivenlerin giyilip çıkarılması sırasında ortama yayılan toz, elastik yapışkan bantlar, çeşitli sonda ve kateterler, lastik ayakkabılar, plastik halı arkaları, spor malzemeleri, yolda aşınan oto lâstiklerinden ortama dağılan kısımlar ya cilt ile temas veya solunum yoluyla vücuda girmekte ve takiben kurdeşen, burun nezlesi, göz nezlesi, nefes darlığı, dilde boğazda şişme gibi değişik reaksiyonlar ortaya çıkmaktadır.

        Temas egzaması ne demektir?
        Cildin herhangi bir madde ile genellikle uzun süreli ve tekrarlayan temasları sonrası ciltte allerjik tabiatlı bir hastalığın gelişmesidir. Buna neden olan maddeler arasında öncelikle sabun ve deterjanlar, lastik eldivenler, kemer, kolye vb aksesuarlar, gömlek, kaşkol gibi giysiler sayılabilir. Temas edilen cilt alanında kızarıklık, kabarıklıklar, kalınlaşma, çatlaklar, soyulma, kaşıntı, sulanma ve kabuklanmalar görülebilir.

        Böcek ve arı allerjileri hakkında bilgi verir misiniz?
        Hamam böcekleri, kalorifer böcekleri, tahtakurusu, sivrisinek, at sineği ve pire gibi haşerelerin ısırmasıyla, tükrük ve dışkılarının solunum veya cilt yoluyla vücuda girmesine, yabani veya bal arılarının sokmaları sırasında zerk ettiği zehirlerine karşı bazı kişilerde allerjik reaksiyonlar gelişebilmektedir. Böcek allerjenleri allerjik burun nezlesi ve astıma neden olabilmekte; arı sokmalarını takiben ise 10-15 dakika içinde sokma yerinde sınırlı veya tüm vücutta hafif veya ağır bir reaksiyon gelişebilmektedir. Bu olay tehlikeli olabilir. Arıya karşı allerjisi olanların yanlarında arı soktuğu taktirde acil müdahale için iğne, sprey, hap türü ilaçları devamlı taşımaları ve bunları kendi kendilerine kullanmayı öğrenmeleri gereklidir. Özel aşı ile tedavi de etkili olmaktadır.

        Allerji yapan maddeler (allerjenler) nelerdir? Allerjenler nerede bulunur?
        Ev tozu, küf mantarları, kedi, köpek, kuş tüyleri, çeşitli ağaç, ot ve çayır polenleri, böcek ve haşereler, bazı parazitler, bazı gıdalar, penisilin gibi bazı ilaçlar, güneş, rüzgar, soğuk, kirli hava ile çeşitli kimyasal maddeler gibi çok fazla sayıda madde allerjenik özellik taşır. Havada, kullandığımız gıda, ilaç ve giyim eşyalarımızda, çevremizdeki eşyada çok sayıda allerjen bulunmaktadır.

        Ülkemiz ve yöremizde allerjenlerin durumu
        Yapılan çalışmalarda Ülkemizin 9 000’i aşkın doğal bitki türünden oluşan zengin bir florası vardır. İklim ve coğrafi değişkenlere bağlı olarak bölgelerimize göre bitki örtüsü farklıdır. Karadeniz ve Marmara bölgesinde Avrupa ve Sibirya florası, Batı ve Güney Anadolu'da Akdeniz florası, İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ise İran-Turan florası özellikleri hakimdir. Karadeniz Bölgemizde ılıman iklim, yüksek nem ve zengin bitki örtüsü havayla taşınan aeroallerjenler için son derece elverişli koşullar sağlamaktadır.

        Allerjenlere karşı reaksiyon ne zaman ortaya çıkar?
        Çevremizde çok sayıda bulunan allerjenler solunum yolu, sindirim kanalı, cilt ve mukozalar ile enjeksiyonlar sırasında damar yoluyla vücuda girebilir ve sadece hassas kişilerde duyarlılaşma periyodunu takiben önemli sorunlara yol açar.

        Allerjinin mevsimlerle ilgisi var mıdır?
        Evet. Bazı allerjenlerin yoğunluğu belirli mevsimlerde artmaktadır. Diğer bazıları ise her mevsimde sabit olarak bulunurlar. Polenler mevsimsel allerjinin en sık rastlanan nedenleridir. Ancak iklime bağlı olarak hava sıcaklığının ve nispî nem oranının değişmesine paralel ev tozu akarları, küf mantarları gibi diğer havayla taşınan allerjenlerin yoğunluğu da değişmektedir. Nisan-Mayıs, atmosfer havasında polen yükünün en fazla arttığı aylardır. Bu mevsimde allerjik yapılı kişilerde astım, saman nezlesi, göz nezlesi gibi allerjik hastalıklara bağlı yakınmalar ortaya çıkabilir veya artar.

        Bahar nezlesi, mevsimsel astım ne anlama gelir?
        Bazı allerjik kişilerde yılın diğer zamanlarında hiçbir önemli sorun yaşanmazken sadece belirli bir iki ayda her yıl tekrarlayan yakınmalar görülebilir. Bunlar çoğu zaman polene bağlı yakınmalardır. Kişilere göre değişmekle birlikte en sık bahar veya güz aylarında rastlanır.

        Allerji ile meslek arasında bir ilişki var mıdır?
        Evet. Allerjik hastalık bazen bir meslek hastalığı şeklindedir. İşyeri ortamında bulunan bir allerjenle temasa bağlı olarak ortaya çıkar. Yakınmaların işe girdikten sonra başlaması, işyerinden uzakta olunduğu zamanlarda (tatil ve seyahatlerde) gerilemesi, aynı işyerinde birden çok kişide benzer yakınmaların görülmesi meslek hastalığını düşündürmelidir.

        Hangi mesleklerde allerjik hastalıklar daha sık görülür?
        Çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar (sığır, kuş, kümes hayvanı besleyenler, veterinerler, deri, yün işinde çalışanlar ..), biyolojik ajanlarla çalışanlar (laborantlar, besin, deterjan sanayiinde çalışanlar, kimyagerler ..), tozlu işlerde çalışanlar (keresteciler, marangozlar, fırıncılar, değirmenciler ..), kimyasallar ile teması olanlar (boyacılar, kimyagerler, plastik endüstrisi işçileri ..), lastik eldiven kullananlar (sağlık personeli, temizlik işinde çalışanlar ..) ve daha bir çok iş kolunda allerjik hastalıklara sık rastlanmaktadır.

        Teknoloji ile allerji arasında bir ilişki var mıdır?
        Allerjik hastalıkların sıklığı teknolojinin gelişimine paralel olarak artmaktadır. Kişilerin kapalı ve dar alanlarda topluca yaşamaları, açık sahada çalışmaktan büroda çalışmaya dönüş, halı döşemeler, ev içinde kedi, köpek, kuş vb hayvanların beslenmesindeki artış, sigara alışkanlığının yayılması, katkı maddesi içeren hazır gıdaların tüketilmesi, yaşamımıza giren ilaç ve kimyasal maddelerin giderek fazlalaşması, hava kirliği gibi nedenlerle allerjik hastalıklar endüstrileşmiş yörelerde ve kırsal kesime göre kentlerde daha sık görülmektedir.

        Allerji tedavi edilebilir mi?
        Tedavi ile allerjik bünye değiştirilemez. Ancak, allerjik hastalıklar kontrol altına alınabilir ve hastanın yakınmaları giderilip, normal yaşamına dönmesi sağlanabilir. Hastalığa bağlı olarak yaşanımı kısıtlanması önlenebilir.

        Allerjik hastalıklardan tam şifa mümkün değil midir?
        Mümkündür. Bazen bir süre devam eden hastalık tablosu tedavi ile veya spontan olarak tamamen ve bir daha geri dönmemek üzere düzelebilir. Ancak yakınmalar çoğu kez devam etme ve tekrarlama eğilimindedir.

        Allerjik hastalıkların tedavisi nasıldır?
        Tedavi kişiye göre değişir. Öncelikle allerjiye neden olan madde veya maddeler belirlenmeli, hastalığın tipi, ağırlığı, komplikasyonları saptanıp uygun tedavi şekli kararlaştırılıp başlanmalı, hasta yakın izlemede tutulup alınan cevaba göre tedavi değiştirilmelidir. Öncelikle korunma esastır.

        Komşumun ilaçlarını kullanabilir miyim?
        Bunu asla yapmayın. Hastalık aynı olsa bile hiçbir hastanın tedavisi diğerinin aynısı değildir. Tedavi edilmesi gereken hastalık değil, hastadır. Ve her hasta başka bir kişidir.

        Allerjenlerden nasıl korunabiliriz?
        Allerjiye neden olan madde her kişide aynı değildir. Kişilerin duyarlı olduğu allerjen ayrı ayrıdır. Öykü ve testlerle spesifik allerjen saptandığında hasta mümkünse bundan uzak tutulmalıdır. Örneğin bu bir ilaç ise bu ilacı kullanmamalıdır. Gıda ise bu gıdayı almamalıdır. İşyeriyle ilgili bir madde ise iş değişikliği gerekebilir ya da iş yerindeki allerjen yoğunluğunu azaltacak önlemler yararlı olabilir. Ancak havada bulunan allerjenlerden kaçınmak oldukça güçtür. Polen allerjisinde kıra, ağaçlık, çiçeklik alana girmek veya rüzgarla polenlerin taşındığı alanda bulunmak yakınmaları başlatabilir. Ev tozundaki allerjenleri azaltacak önlemler yararlı olabilir. Evde dip bucak emiş gücü yüksek vakumlu cihazlarla sık sık tozların alınması, toz kaldırmayacak şekilde temizlik yapılması (yaş bezle toz alınması, çırpma, silkeleme şeklinde temizlik yapılmaması ..), haftada bir en az 60 derece sıcaklıkta su ile çarşaf, kılıf ve örtülerin yıkanması, halı döşemeler yerine vinlex vb türü suni döşemelerin kullanılması, allerjen barındırmayan çarşaf ve kılıfların kullanılması allerji hastalarında önerilen tedbirlerdir. Küf mantarlarının üremesinin önlenmesi, ev içi nemin azaltılması yararlı olabilir. Allerjenleri temizlediği söylenen cihaz veya deterjanların, hava filtrelerinin bilimsel olarak etkinliği kanıtlanmış değildir. Kedi, köpek, kuş gibi hayvanların ev içinde barındırılmaması, hamam böceği, kalorifer böceği gibi haşerelerle mücadele edilmesi gerekmektedir. Yün battaniye, yorgan, kazak, hırka yerine sentetik kumaş ve dokumaların kullanılması önerilmektedir. Sigara içilmemesi, pasif olarak sigara dumanına maruz kalmaktan sakınılması, ev içinde veya atmosferde hava kirliliğinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması dikkat edilmesi gereken diğer hususlardır. Kimyasal katkılar içeren fabrikasyon gıdalardan uzak durulması, deterjan, boya ve çeşitli temizlik malzemelerinin kullanımında ortama yayılan keskin koku ve dumandan kaçınılması gerekmektedir. Ancak bu önerilerin uygulanması hiç de kolay değildir ve kişinin yaşamını çık sınırlayabilir.

        Bu tedbirleri alınca allerjik hastalığım geçer mi?
        Kuşkusuz bu önlemler çok işe yarar, hastalığınızın kontrolü kolaylaşır, şikayetleriniz azalır, tedavinizin etkinliği artar. Ancak bunları yapınca hastalık ortadan kalkacak diye bir garanti söz konusu değildir. Bu önlemleri almakla birlikte veya allerjenlerden kaçınılamıyor ise onların zararlı etkilerini önleyen veya düzelten ilaçlarla tedavi gerekebilir.

        Allerji tedavisi ne kadar devam eder?
        Tedavi çoğu kez devamlıdır. Ancak bu ömür boyu ilaç kullanılacak anlamına gelmez. İlaçlar kullanıldığı gibi, zaman zaman ilaçlar kesilip ilaçsız kontrol ve korunma önlemleri ile izlenebilir. Sorunlar ortaya çıktığında tekrar tedavi gerekebilir. Mevsimsel allerjilerde sadece sorunların yaşandığı aylarda bir kaç aylık tedavi yeterli olur.

        Allerji tedavisinde hangi tür ilaçlar kullanılır?
        Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Hastalığın yerleştiği organa, tipine, ağırlığına ve hastanın özelliğine göre farklı bir çok ilaç kullanılabilir. Bazen aynı hastada farklı zamanlarda değişik ilaçları kullanmak gerekebilir.

        Allerji tedavisinde kullanılan ilaçların zararlı etkileri var mıdır?
        Her ilacın istenmeyen bazı yan etkileri olabilir. Bir hastaya bir ilacı verirken kar-zarar hesabı yapılıp beklenen yarar daha ağırlıklı ise başlanır. Gereksiz yere hiçbir ilaç kullanılmamalıdır. Mümkün olan en düşük dozda ve en kısa sürede kesilecek şekilde ilaçlar kullanılmalıdır. Bunlara dikkat edilirse önemli bir sorun olmaz. Hekim kontrolü olmadan, kendi başına ilaç kullanmak, ve başlanan tedaviyi kontrolsüz sürdürmek doğru değildir ve yan etkilerin görülme riskini artırır.

        Bu yan etkiler arasında en önemlileri nelerdir?
        Allerji tedavisinde kullanılan ve antihistaminikler olarak adlandırılan bir grup ilacın bazıları uyku, dalgınlık, dikkat azalmasına neden olabilir. Buna bağlı olarak kişi araba veya makine kullanıyorsa kazalara neden olabilirler. Aktif çalışan kişilerde bu tür yan etkileri olan ilaçlar tercih edilmemeli veya kullanılması gerekiyorsa kişi önceden uyarılmalı, bu tür tehlikeli işlerden uzak tutulmalıdır. Yine bu tür ilaçlar bazen iştah artışına yol açıp kilo alımına sebebiyet verebilirler. Kortizon türü ilaçlar da allerji tedavisinde kullanılmaktadır. Bunlara bağlı olarak da önemli yan etkiler gelişebilir.

        Aşı tedavisine dikkat!
        Halk arasında aşı tedavisi olarak bilinen immünoterapi sanıldığı gibi allerjik hastalıkların tedavisinde temel tedavi biçimi değildir. Sadece böcek sokmaları ve bazen de allerjik nezlede etkili olabilen bir tedavi biçimidir. Çoğu astım hastası için bu tedavi biçimi doğru bir yaklaşım olarak kabul edilmez. Bir çok gelişmiş ülkede astım tedavisinde kullanılmamaktadır. Aynı zamanda, ölümcül olabilen riskler taşır. Üstelik etkinliği de ispatlanmış değildir. Etki mekanizması da bilinmez. Gerekli bir çok koşula uyan çok az sayıda hastaya asıl tedaviler uygulandıktan sonra, bütün riskler göz önüne alınarak, bu işin uzmanı olan kişi denetiminde ve acil durumda yaşama geri döndürmeye yönelik müdahalenin yapılabileceği her türlü donanım ve ekipmana sahip bir ünitede denenebilir. Fakat maalesef yanlış lanse edildiğinden ve suiistimale açık olduğundan gereğinden sık olarak uygulanmaktadır. Yıllarca bir ümit uğruna aşı olmaya devam eden hastalar vardır.

        Allerjik bir anne ve/veya babanın çocuklarının allerjik olmaması için neler yapılabilir?
        Anne veya babadan birisi allerjik ise çocukta allerjik hastalığa rastlanma olasılığı %40 dolaylarında iken hem anne hem de babanın allerjik olduğu durumda çocukta bu oran %70’e çıkmaktadır. Allerjik bünyeli ebeveynlerin almaları gereken tedbirler şunlardır: gebelikte ve doğumu takiben ev içinde sigara içilmemesi, gebelik ve emzirme döneminde anneye yumurta ve inek sütü gibi allerjenik gıdalardan arındırılmış bir diyet uygulanması, bebeğin mutlaka Anne Sütünü emmesi ve yukarıda korunma ile ilgili kısımda anlatılan tedbirlerin doğumdan itibaren dikkatlice uygulanıp çevresel allerjenlerle temasın azaltılması yararlı olacaktır.

        Arı poleni, bıldırcın yumurtası, hatme çiçeği vb gibi doğal ilaçların tedavideki yeri nedir?
        Bu ilaçların etkili olduklarını gösteren bilimsel çalışmalar maalesef yapılmamıştır. Bu nedenle bu konuda olumlu yada olumsuz bir şey söylemek mümkün değildir

        ALERJİ TUM YONLERIYLE

        Yorum yap

        • #19

          İstanbul Bronşiti

          İstanbul Bronşiti
          "İstanbul Bronşiti" Nedir?

          Son yıllarda sağlık literatürümüze giren hastalıklardan biri de İstanbul bronşitidir. Yılın her döneminde görülebilen İstanbul Bronşiti, içinde bulunduğumuz sonbahar aylarında çok daha fazla insanı ilgilendirmektedir. 7'den 77'ye her yaştan insanı ciddi şekilde rahatsız eden ve sağlık literatürüne ilk kez 7 yıl önce Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Ahmet Rasim Küçükusta tarafından kazandırılan İstanbul Bronşiti' nin tüm özellikleri:

          Her geçen yıl daha fazla insanı etkileyen bu hastalık, sadece öksürükle belirti veren bir çeşit astım türüdür. İstanbul gibi büyük şehirlerde daha fazla görüldüğü için İstanbul Bronşiti ismi verilmiştir. Hastalık, en çok çocuklarda görülmekle beraber her yaştan insanda saptanabilir. Erişkin yaşta, kadınlarda daha sık rastlanır. İstanbul Bronşiti' nin belirtileri İstanbul Bronşiti' nin esas belirtisi kuru öksürüktür. Bu, özellikle geceleri artan, küçük çocuklarda öğürtü ve kusmaya, hanımlarda ise idrar kaçırmaya neden olabilen kuru bir öksürüktür. Öksürük, nöbetler şeklinde ortaya çıkar ve genellikle geceleri daha fazladır. Bir çok hasta gece ya da sabaha karşı öksürükle uykusundan uyanır. Gülme, hatta konuşma öksürük krizlerinin başlamasına neden olabilir. Telefonla konuşurken ortaya çıkan öksürük nöbetleri İstanbul Bronşiti' nin tipik bir özelliğidir. Sigara dumanı, çeşitli boya, cila kokuları, hava kirliliği... de öksürüğün başlamasına neden olan faktörlerdir. Şiddetli öksürük çocuklarda karın ağrılarına, erişkinlerde ise sırt ve göğüs ağrılarına yol açabilir. Küçük çocuklardaki İstanbul Bronşiti' nin ilginç bulgularından biri de geceleri, saç dipleri ve boynun terlemesidir. Hastaların çoğunda bu şiddetli öksürüğe karşılık hiç balgam yoktur, ama bazılarında, az miktarda zor çıkan, yapışkan nitelikte balgam olabilir. Bu hastalar, bu küçücük balgamı çıkarmakla çok rahatladıklarını söylerler. İstanbul Bronşiti' nin astım ve diğer bronşitlerden farkı İstanbul Bronşiti bir astım türü olmakla beraber, astımdan en önemli farkı, hırıltı ve nefes darlığı şikayetlerinin olmamasıdır. Bu hastaların akciğer röntgenleri, solunum fonksiyon testleri ve allerjik deri testlerinde de her hangi bir bulgu yoktur. İstanbul Bronşiti olan hastalarda, bakteri ve virüslerin neden olduğu diğer bronşitlerde olduğu gibi ateş, halsizlik, iştahsızlık... gibi belirtilere de rastlanmaz. İstanbul Bronşiti' nin nedeni İstanbul Bronşiti' nin nedeni, bronşların aşırı duyarlı olması, yani bronş hiperreaktivitesidir.

          Bronşlardaki bu aşırı duyarlılığın nedeni kesin olarak belli değildir, fakat büyük şehirlerimizdeki yoğun trafik ve şehirleşmeden kaynaklanan dış hava kirliliğinin ve ev, okul ve iş yerlerindeki iç ortam hava kirliliğinin ve katkı maddesi içeren hazır gıdaların tüketilmesinin önemli rolleri olduğu düşünülmektedir. İstanbul Bronşiti' nin daha çok dış ve iç ortam hava kirliliklerinin daha yoğun olduğu kış aylarında ortaya çıkması, hastaların yazın ve İstanbul'dan uzaklaştıklarında şikayetlerinin tümünün kısa sürede kaybolması bu görüşü desteklemektedir. İstanbul Bronşiti' nin tanısı İstanbul Bronşiti' nin tanısı aslında kolaydır. Çoğu zaman, hastanın şikayetlerinin dikkatle dinlenmesi ve fizik muayene tanı için yeterlidir. Bulguları tipik olmayan hastalarda akciğer röntgeni, allerjik deri testleri ve solunum fonksiyon testlerinin yapılması gerekebilir. İstanbul Bronşiti' nin karıştığı hastalıklar İstanbul Bronşiti, doktorlar tarafından üst solunum yolları infeksiyonları, sinüzit, farenjit, geniz eti, reflü, bronşit, astım, zatürre... gibi pek çok başka hastalıkla karıştırılmaktadır. İstanbul Bronşit' nin tedavisi İstanbul Bronşiti' nin temel tedavisi sprey şeklindeki kortizon ve ağız yoluyla alınan yeni kuşak antihistaminiklerdir. Bu ilaçlar, hastalık belirtileri tamamen geçmiş olsa bile, en az 2-3 ay süreyle kullanılmalıdır. Hastalık tanısının gecikmiş olduğu bazı hastalara kısa süreli kortizon hapları da vermek gerekebilir. Öksürük kesici şurup ve hapların ise hiç bir yararı yoktur. Uygun tedavinin geçe başlandığı durumlarda, hastalık kronik bir seyir gösterir ve belirtiler çok uzun süre, bazen yıllarca devam edebilir. İstanbul Bronşiti' nde esas olarak antibiyotiklerin yeri yoktur. Mikoplazma, klamidya... gibi atipik bakterilerin etken oldukları hastalarda, makrolid grubu antibiyotiklere, özellikle de eritromisine iyi cevap alınır. İstanbul Bronşiti astım gibi kalıcı bir hastalık değildir. Hastaların çoğu uygun tedavi ile kısa sürede şikayetlerinden kurtulurlar. İstanbul Bronşiti, bazı kişilerde bir kerelik tedavi ile tamamen geçerken, bazı hastalarda ileriki aylar ya da yıllar içinde belirtiler tekrarlayabilir. Sprey şeklindeki kortizon tedavisinin yeterli süre kullanılmadığı durumda hastalığın tekrarlama ihtimali daha fazladır. İstanbul Bronşiti, astım gibi kalıtsal bir hastalık değildir ve ailesel özelliği de yoktur. İstanbul Bronşiti, bir büyük şehir, yani metropol hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanmamak ve hastalığın tekrarlamaması için, ev, okul, işyerleri... gibi yaşanılan yerlerin yoğun trafiğin ve fabrikaların uzağında olması ve kapalı mekanlarda allerjenler, sigara dumanı, kimyasal maddeler, aerosoller... gibi irritan faktörlerden uzak kalınması gerekir.

          İstanbul Bronşiti

          Yorum yap

          • #20

            Kontakt Lensler

            Kontakt Lensler
            Günümüzde kullanılan kontakt lensler ise, ince, biopolimer adı verilen çok özel plastik bir maddeden yapılmaktadır...

            Kontakt lenslerin icadı bir asır öncesine kadar uzanmaktadır. Bu konudaki öncülerden biri olarak kabul edilen August Müller 1889 yılında yazdığı bir makalesinde, kendi görme bozukluğunu bu lenslerle düzeltmeye yönelik çabalarından bahsetmiştir. O dönemlerde yeni denenmeye başlayan kontakt lenslerin, henüz göze uygulanabilecek özelliklerde üretildiğini söylemek güç olur, Müller şiddetli ağrı ve bulanık görme sebebiyle lenslerini ancak yarım saat takabiliyordu.


            Günümüzde kullanılan kontakt lensler ise, ince, biopolimer adı verilen çok özel plastik bir maddeden yapılmaktadır. Bu lenslerle miyopi (uzağı görememe), hipermetropi (yakını görememe) ve astigmatizma gibi hemen her türlü optik bozukluk düzeltilebilmektedir. Gözün saydam tabakası ( kornea) üzerine yerleştirilir ve kendisiyle bu saydam tabaka arasına sızan gözyaşına yapışır. Göz kırpılmasıyla lens yavaşça hareket eder, bu hareketle lensin altına taze gözyaşı girer, bu da kornea tabakası için gerekli oksijenlenme ve nemlenmeyi sağlar.


            İki tip kontakt lens mevcuttur; sert kontakt lensler ve yumuşak kontakt lensler. Sert lensler ise kendi aralarında gaz geçirgen ve gaz geçirgen olmayan tip şeklinde iki kısma ayrılmaktadırlar. Gaz (oksijen) geçirgen sert kontakt lenslerde, direkt lens üzerinden korneaya gaz geçişi mümkün olduğundan, diğer tipe oranla daha sıklıkla tercih edilmektedir. Yumuşak kontakt lensler ise daha çok su içerdiklerinden dolayı esnek bir yapıdadırlar, gaz geçirgen özelliğine de sahiptirler. Lens kalınlığına ve su içeriğine göre gaz geçirgenliği değişmektedir. Burada ifade edilen gaz geçirgenliği ifadesi oldukça önemlidir, çünkü kornea dediğimiz saydam tabakanın sağlıklı olabilmesi için oksijenin bu tabakaya lens üzerinden sorunsuz geçmesi gerekmektedir. Yumuşak kontakt lenslerin gece gözde kalacak şekilde uzun süreli kullanımını önermemekteyiz, çünkü kornea tabakası uyurken gözkapağının arkasındaki küçük damarlardan besinini ve oksijenini almaktadır. Gece uykusunda lens takılması bir bariyer etkisiyle korneanın besin almasını önleyecektir, bu ise göz sağlığı açısından oldukça sakıncalıdır. Her tür yumuşak kontakt lens mutlaka gece uykusundan önce çıkartılmalı ve solüsyonunda saklanmalıdır.


            Kontakt lens teknolojisindeki ilerlemeler son zamanlarda öyle bir hız kazanmıştır ki, insanların bu lensler hakkındaki bilgileri gelişmelerin biraz gerisinde kalmıştır. Halen yaygın olarak inanılan birçok yanlış düşünce mevcuttur, bu yanlış düşüncelerin üzerinde durmak ve doğru bilgileri anlatmak faydalı olacaktır.


            Birçokları kontakt lens takmaya alışmanın zor olacağını, buna alışamayacaklarını zanneder. Halbuki kişi karar verdiğinde gözüne lensi yerleştirmek pek problem yaratmaz, lens takıldıktan birkaç dakika sonrasında ise artık yumuşak lensler gözde çok az hassasiyet yapmaya başlayacaktır. Gaz geçirgen sert lenslere alışmak ise biraz daha uzun zaman almaktadır, ancak günümüzde bazı özel durumlar dışında bu tür sert lens kullanımı artık tercih edilmemektedir. Yumuşak kontakt lenslerde uyum süresi birkaç gündür, gaz geçirgen sert lenslerde ise yaklaşık 2-3 haftadır.


            Başka bir yanlış inanış, kontakt lenslerin gözlüğe kıyasla daha az kullanılışlı olduğu şeklindedir. Halbuki ilk kez lens kullanımında kişi, gözüne lensi yerleştirme tekniğini öğrenene kadar yavaş ve dikkatli davranmalıdır, bu teknik kazanıldığında ise artık lensi yerleştirmek sorun olmaz. Kontakt lenslerin bakımı ve muhafazası için eskiden birçok solüsyonlar kullanılıyordu ve bu zaman alıyordu. Günümüzde ise gece uykusunda çıkartılan lenslerin sadece bir çeşit özel solüsyonda bekletilmesi yeterli olacaktır. İlk birkaç günlük alışma periyodundan sonra rahatça kullanılan lenslerin, gözlüğe kıyasla çok daha kaliteli bir görüntü sağladığı şüphesizdir. Gözlüğün dezavantajı net görüş alanını daraltmasıdır. Gözün yapısına tam bütünlük sağlaması ve doğrudan gözün üzerine yerleştirilmesi nedeniyle, kontakt lenslerde görüntü daha net ve görme alanı daha geniştir. Özellikle yüksek numarası olan kişiler gözlüğe kıyasla kontakt lensle daha iyi boyutta bir görüş sağlarlar.


            Pek çok insan astigmatın kontakt lensle düzelmeyeceğine inanır, ancak bu da doğru değildir. Gözün kornea dediğimiz ön saydam yüzeyinin düzensiz olması hali anlamına gelen astigmatizma bir hastalık olmamakla birlikte çok yaygın bir durumdur, yakında ve uzakta bulanık görme halidir. Eskiden gaz geçirgen sert lenslerin kullanıldığı astigmatizma için, günümüzde özel tekniklerle yumuşak lensler üretilmiştir ve rahatlıkla kullanılmaktadır.


            Bazıları ise, lens kullanımı sırasında ortaya çıkabilecek zorlukları duyduklarından, kontakt lenslere soğuk bakarlar. Eskiden uygulanan sert lenslerde birtakım zorluklar yaşanmaktaydı, ancak günümüzde yumuşak lensler, gözün hava almasını sağlayacak çok özel malzemelerle imal edilmektedir. Lenslerin gözde doğru yere oturması ve önceden kesitirilebilir bir şekilde hareket etmesi için özel dizaynlar kullanılmaktadır. Lens kullanmaya yeni başlayanlarda en sık görülen şikayetlerden biri kuru göz hissidir. Bu hissi hafifletecek özel dizaynlar ve lens materyalleri mevcut olduğu gibi, lens takılması esnasında kullanılan ve gözü nemlendiren özel damlalar da kullanıma girmiştir. Kontakt lens takılması sırasında ortaya çıkabilecek yan etkilerin çoğu kendi kendini sınırlayıcıdır; yani lensler kısa bir süre için gözden çıkarıldığında, bunlar çabucak geçer. Göz doktorunun talimatlarına uyulduğunda ise, lens kullanımı sırasında çok ciddi bir komplikasyonun ortaya çıkması son derece nadirdir.


            Gözün önüne yerleştirilen ve gözle iyi bir uyum sağlayan kontakt lensler, yinede bir yabancı cisimdir. Düşük bir ihtimal de olsa gözü çizebilir, mikrop kaptırabilir. Eğer önerilen süreden daha uzun takılırsa, saydam tabakada çizilme ve şişme (ödem) yapabilir. Değiştirilmeden uzun süre kullanılırsa lens üzerinde birikintiler (depozitler) oluşabilir. Bu birikintilere, lense veya lens temizleyici solüsyonlara karşı alerji gelişebilir. Çok nadiren lensin gece gözde kalmasına veya bakımlarının iyi yapılmamasına bağlı olarak ciddi enfeksiyonlar oluşabilir ve bu durum görmeyi bozabilir. Bahsedilen bu riskler, gerçekte nadirdir ve göz doktoruna başvurulduğunda tedavileri oldukça kolaydır.


            Kontakt lens uygulayıcılarının, lens kullanım ve bakım kurallarını eksiksiz uygulaması başarıda mutlaka gereklidir. Konunun uzmanı göz doktoru tarafından çeşitli göz ölçümleri ve muayenesi sonrasında alınması gereken kontakt lensler, gözlüğe oranla görmeyi düzeltmede tercih edilen, uygun ve güvenilir bir alternatiftir. Bazı göz hastalıkları kontakt lens kullanımını engellemektedir. Gözlerinde sık sık enfeksiyon olan hastalar, ciddi allerjik göz rahatsızlığı bulunanlar, gözyaşı azlığı ya da gözyaşı yapı bozukluğu bulunan kişiler, kontakt lenslere oldukça zor uyum sağlarlar ve bu lensleri gözlerinde temiz tutabilmeleri de oldukça güçleşir. Bu durumlarda, hastanın lens kullanıp kullanmayacağına, göz hekimi karar verecektir.


            Toparlamak gerekirse; kontakt lenslere alışmak kolaydır, kullanılışlık ve günlük yaşamda özgürlük açısından gözlüğe kıyasla önemli avantajlar sunmaktadır. Astigmatizma dahil, hemen her tür görme bozukluğunu lenslerle düzeltmek mümkündür. Uzmanların tavsiyesine uygun hareket edilirse, kullanımlarıyla ilgili ciddi problemlerin ortaya çıkma riski düşüktür. Kontakt lenslerle sağlanan görme gücü, gözlüklerin sağladığından daha iyidir.



            worldmedline
            Op.Dr. Özcan Karakurt
            Göz Hastalıkları Uzmanı

            Yorum yap

            • #21

              sinüzit tedavisinde geç kalmayın

              Sinüzit tedavisinde geç kalmayın...

              Sinüzit belirtilerinin soğuk algınlığı veya allerjik nezle belirtilerinden ayırdedilmesi genellikle zordur bu nedenle pek çok kişi doktora gitmeye gerek duymaz. Bunun yerine soğuk algınlığı veya allerji ilaçları ile kendilerini tedavi etmeye çalışırlar. Fakat doktora gitmek şarttır!
              Kanserle mücadelede yeni yöntem.Hedef doğrudan hastalıklı doku


              Sinüzit, yüz kemikleri içindeki boşluklar olan sinüslerde meydana gelen enfeksiyondur. Genellikle bir soğuk algınlığı veya allerjik nezle atağını takiben ortaya çıkar.

              Normalde, sinüslerden salgılanan sıvılar burun boşluklarına akar. Bir soğuk algınlığı veya allerjik nezle atağını takiben, sinüslerde şişlik meydana gelir ve bu drenaj mekanizması bozulur. Bunun sonucunda da enfeksiyon ortaya çıkar.

              Sinüzitin tedavisi, uygun bir antibiyotikle yapılabilir. Bunu,uygun dozda kullanmaya özen gösterin.

              Antibiyotik yanında, burun tıkanıklığını azaltmak için bir burun spreyi ya da damlası ve ağızdan alacağınız bir dekonjestan ilaç önerilebilir. Burun spreyleri ve damlalarının uzun süreli kullanılmasının sakıncalı olduğunu unutmayınız. Kaynamış su buharının teneffüs edilmesi ve fizyolojik serum damlaları da şikayetlerinizi azaltabilir.

              Doktorunuz uzun süreli antibiyotik tedavisi almanızı öneriyorsa, kronik sinüzite neden olan mekanik tıkanıklıkların açılması için cerrahi tedavi de gerekebilir.

              sinüzit tedavisinde geç kalmayın

              Yorum yap

              • #22

                Akut BronŞİt

                Tanım :

                Akut bronşit bronş adı verilen büyük solunum yollarında virus, bakteri ve mantarlar tarafından oluşturulan akut bir iltihabi hastalığıdır. Ayrıca asidik ve alkali maddelerin solunması ile de iltihabi olmayan akut bronşit tablosu da gerçekleşebilir.



                Etkenler :

                Akut bronşit yapan nedenlerin başında solunum yolları virusları yer almaktadır. Akut bronşit vakalarının ekserisi İnfluenza, Parainfluenza, Coryza (nezle) virusu, Adenoviruslar ve Respiratory syncytial viruslarla meydana gelir.

                Bakterilerle meydana gelen akut bronşit nispeten daha seyrektir. Akut bronşite sebep olan bakterilerin başında Hemophilus influenza, Pnömokoklar, Streptokoklar, ve Stafilokoklar gelmektedir.

                Nadiren Candida ve Aspergillosa türü mantarlar da akut bronşite neden olabilirler.



                Şikayetler :

                Genellikle hastalık burun ve boğaz enfeksiyonu şeklinde başlar. Bazen de üst solunum yollarına ait herhangi bir şikayet olmaksızın akut bronşit tablosu kendini gösterebilir.

                Hastalığın başlangıcında sık tekrarlayan ve kuru bir öksürük vardır. Birkaç gün sonra öksürükle beraber balgam çıkarma şikayeti de olaya dahil olur. Önceleri normal vasıflarda olan balgam, bir süre sonra iltihaplı bir özellik kazanır.

                Bazı vakalarda yüksek ateş, halsizlik, kırgınlık şikayetleri de görülebilir. Bir kısım hastada büyük hava yollarının tahrişine bağlı olarak gelişen göğüs ağrısı da bulunabilir.



                Fizik Bulgular :

                Fizik muayene bulguları normal olabilir. Solunum yollarının ödem ve koyu balgam ile tıkanmış olduğu durumlarda ronküs denilen anormal sesler duyulabilir. Bronşlarda yumuşak balgam varsa ral adı verilen anormal solunum sesleri duyulabilir. Raller genellikle her iki akciğer sahasında yaygın olarak duyulursa da bazı sahalarda daha az, bazı sahalarda daha belirgin olabilir.



                Tanı :

                Akut bronşitte solunum yollarının tutulması ve akciğer dokusunun normal olması nedeniyle akciğer grafisi normal olarak bulunabilir. Bazı vakalarda akciğer dokusu da iltihaptan etkilenebilir ve akciğer grafisinde solunum yolları ve damarsal yapılarda belirginleşmeler izlenebilir.

                Bakterilerin neden olduğu akut bronşitte kanda beyaz küre hücrelerinin sayısında ve kan çökme hızında artış görülebilir. Balgam tetkiklerinde etken bakteri ya da mantar üretilebilir, virusların tespit edilmesi zordur.

                Akut bronşit tanısı hastanın şikayetleri, muayene bulguları ve laboratuar tetkikleri bir arada değerlendirilerek konulur.



                Tedavi :

                Hastanın odası sıcak ve nemli olmalıdır. Ateşsiz ve hafif seyirli akut bronşitlerde antibiyotik tedavisi gerekli değildir. Küçük çocukların, yaşlıların, kalp hastalarının, amfizem ve kronik bronşitli hastaların akut bronşitlerinde antibiyotik kullanılmalıdır. Yüksek ateşle seyreden olgularda mutlaka antibiyotik verilmelidir.

                Ateş ve ağrısı olan hastalarda tedaviye ağrı kesici-ateş düşürücü ilaçlar eklenmelidir. Balgam çıkaramayan hastalarda sürekli ve rahatsız edici kuru öksürük varsa öksürük kesici ilaçlar da başlanabilir. Hastanın balgam atması halinde balgam söktürücü ilaçlar kullanılmalıdır.

                Kaynak:
                Uzman Dr. Semih AĞANOĞLU

                Yorum yap

                • #23

                  Çocuklarda Zatürreye Dikkat

                  Çocuklarda Zatürreye Dikkat

                  Sinop İl Sağlık Müdürü Dr. Abdülkerim Köroğlu, gerekli önlemlerin alınmaması durumunda zatürreenin ölümle sonuçlanabilen bir hastalık olduğunu söyledi.

                  Öksürüğü olan çocuğun normalden çok daha sık nefes alıp vermesinin çocuk açısından tehlikeli bir durumun sinyali olduğunu ifade eden Dr. Köroğlu, ''Bu durumda çocuğu hiç vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna götürmek gerekir.

                  Öksürük ve nezlesi olan bir çocuğa bol miktarda sulu şeyler yedirilip içirilmelidir. Nezle ve zatürree hava yoluyla bulaşır. Öksürük ve nezlesi olan çocuklara doktora danışmadan ateş düşürücüler dışında kesinlikle ilaç verilmemelidir. Öksürük ve nezlesi olan bir çocuk üşütülmemeli, temiz, rutubetsiz ve sigara dumanı olmayan ortamda bulundurulmalıdır'' dedi.


                  Çocuklarda Zatürreye Dikkat

                  Yorum yap

                  • #24

                    Tabii ilaç ve Gıdalar

                    Armutun nezleye, balığın koroner kalp rahatsızlığına, üzümün kansızlığa, kekiğin bronşit ve astıma iyi geldiği belirtiliyor.

                    Uzmanlar, nezle olanlara bol bol armut yemelerini tavsiye ediyor. Mideyi de kuvvetlendiren armut, hazmı kolaylaştırıyor ve çarpıntıyı önlüyor. Balık, kan kolesterol düzeyinin dengelenmesinde önemli rolü olan w-3 asitlerini içermesi sebebiyle, özellikle koroner kalp rahatsızlığı bulunan kişilerin kırmızı et yerine tercih etmesi gereken yiyeceklerin başında geliyor. Ayrıca balık, iyi bir E vitamini kaynağı olması sebebiyle de cilt kanserinin önlenmesi ve yaşlılığa bağlı hücrelerin az zarar görmesini sağlaması, kış aylarında enfeksiyondan korunulması açısından oldukça önemli rol oynuyor.

                    Demirin, vücuda enerji veren maddelerin başında yer aldığını hatırlatan uzmanlar, içinde demir bulunan besin maddelerinin başlıcalarını karaciğer, et, yumurta, ıspanak ve kayısı olarak sıralıyor.

                    Karnabahar ve brokolinin, son yıllarda beslenme alışkanlığında önemli yer tutan sebzeler arasında yer almaya başladığını ifade eden uzmanlar, bu sebzelerin iyi bir C vitamini ve kalsiyum kaynağı olması sebebiyle önemlerinin birer kat arttığını bildiriyor. Posa içeriği yönünden zengin olan bu sebzelerin, bağırsakların tembelleşmesini engellediğini ve ileride oluşabilecek bağırsak kanseri riskini azalttığını söyleyen uzmanlar, bu sebeple salata veya sebzeli yemek hazırlarken brokoli ve karnabaharı da unutmamak gerektiğini vurguluyor.

                    Uzmanlar, günün yoğun temposundan dolayı kendisini yorgun ve bitkin hissedenlerin bol bol taze hurma yiyerek, eski enerjilerine ve güçlerine kavuşabileceğini belirtiyor. Stresli yoğun tempo sebebiyle uykusuzluktan şikayet edenlere ise akşam yemeğinde büyük bir tabak yeşil salata yemeleri öneriliyor. Çünkü salatanın içindeki maddelerin rahatlatıcı ve besleyici özelliği bulunuyor.

                    Kansızlıktan kurtulmak için bol bol üzüm yenmesi gerektiğini bildiren uzmanlar, üzümün ayrıca kalbi, mideyi ve barsakları kuvvetlendirici olduğunu kaydediyor. Taze üzüm suyunun, romatizma ağrılarını geçiren tabii ilaçların başında geldiği kaydediliyor. Her sabah çekirdekli veya çekirdeksiz kara üzümün suyunu çıkarın ve bir bardak için. Eğer hergün bunu aksatmadan yaparsanız, romatizma ağrılarının ne kadar iyi geldiğini göreceksiniz.

                    Uzmanlara göre, eczacılıkta bazı ilaçların yapımında kullanılan şifalı bitki kekik, anjin, bronşit ve astımla ishale iyi geliyor. Bir çorba kaşığı kekiği yarım kilo suda birkaç dakika kaynatmak, soğuttuktan sonra yemek aralarında veya yemekten sonra bir-iki bardak içmekte yarar var.

                    Kestanede C vitamini olduğunu ifade eden uzmanlar, ayrıca B vitamini ve yararlı madeni maddelerin yanısıra protein ve şekerin de bulunduğunu bildiriyor. Uzmanlar, kestanenin diğer faydaları olarak da sindirimi kolaylaştırmasını ve kan yapmasını gösteriyor.

                    Biberiyenin sinire iyi geldiğini vurgulayan uzmanlar, 30-40 biberiye yaprağının 300 gr kaynar suya atılarak yarım saat kadar bekletilmesini tavsiye ediyor. Uzmanlar, elde edilen sıvının hem zihni açtığını, hem sindirimi kolaylaştırdığını kaydediyor.

                    Sabah kahvaltısının vazgeçilmez içeceği olan siyah çayın, yumurta, pekmez gibi demir yönünden zengin besinlerle beraber tüketildiği zaman, demirin vücutta kullanılmasını engellediğini ve sonucunda ise kansızlık şikayetinin daha da artmasına sebep olduğunu vurgulayan uzmanlar, siyah çay yerine ıhlamur, nane, yeşil çay veya meyve aromalı çayların tercih edilmesini tavsiye ediyor.

                    Yaş, cinsiyet, kilo ne olursa olsun aşırı tuz tüketiminin zararlı olduğunu ifade eden uzmanlar, "Yemeklerimize lezzet vermek için ekleyeceğimiz tuzun yerine, taze doğal otlar veya baharat kullanmaya özen göstermeliyiz. Özellikle kırmızıbiber, karabiber, karanfil, dereotu, nane, maydanoz ve sarımsak gibi baharatlar, vücudumuza zararlı olabilecek mikroorganizmaların üremesini engeller" diyorlar.

                    Yumurtanın, hem etin en büyük özelliği olan protein, hem de vitamin bakımından çok zengin olduğunu kaydeden uzmanlar, zeytin yağının çiğ olarak kullanılmak şartıyle, genç kalmaya yarayan besinler arasında bulunduğunu bildiriyor. Uzmanlar, zeytin yağında E ve K vitaminleri olduğunu vurgulayarak, aç karnına yarım kahve fincanı, limon sıkılıp tuzlanarak içilirse, safra kesesini çalıştırdığını ve cildin kırışmasını önlediğini kaydediyor.

                    kaynak iha

                    Yorum yap

                    • #25

                      ısırgan Otu şifa Küpü

                      Uzmanlar, çay gibi demlenerek içilen ve yemeği yapılan ısırgan otunun bir çok hastalığın şifa kaynağı olduğunu bildirdi.

                      Tüketici Hakları Derneği Samsun Şubesi Başkanı ve İç Hastalıkları Uzmanı Dr. M. Emin Dinççağ, cilde dokunduğunda uzun süre kaşındırdığı için pek sevilmeyen, zararlı bitki olarak değerlendiren ısırgan otunun kullanılmasını bilenler için aslında gizli bir ecza deposu olduğunu söyledi. Isırgan otunun sevimsiz ismine rağmen aslında son derece yararlı bir bitki olduğunu hatırlatan Dr. Dinççağ, "Yaprakları asit formik yönünden zengin, yılanınkine yakın bir zehir barındırır. Dokunduğu yere enzimi boşaltır. Canımızı yakan bu sıvı aslında bitkinin değerli niteliklerini içeren özsuyudur. Halk arasındaki inanışa göre ısırgan dalamalarının organizmayı cinsel olarak uyardığı, romatizmayı önlediği, sağlık kazandırdığı söylenir. Aslında bütün bunlar yanlış değildir" dedi.

                      Isırgan otunun midenin, bağırsakların, karaciğerin, pankreasın ve safra kesesinin salgılarını uyaran "sekterin" adlı bir madde içerdiğini belirten Dr. Dinççağ, "Isırgan otundaki demir, alyuvarları sürekli yenileyerek yeni dokulara bol oksijen sağladığından bu bitkiyi çok değerli kılar.Taze yapraklı ısırganlar, piştiği zaman dağılmadığı için ağıza kadife gibi yumuşak gelir. Bitki tedavi bakımından da zengin niteliklere sahiptir. İdrar söktürücüdür, ishal kesicidir. Romatizmalılara, gut ve idrar yolları taşları ve idrar tutukluğundan rahatsız olanlara özellikle önerilir. Burun kanaması ve kan tükürme başta olmak üzere her türlü kanamalarla yersiz ve sevimsiz salgılamaları (beyin nezlesi, solunum yolları sıkıntıları) durdudur. Bedeni güçlendirir, adet görmeleri ya da zamansız kesilmiş adetleri düzenler. Kan temizleyicidir. İlk baharda yapılacak ısırgan otu kürü her şey için çok olumlu sonuçlar verir. Gargarası yapıldığında her tür ağız enfeksiyonlarına, pamukçuğa, dişetleri iltihaplarına ve anjinlere etkilidir. Damarları güçlendirdiği için varis oluşumunu önlediği, doğumdaki kanamaları azalttığı saptanmış. İçerdiği demirin kansızlığı önlediği, kadında östrojen hormonunu artırarak süt salgılanmasını çoğalttığı görülmüş" dedi.

                      kaynak iha

                      Yorum yap

                      • #26

                        Sonbaharda Kronik Hastalıklar Artıyor

                        Sıcak ve soğuğun nöbet değiştiği mevsim olan sonbaharın, birçok kronik hastalığı yeniden canlandırdığı bildirildi.

                        Havanın serinlemesiyle birlikte yaşlı ve çocukların daha kolay soğuk aldığını ve solunum hastalıklarının sık görüldüğünü hatırlatan uzmanlar, solunum borusu iltihabı sorunu olanların, hava değişimlerine karşı daha hassas olduklarını ve bu değişime uyum sağlama kabiliyetinin düşük olmasından dolayı, üst solunum borusundaki enfeksiyon nedeniyle kolayca yeniden hastalandıklarını belirtti. Yaprakların dökülmesiyle birlikte havada alerjiye yol açan birçok maddenin oluşmasının da, solunum borusu enfeksiyonu ve nezle gibi hastalıklara yol açtığını vurgulayan uzmanlar, eklem iltihabı olan hastaların sonbahara girildiğinde yine klimalı ortamlarda bulunmaları durumunda, rahatsızlıklarının yeniden ortaya çıkabileceği, bunun yanı sıra boyun fıtığı ve gut hastalığı gibi hastalıkların da yeniden canlanma olasılığının yüksek olduğunu bildirdi.

                        Havanın serinlemesinin ayrıca kronik mide hastalığının yeniden canlanmasını da körüklediğine, kimi insanlarda mide kanaması ve mide ülserine yol açtığına dikkat çeken uzmanlar, mide rahatsızlığı olanların, kendilerini sıcak tutmalarının yanı sıra uygun bir mönü seçmelerini, yemekleri zamanında ve ölçülü yemeleri, sigara ve içkiden uzak durmalarını önerdi.

                        Solunum sorunu olanların bulundukları ortamın hava dolaşımına, havanın temiz tutulmasına, hava değişimine göre giysi seçmeye ve alerjiye yol açan ortamlardan uzak durmaya özen göstermelerini isteyen uzmanlar, eklem iltihabı olanların ve gut hastalarının da soğuktan korunmaları gerektiğini kaydetti.

                        kaynak iha

                        Yorum yap

                        • #27

                          Ayva Her Hastalığa şifa

                          Ordu Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Turan Karadeniz, ayva yemenin büyük yararları olduğunu söyledi.

                          Meyvesinde pektin, tanen, şeker, organik asit, A ve C vitamini ve mineral tuzlardan bol miktarda bulunduğunu, tohumlarında ise yüzde 14-18 oranında tutkal maddeler, yüzde 16-20 oranında yağ, tanen, renkli maddeler ve yüksek oranda protein, az miktarda amygdalin ve emülsin olduğunu belirten Prof. Dr. Karadeniz, ayvanın kalp, akciğer, boğaz, mide, böbrek, göz, bağırsak, ağız rahatsızlıkları ve adet kanamalarına oldukça faydalı olduğunu dile getirdi.

                          Prof.Dr. Karadeniz, ayvanın yararlarını şöyle açıkladı:
                          "Meyvelerinden hazırlanan şurup ve kompostolar çocuk ishallerine karşı çok etkilidir. Ayva meyveleri kalbe kuvvet verir ve rahatlatır. Kalpteki sıkıntıyı, çarpıntıyı ve Ağız Kokusunu giderir. Harareti ve ishali keser. Hazımsızlığı giderir, mideyi ve bağırsağı kuvvetlendirir, ince bağırsak iltihabını giderir. Vücudun gelişmesine yardım eder. Ayva damar sertliğine, karaciğer tembelliğine iyi gelir, tansiyonu düşürür, safrayı düzene sokar. Yapraklarının çayı kalp ağrılarına iyi gelmekte, sakinleştirici özelliği bulunmaktadır. Meyvesinden yapılan reçel, sindirim sistemi rahatsızlıklarında tedavi edici olarak görev üstlenmekte, cinsel arzuyu kuvvetlendirmektedir. Tereyağında pişirilen ayva; nefes yolu hastalıklarına, müzmin öksürüğe, bronşite ve tüberküloz hastalığına iyi gelmektedir. Ayva çiçeği bal ile macun yapılıp yutulursa, baş ağrısını keser. Ayva çiçeği kaynatılıp içilirse, kalp çarpıntısını keser, kalbi kuvvetlendirir, annenin sütünü artırır. Ayva kokusu kalp ve dimağı kuvvetlendirir. Ayva hoşafı yaşlıların ayaklarının tutukluk yapmasını giderir. Ayva varise karşı iyidir, yorgunluğu, bitkinliği giderir."

                          Grip ve Nezleye Bire Bir
                          Ayva hoşafının ağız yaralarına, akciğer veremine iyi geldiğini, gece uyurken ağızdan salya gelmesini önlediğini de belirten Prof.Dr. Karadeniz, şöyle devam etti:

                          "Yaprağı kaynatılıp içilirse ishali keser. Ayva yaprağı kaynatılır, suyu ile gargara yapılıp, pişmiş yaprakları ile de lapa yapılıp boğaza konursa boğaz ağrısını ve şişliğini giderir. Burun kanamasını önlemek için buruna ayva suyu çekilmelidir. Ayva suyu aşırı adet kanamasını önler, bağırsak kanamalarını keser, dizanteriye karşı çok faydalıdır. Doğumu kolaylaştırmak için ayva suyu ve ayva çekirdeği kaynatılıp içilmelidir. Ayva kabuğu veya ayva çekirdeği kaynatılıp içilirse, idrar yolu iltihaplarına iyi gelir. Ayva suyu iştah açar, böbrek ve sidik torbası iltihaplarını iyileştirir. Grip ve nezle olanlar bol bol yemelidirler. Ayva suyu vücudu terletmek için çok etkilidir. Ayva böbrek zafiyetine, karaciğer zafiyetine, mide bulantısına, deniz tutmasına, mide gevşemesi ve mide düşmesine, midenin kuvvetlenmesine çok faydalıdır. Pişirilmiş ayva mide zafiyetine iyi gelir. Ayva suyu vesveseye ve mide ülserine iyi gelmekte, dimağı kuvvetlendirmektedir. Göz beyazı, göz kapak ve kirpiklerinin iltihaplanmasında ayva yaprağı kaynatılıp soğutulduktan sonra gözler günde birkaç kez yıkanır. Ayva meyvesi üzerindeki tüyler kanayan yere konursa kanamayı durdurur. Beyaz akıntıya karşı ayva yaprağı kaynatılıp aç karnına içilmeli ve haricen yıkanılmalıdır. Ağız içi yaraları ve boğaz iltihapları için kurutulmuş ayvanın suda bekletilmesi ile elde edilen şurup gargara olarak kullanılırsa şifalı gelir"

                          kaynak iha

                          Yorum yap

                          • #28

                            Doğal Gıdalar şifa Veriyor

                            Armutun nezleye, balığın koroner kalp rahatsızlığına, üzümün kansızlığa, kekiğin bronşit ve astıma iyi geldiği belirtiliyor.

                            Uzmanlar, nezle olanlara bol bol armut yemelerini tavsiye ediyor. Mideyi de kuvvetlendiren armut, hazmı kolaylaştırıyor ve çarpıntıyı önlüyor. Balık, kan kolesterol düzeyinin dengelenmesinde önemli rolü olan w-3 asitlerini içermesi sebebiyle, özellikle koroner kalp rahatsızlığı bulunan kişilerin kırmızı et yerine tercih etmesi gereken yiyeceklerin başında geliyor. Ayrıca balık, iyi bir E vitamini kaynağı olması sebebiyle de cilt kanserinin önlenmesi ve yaşlılığa bağlı hücrelerin az zarar görmesini sağlaması, kış aylarında enfeksiyondan korunulması açısından oldukça önemli rol oynuyor.

                            Demirin, vücuda enerji veren maddelerin başında yer aldığını hatırlatan uzmanlar, içinde demir bulunan besin maddelerinin başlıcalarını karaciğer, et, yumurta, ıspanak ve kayısı olarak sıralıyor.

                            Karnabahar ve brokolinin, son yıllarda beslenme alışkanlığında önemli yer tutan sebzeler arasında yer almaya başladığını ifade eden uzmanlar, bu sebzelerin iyi bir C vitamini ve kalsiyum kaynağı olması sebebiyle önemlerinin birer kat arttığını bildiriyor. Posa içeriği yönünden zengin olan bu sebzelerin, bağırsakların tembelleşmesini engellediğini ve ileride oluşabilecek bağırsak kanseri riskini azalttığını söyleyen uzmanlar, bu sebeple salata veya sebzeli yemek hazırlarken brokoli ve karnabaharı da unutmamak gerektiğini vurguluyor.

                            Uzmanlar, günün yoğun temposundan dolayı kendisini yorgun ve bitkin hissedenlerin bol bol taze hurma yiyerek, eski enerjilerine ve güçlerine kavuşabileceğini belirtiyor. Stresli yoğun tempo sebebiyle uykusuzluktan şikayet edenlere ise akşam yemeğinde büyük bir tabak yeşil salata yemeleri öneriliyor. Çünkü salatanın içindeki maddelerin rahatlatıcı ve besleyici özelliği bulunuyor.

                            Kansızlıktan kurtulmak için bol bol üzüm yenmesi gerektiğini bildiren uzmanlar, üzümün ayrıca kalbi, mideyi ve barsakları kuvvetlendirici olduğunu kaydediyor. Taze üzüm suyunun, romatizma ağrılarını geçiren tabii ilaçların başında geldiği kaydediliyor. Her sabah çekirdekli veya çekirdeksiz kara üzümün suyunu çıkarın ve bir bardak için. Eğer hergün bunu aksatmadan yaparsanız, romatizma ağrılarının ne kadar iyi geldiğini göreceksiniz.

                            Uzmanlara göre, eczacılıkta bazı ilaçların yapımında kullanılan şifalı bitki kekik, anjin, bronşit ve astımla ishale iyi geliyor. Bir çorba kaşığı kekiği yarım kilo suda birkaç dakika kaynatmak, soğuttuktan sonra yemek aralarında veya yemekten sonra bir-iki bardak içmekte yarar var.

                            Kestanede C vitamini olduğunu ifade eden uzmanlar, ayrıca B vitamini ve yararlı madeni maddelerin yanısıra protein ve şekerin de bulunduğunu bildiriyor. Uzmanlar, kestanenin diğer faydaları olarak da sindirimi kolaylaştırmasını ve kan yapmasını gösteriyor.

                            Biberiyenin sinire iyi geldiğini vurgulayan uzmanlar, 30-40 biberiye yaprağının 300 gr kaynar suya atılarak yarım saat kadar bekletilmesini tavsiye ediyor. Uzmanlar, elde edilen sıvının hem zihni açtığını, hem sindirimi kolaylaştırdığını kaydediyor.

                            Sabah kahvaltısının vazgeçilmez içeceği olan siyah çayın, yumurta, pekmez gibi demir yönünden zengin besinlerle beraber tüketildiği zaman, demirin vücutta kullanılmasını engellediğini ve sonucunda ise kansızlık şikayetinin daha da artmasına sebep olduğunu vurgulayan uzmanlar, siyah çay yerine ıhlamur, nane, yeşil çay veya meyve aromalı çayların tercih edilmesini tavsiye ediyor.

                            Yaş, cinsiyet, kilo ne olursa olsun aşırı tuz tüketiminin zararlı olduğunu ifade eden uzmanlar, "Yemeklerimize lezzet vermek için ekleyeceğimiz tuzun yerine, taze doğal otlar veya baharat kullanmaya özen göstermeliyiz. Özellikle kırmızıbiber, karabiber, karanfil, dereotu, nane, maydanoz ve sarımsak gibi baharatlar, vücudumuza zararlı olabilecek mikroorganizmaların üremesini engeller" diyorlar.

                            Yumurtanın, hem etin en büyük özelliği olan protein, hem de vitamin bakımından çok zengin olduğunu kaydeden uzmanlar, zeytin yağının çiğ olarak kullanılmak şartıyle, genç kalmaya yarayan besinler arasında bulunduğunu bildiriyor. Uzmanlar, zeytin yağında E ve K vitaminleri olduğunu vurgulayarak, aç karnına yarım kahve fincanı, limon sıkılıp tuzlanarak içilirse, safra kesesini çalıştırdığını ve cildin kırışmasını önlediğini kaydediyor.

                            kaynak iha

                            Yorum yap

                            • #29

                              şifalı bitkilerin kullanımına dikkat

                              Aktarlar tarafından satılan birçok şifalı bitkinin kullanım miktarı aşıldığında zehirlenmelere sebep olduğu belirtildi.

                              Şifalı bitkilerin belli bir ölçüye göre kullanılması gerektiğini belirten uzmanlar, daha fazla fayda sağlaması amacıyla daha çok tüketilen bitkilerin zehirlenmelere, hatta ölümlere yol açabileceğini bildirdi. Şifalı bitkilerin kullanımı sonrasında zehirlenme belirtileri görüldüğünde ilk olarak sindirim sisteminden zehrin bertaraf edilmesi gerektiğini ifade eden uzmanlar, şu tavsiyelerde bulundu:

                              "Hastada kendiliğinden kusma olmazsa, suni olarak kusturulur. Bundan sonra birkaç defa mide, yüzde 0.50,1 potasyum permanganat, yüzde 0.2 tanen veya tıbbi kömür mahlulü ile yıkanmalıdır. Hatta zehirlenmeden sonra birkaç saat dahi geçmiş olsa da, midenin yıkanması ihmal edilmemelidir. Sonradan kimyasal analiz yapılmak üzere kusmukların hepsi muhafaza edilmelidir. Umumiyetle bitkilerden zehirlenmelere karşı kullanılan en iyi vasıta tıbbi kömür (50 gram) ve oksimagnezyum (25 gram) karışımıdır. Oksimagnezyum bulunmadığında, daha fazla miktarda tıbbi kömür veya tanen yüzde 23, sulu mahlulü (200-300 gram su) bir defada verilir. Zehirlenmeye karşı kullanılan mahlul, alkaloidler ve glikozidleri çökertir, uçucu maddeleri yok eder. Zehirli asit ve esansları tesirsiz bırakır. Zehirlenmeye karşı kullanılan bu ilaçlar kısa bir müddet için etkilidir. 20-30 dakika sonra mide yeniden yıkanmalı, bundan sonra müshil verilmelidir. Zehirlenen kimse yatırılmalı ve taze hava akımı temin edilmelidir. Vücudun sıcak tutulması için tedbir alınmalı, çay veya kahve verilmeli. İlk yardımdan sonra hemen bir doktor aranmalı ve muayene edilmesine çalışılmalıdır. Zehirli maddelerin cilde teması vakalarında ise dokunulan yer birkaç defa sabunla yıkanmalı, daha sonra yüzde 2 permanganat mahlulü ile silinmelidir. Bu gibi vakalarda doktorun yardımı temin edilmelidir."

                              Şifalı olan ancak belli bir ölçüye uyulmadan kullanıldığında zehirlenmelere yol açabilen bitkiler ise şöyle:

                              Güzel Avratotu: Kireçli topraklarda yetişen 180 santimetre kadar boyunda, birkaç sene yaşayan nahoş kokulu bir bitkidir. Meyveleri kiraz gibi yuvarlak ve siyah renktedir. Çiçekleri boru şeklinde, koyu kırmızımsı veya sarımtıraktır. Ağrı kesici ilaç yapımında kullanılır. Mide, bağırsak, astım, kalp, sinir, beyin hastalıkları tedavisi için yapılan ilaçların yapısında da bulunmaktadır. Fakat yapısında bir çeşit zehir olan 'Atropin' vardır. Sadece tıbbi maksatla kullanılır. Bir hekim tavsiyesi olmadan kesinlikle kullanılmamalıdır.

                              Baldıran: Nemli yerlerde yetişen, 1-2 metre boyunda, saplarının altı erguvani renkli bir bitkidir. Yaprakları büyük, çiçekleri yayvan ve küçüktür. Tıpta özellikle dişçilik alanında kullanılır. Ağrı kesici, spazm çözücü ve teskin edici özelliği varsa da çok zehirli bir bitki olup, 6 gramı bir insanı öldürmeye yeter. Ev ilaçlarında kesinlikle kullanılmaması gerekir.

                              Adasoğanı: Birçok yerde yetişebilen, yaprakları uzun ve şerit şeklinde bir bitkidir. Çiçekleri yeşil, beyaz ve damarlıdır. 2 kilo kadar olan soğan kısmı yapraklarının altındadır. İdrar söktürür. Kalp hastalıklarında vücutta biriken suyu boşaltır. Birçok faydası olan bu bitkinin 7.5 gramı, bir insanın ölümüne sebep olabilir. Tazeyken kullanılmaz. Aksi halde zehirlenme ve kusmalara yol açar. Doktor tavsiyesiyle kullanılmalıdır.

                              Çifitotu: Çayırlarda ve hendek kenarlarında yetişen, zehirli bir bitkidir. Yaprakları geniş, çiçekleri küçük ve sarı renklidir. Çiçekleri dalların dışına taşmış demetler halindedir. Keskin bir kokusu vardır. Kalp çarpıntılarını giderir, mide ağrılarını dindirir. Zeytinyağı ile kavrulduktan sonra çıbanın üzerine konulursa, çıbanı olgunlaştırır. Kullanılırken tavsiye edilen doz sınırı aşıldığı takdirde ölüme varan sonuçlar doğurabilir.

                              İtüzümü: Ormanlarda yetişen bir bitkidir. Çiçekleri beyaz, meyveleri parlak beyazdır. Meyvesi, yaprakları ve çiçekleri kullanılır. Romatizmal ve mafsal ağrılarını keser. Aybaşı düzensizliğini ve rahim hastalıklarını giderir. Yaralara lapa halinde de kullanılır. Bir uzman tavsiyesi olmadan, ev ilaçlarında kullanılmaması gerekir. Fazla alındığı takdirde ölümlere neden olabilir.

                              Nergiz: 20-60 santimetre boyunda soğanlı bitkilerdir. İlkbaharda çok güzel kokulu çiçekleriyle baharın müjdecisi olarak bilinirler. Çiçekleri kuvvetli kokulu, sarı veya beyaz renkli, tek tek veya birkaçı birarada bulunurlar. Müshil, ateş düşürücü, nezle, rahim ve mesane ağrılarında çay olarak kullanılır. Bitki, zehirli alkaloitler taşır. Kusturucu ve ishal etkilidir. Bu sebeple bir hekim tavsiyesi olmadan kesinlikle kullanılmamalıdır.

                              Yabanyasemini: Rutubetli, nemli ve gölgelik yerlerde, dere kenarlarında ve çitlerde yetişir. Haziran-eylül ayları arasında mor renkli çiçekler açan, meyveleri sarımsı kırmızı renklidir. Ağrı kesici, deri hastalıklarında kan temizleyici, uyutucu, idrar arttırıcı ve müshil etkilere sahiptir. Ayrıca spazmodik öksürükler, frengi, romatizma, gut, sedef, sıraca, kanser hastalıklarında da kullanılır. Bütün bu faydalarına rağmen bitki, gliko-alkaloitler taşır. Yüksek doz alımı bulantı, kusma, ishal, zehirlenmeye neden olur."

                              kaynak iha

                              Yorum yap

                              • #30

                                Aids HIV Nedir Ve Nasıl Bulaşır?

                                Aids

                                HIV Nedir Ve Nasıl Bulaşır?

                                HIV kelimesinin açılımı Human Immunodeficiency Virüs'tür (İnsanların Bağışıklık Sisteminin Çökmesine Neden Olan Virüs). Bu ifade, bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açabilen bir virüs anlamına gelmektedir. Bağışıklık sisteminiz normalde, sizi bakteri ve virüs gibi mikroplardan korur. HIV, vücut sıvıları yoluyla bulaşır. HIV virüsü taşıyan birisiyle korunmadan seks yaparsanız veya aynı iğneyi paylaşırsanız HIV virüsü size de bulaşır. Ya da HIV virüsü taşıyan bir anne HIV'i bebeğine bulaştırabilir.
                                HIV Nedir?

                                HIV, AIDS'e yol açan virüstür. HIV, Human Immunodeficiency Virus (Bağışıklık Sisteminin Çökmesine Neden Olan Virüs) kelimelerinin kısaltmasıdır.

                                HIV virüsü taşıyan insanlar "HIV pozitif" veya "HIV enfeksiyonlu" olarak adlandırılır.

                                HIV virüsü, bağışıklık sisteminize zarar vererek sizi hasta eder. Bağışıklık sistemi vücudunuzu mikroplardan korur. Bağışıklık sisteminiz çalışmadığında, mikroplar sizi daha kolay hasta edebilir.

                                Ancak, hasta görünmeyebilir veya hissetmeyebilirsiniz. HIV virüsü taşıdığınızı bile bilmeyebilirsiniz.

                                AIDS Nedir?

                                AIDS, HIV virüsü bağışıklık sisteminizi zayıf hale getirdikten sonra ortaya çıkan hastalıktır. AIDS, Acquired Immunodeficiency Syndrome (Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu) kelimelerinin kısaltmasıdır.

                                AIDS hastası insanlar, bağışıklık sistemi güçlü olan insanları etkilemeyen mikroplar nedeniyle kötü enfeksiyonlara yakalanırlar. AIDS hastası olmadan yıllar önce HIV virüsü almış olabilirsiniz.

                                HIV Virüsü Kadınlara Nasıl Bulaşır?

                                HIV virüsü iki temel yolla bulaşır.

                                1. Seks

                                HIV vücudunuza HIV virüsü taşıyan birisinin kanı, spermi veya vajinal akıntıları yoluyla bulaşır. Bu durum, vajinal, anal veya oral seks sırasında gerçekleşebilir.

                                Lateksten yapılmış bir prezervatif kullanarak HIV virüsünden korunabilirsiniz. Doğum kontrol hapları ve lateks olmayan prezervatifler, sizi HIV virüsünden koruyamaz.
                                HIV virüsü hem bir erkekten hem de bir kadından bulaşabilir. Herhangi bir cinsel hastalığınız varsa HIV virüsünün size bulaşma ihtimali daha yüksektir.

                                2. İlaçlar

                                HIV virüsü taşıyan birisiyle kirli bir iğneyi paylaşırsanız, virüs bulaşabilir. Dövme ve vücuda piercing yaptırma işlemlerinde kullanılan iğneler, temiz değilse HIV bulaştırabilir.

                                HIV Kadınlara Nasıl Bulaşır
                                Bir Erkekle Seks %36
                                İğne Paylaşımı %14
                                Sebebi Bilinmiyor %50


                                HIV ile ilgili Uyarı İşaretleri

                                Bazı HIV virüsü belirtileri şunlardır :

                                Öksürme, ishal, kilo kaybı, gece terlemesi, yorgunluk hissi
                                İlginç renkli veya kokulu bir vajina akıntısı
                                Yinelenen veya kalıcı vajina enfeksiyonları
                                Vajinada veya vajina çevresindeki yara veya acı
                                Adet dönemlerinde ani bir değişim
                                Adet dönemleri arasında karın ağrısı
                                Seks sırasındaki olağandışı acı veya ağrı
                                Dilinizde veya ağzınızın içinde beyaz noktalar veya yaralar


                                HIV Testi Yaptırma

                                Aşağıdaki durumlar sizin için geçerliyse HIV testi yaptırmalısınız:
                                İğneleri paylaşıyorsanız
                                Eşiniz ilaç kullanmışsa veya kullanıyorsa
                                Vücudunuzda herhangi bir HIV belirtisi varsa
                                Prezervatif kullanmadan seks yaptıysanız da test
                                yaptırmalısınız. Test yaptırmak basit ve kolaydır. Test sonucunda virüs taşıyıp taşımadığınızı öğrenebilirsiniz. Ancak, virüsün bağışıklık sisteminize ne kadar zarar verdiğini öğrenemezsiniz.

                                Nasıl Test Yaptırabilirim

                                Bazı yerlerde, adınızı vermeniz gerekmez, testin sonuçları yalnızca size bildirilecektir.
                                Diğer yerlerde, sonuçlar sağlık yetkilinize veya danışmanınıza da bildirilir. Ancak, sağlık yetkilileri genellikle siz izin vermedikçe sonuçları başkasına vermezler.
                                Tedavi Olma
                                HIV için herhangi bir tedavi bulunmamaktadır. HIV virüsü
                                taşıyan binlerce kişide yapılan çalışmalar, kombinasyon tedavisinin, insanların daha iyi hissetmesine ve daha uzun yaşamasına yardımcı olabildiğini göstermiştir.
                                Bir doktorla, hemşireyle veya danışmanla konuşun. Tedavi seçenekleri hakkında size daha fazla bilgi verebilir.
                                Gereken Cevapları Alma
                                Bugün, birçok yerde AIDS testi yaptırabilir ve AIDS konusundaki sorularınıza yanıt alabilirsiniz:
                                Sağlık bakanlığına bağlı birimlerde veya yerel sağlık kuruluşlarında
                                Devlet kliniklerinde
                                Özel doktorlarda
                                Özel laboratuarlarda
                                Birçok devlet kliniğinde
                                test işlemi ücretsiz olarak veya çok az bir ücretle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, doktorunuz da HIV testi yapabilir ve sonuçları verebilir. Evde test yaptığınız takdirde sonuçlar için danışabileceğiniz yerler bulunmaktadır.

                                Hamile olan veya hamile kalmayı planlayan kadınlar için daha fazla bilgi verilebilir.


                                HIV Virüsüyle Nasıl Savaşabilirsiniz?

                                HIV virüsü taşıdığınızı bir kere öğrendikten sonra, sağlık uzmanlarıyla birlikte hareket etmeniz her zaman çok önemlidir. Nasıl yürüdüğünü biliyorsanız, tedavinize devam etmek her zaman daha kolaydır. Virüs nasıl çoğalıyor? İlaçlar, virüsle savaşmanıza nasıl yardım ediyor? Virüsünüzün ve ilaç tedavinizin ne durumda olduğunu daha iyi anlamanıza yardımcı olmak için bu soruların cevapları verilmiştir.

                                HIV de dahil olmak üzere virüsler, kendi kendilerini kopyalayamazlar, çoğalamazlar.Varlığını sürdürmek için HIV virüsünün vücudunuzdaki sağlıklı bir hücreyi işgal etmesi gerekmektedir
                                HIV virüsü, CD4 hücrelerini işgal etmeye eğilimlidir. CD4 hücreleri vücudun bağışıklık sisteminin sizi hasta edebilecek mikrop ve virüslere karşı korumasına yardımcı olan özel hücrelerdir

                                SIK SORULAN SORULAR:

                                Ben HIV (+) Bir Kişiyim. Bu AIDS Hastası Olduğum Anlamına mı Geliyor?

                                "HIV (+)" test sonuçları, sizin AIDS'e neden olan virusla (HIV) enfekte olduğunuz anlamına geliyor. CD4+ T hücre sayınız 200hücre/mm3'ün altına düştüğünde ve/veya AIDS ile ilişkili bir hastalık (fırsatçı enfeksiyonlar ve Kaposi Sarkomu gibi) gelişirse HIV AIDS hastalığına doğru ilerler.

                                CD4+ T Hücre Sayısı Ne Demektir?

                                CD4+ T hücre sayısı kişinin ölçülen CD4+ T hücre miktarı demektir. HIV kişinin bu hücrelerini enfekte eder ve çoğalmak (kendi kopyasını yapar) için bu hücreleri kullanır. Bu hücreler zarar gördükçe kişinin bağışıklık sistemi zayıflar ve kişi fırsatçı enfeksiyonlara (bakteriyel, viral, parazit ve mantar gibi) daha çabuk yakalanır.

                                Viral Yük Nedir?

                                Viral yük insanın kanında bulunan virus (HIV) miktarıdır. Yüksek miktarda viral yükü olan olan kişi, düşük viral yükü olan kişiden daha çabuk AIDS geliştirir.

                                CD4+ T Hücresi Nedir?

                                CD4+T hücrelerine, akyuvarlar, T yardımcı hücreleri de denilmektedir. İnsan bağışıklık sisteminde diğer hücrelerle birlikte hastalıklara karşı savaşırlar. HIV, çoğalmak için bu hücreleri kullanır. Sağlıklı bir kimsede CD4+T hücre sayısı 800-1200/mm3 kadardır.

                                Hangi Testler Yapılabilir?

                                Türkiye'de kan ve kan ürünlerini toplayan ve saklayan merkezlerde (Kan Bankaları-Kızılay Kan Merkezi gibi) alınan her kan bağışında, HIV, Hepatit-B ve Hepatit-C virus antikorları veya antijenleri açısından tarama yapılması kanunen gereklidir.

                                Nerelerde Bakılabilir?

                                Tanı ELISA yöntemiyle konur. ELISA virusun bulaşmasından sonra 10-12 haftada sonuç verebilir.

                                HIV tedavisine başlamadan önce doktorunuz tam bir hikaye almalı, fizik muayene yapmalı ve kan testlerini istemelidir. Bu testler tam kan sayımı, viral yük testi ve CD4+ T hücre sayımını içerir. Ayrıca enfeksiyonlar için gerekli diğer testler (sifiliz, tüberkülin deri testi, toksoplazma antikor testi ve kadınlar için jinekolojik Pap Smear testi) yapılmalıdır. Viral Yük testi ve CD4+ T hücre ölçme testi, HIV tedavisine başlamadan önce mutlaka yapılmalıdır.

                                Nasıl Bir Doktora Gitmeliyim?

                                HIV tedavisi kompleks bir tedavi olduğundan doktorunuzda HIV ve AIDS tedavisi konusunda uzman olmalıdır. Tedaviniz hakkında karar verirken yakından çalışabileceğiniz birine ihtiyacınız olur ve bu yüzden kendinizi rahat hissedebileceğiniz bir kişi olmalıdır. Bu HIV tedavisinin yararları ve riskleri hakkında herşeyi rahatlıkla sorabilmeniz için önemlidir. Ayrıca Türkiye 'de AIDS tanı ve tedavisi hakkında sizi yönlendirebilecek ve yardımcı olabilecek merkezler bulunmaktadır.

                                KAYNAK:
                                aids.gen

                                Yorum yap

                                Hazırlanıyor...
                                X