• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Osmanlı Padişahları

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts
  • #16

    İkinci Sultan Osman (Genç Osman) (1618 - 1622)

    SULTÂN İKİNCİ OSMAN HÂN (GENÇ OSMAN)


    Padişahlık Sırası
    16

    Saltanatı
    4 Yıl

    İslâm Halifelik Sırası
    81

    Cülûsu
    26 Şubat 1618

    Babası
    Sultan Birinci Ahmed Hân

    Annesi
    Mâhfirüz Hadice Sultan

    Doğumu
    3 Kasım 1604

    Vefâtı
    20 Mayıs 1622

    Kabri
    İstanbul Sultan Ahmed Hân Türbesindedir

    Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve İslâm halifelerinin seksen birincisi. Babası Sultan birinci Ahmed Han, annesi Mahfiruz Hadice Sultandır. 1604 senesinde İstanbul'da doğdu. İyi bir eğitimle yetiştirildi. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyât, târih, coğrafya ve matematik tahsili gördü.

    26 şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa'nın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultânı oldu. İkinci Osman'ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış antlaşması imzâlanarak harbe son verildi. 1620 yazında Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini kuzeye doğru geçerek Otranto Boğazında Adriyatik'e geldi. Dıraz üssünde iki İtalya gemisini ele geçirdi. Daha sonra batıdan doğuya doğru Adriyatik Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi ve İtalya'ya asker çıkardı. Kısa sürede Manfredonia liman ve şehrini fethetti. Halil Paşa bu zaferini Pâdişâha ve husûsi bir mektupla da şeyhi Üsküdarlı Aziz Mahmûd Hüdâi hazretlerine bildirdi ve çok hâyır duâ aldı. Bu sırada Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya karşı cephe almıştı. İhâneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan'a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50- 60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla Nehrini geçerken imhâ etti. Düşman ordusundan Zahire ganimet olarak alındı. Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan'ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, hem Akdeniz hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gâyesiyle 21 Mayıs 1621'de cumâ namazını kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621'de Hotin önüne varıldı ve kale derhâl kuşatma altına alındı. 35 gün devâm eden muhârebelerde kale birkaç defâ düşmek durumuna geldiyse de yeniçerilerin itâatsizliği ve devlet adamlarının arasındaki geçimsizlikler, kesin neticenin elde edilmesine mâni oldu. Ancak Nogay tatarlarının beyi Kantemir mirzâ ile Kırım Hânının oğlu Nûreddin, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pekçok ganimetle döndüler. Netice de kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan'la barış yapılarak geri dönüldü. Lehistan seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bâzı ıslâhâtlâr yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişahın emirlerine itâat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı da çok çekimser davranıyordu. Nitekim Osman Hanın hacca gitme arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandılar. Öncelikle Osman Hanın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyân, daha sonra bâzı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. Neticede isyân Sultan Osman Hanın hal-i ve sultan Mustafa'nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu.

    İsyan sırasında Sultan Osman'ı ele geçiren câniler, revâ gördükleri ağır ve kötü sözlerle orta câmiye götürerek orada hapsettiler. Genç pâdişahın mâruz kaldığı hakâretin haddi hesâbı yoktu. Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan bir hâle koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı; ''Dün sabah pâdişâhı cihân idim, şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size dahi kalmaz; hangi pâdişâhın kulları pâdişâhlarına bu ihâneti ettiler.'' diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin câniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı. Orta câmide Genç Osman'ın muhâfazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin edildi. Yeniçeriler, Sultan ikinci Osman'ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı yaşamasını istiyorlardı. Nitekim, çok hâin bir kimse olan yeni sadrâzam Dâvû d Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldular. Osman Han hayâtına kasd eden Dâvûd Paşaya; ''Behey zâlim, ben sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, mansın verdim, bana gadrin nedir?'' diye bağırdı. Buna rağmen, Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları olan cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zâbite, sultan Osman'ı yedikkule'ye götürerek boğmalarını emretti. Eski Sultanın Yedikule'ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara biriken halk, o târihe kadar görülmemiş kalabalığı teşkil ediyordu. Yedikule'ye gelindiği zaman vakit akşama yaklaşıyordu. Dâvûd Paşanın emriyle oraya kadar gelen binlerce asker dağıtıldı. Daha sonra Dâvûd Paşa, cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; ''Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman'ın işini bitirin. Yarına kalmasın.'' dedi. Sultan Osman, günlerden beri perişân vaziyette, aç ve uykusuz olduğu hâlde kendisine son nefesine kadar müdâfaa etmeye karar vermişti. On cellâdın ilk hücûmu netice vermedi. Bire on nisbet olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız pâdişâhla mücâdele edemeyeceklerini anladılar. Kementten başka silâh da kullanmak istemiyorlardı. Çünkü hânedândan olanın kanı akıtılamazdı. Buna rağmen dışarıdan balta alan cellâtlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu. Fakat arkasında gelen bir cellât, baltası ile omuzuna vurarak fenâ şekilde yaraladı. bu durumu fırsat bilen cebecibaşı kemende Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü. Diğer câniler de üzerine yüklenerek genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622) . Şehit sultanın cenâzesi o gece Topkapı Sarayına götürüldü. Ertesi gün yapılacak cenâze törenine hazırlandı. Öğle namazından sonra kılınan cenâze namazını müteâkip Sultanahmed Camiinde babasını türbesine defnedildi.

    Genç Osman'ın şehit edilmesi târihimizin en acıklı olaylarındandır. Genç Osman'ın öldürülmesi, Anadolu'da bâzı isyânların çıkmasına sebep oldu. Millet, pâdişâhın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi ve onun kâtillerini nefretle andı. Sultan ikinci Osman Han güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sâhibi, bahadır bir pâdişâhtı. Fevkâlade iyi bir binici, silâh ve harp aletlerini kullanmakta pek mâhirdi. Şecâat ve binicilikte akranı pek az olup, şirin şehreli ve güzel tavırlıydı. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yardımcıya mâlik olmayışı,kendisine bu hâzin sonu hazırlamıştı. Yazmış olduğu şu beyt onun ıslâhat ve düşünceleri ile muhâliflerinin durumunu çok güzel ifâde etmektedir.

    Niyyetim hizmet idi saltanat ü devletime

    Çalışır hâsid ü bedhâh ecel nekbetime.

    Sultan Genç Osman dini ve fenni ilimlerde âlimdi. Fârisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı Divân'ı vardır.

    Yorum yap

    • #17

      Dördüncü Murat (1623 - 1640)

      SULTÂN DÖRDÜNCÜ MURÂD HÂN


      Padişahlık Sırası
      17

      Saltanatı
      17 Yıl

      İslâm Halifelik Sırası
      82

      Cülûsu
      10 Eylül 1623

      Babası
      Sultan Birinci Ahmed Hân

      Annesi
      Mâhpeyker (Kösem) Sultan

      Doğumu
      27 Temmuz 1612

      Vefâtı
      9 Subat 1640

      Kabri
      İstanbul Birinci Ahmed Hân Türbesi'ndedir

      Osmanlı padişahlarının on yedincisi ve İslâm halifelerinin seksen ikincisi. Babası birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) sultandır. 27 Temmuz 1612'de İstanbul'da doğdu. Tam bir İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından husûsi dersler aldı.

      Genç Osman'ın başına gelen acı felâket ve yerine geçen amcası Mustafa Hanın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623'te Osmanlı tahtına çıktı. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmûd Hüdâi'nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idâre edemeyeceği görüşü hâkim olarak annesi Mâhpeyker Kösem Sultan, saltanat nâibesi tâyin edildi. Tahta geçtiğinde, iç ve dış işlerdeki karışıklıklar devam ediyordu. İdâri işler karışık olduğundan, Yeniçeri ve Sipâhi askerleri zorbalığa baş vuruyorlardı. Vasi durumunda olan annesi Mâhpeyker Kösem sultanın yardımı ile iş başına kıymetli devlet adamları ve kumandanlar getirerek, ortalığı düzeltti. İran Şâhı Birinci Abbâs (1588- 1629), Osmanlı hudûdunu geçip, Bağdat'ı işgâl ederek, otuz bin Ehl-i sünnet Müslümanı kadın, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirdi. Rus kazakları ise kayıklarla Karadeniz sâhilindeki bâzı köyleri yaktılar. 1625'te sadrâzamlığa getirilen Hâfız Ahmed Paşa, kazak korsanlarına ve Safevilere karşı harekete geçti. 1625'te Köstence'de kazakların iki yüz elli kayığı batırılarak, dört bin kadarı öldürüldü. Şah Abbâs'ın Bağdat'taki zulmünün önüne geçmek için 1625'te ordu sevk edildi. 11 Kasım 1625'te Bağdat yakınlarındaki Azamiyye kurtarılarak, Bağdat kuşatıldı. Ancak yeniçerilerin isyânıyla Bağdat kuşatmasını kaldıran Sadrazam Hâfız Paşa, Irak'ın kuzey ve güneyini işgalden kurtardı. 1 Aralık 1626'da Sadrazamlığa getirilen Kayserili Halil Paşa, tekrar başlayan Safevi saldırılarının önüne geçmek ve Abaza Mehmed Paşanın isyanlarını bastırmak için 4 Aralık 1626'da sefere çıktı. Serdar Halil Paşanın muvaffakiyetsizliği üzerine 6 Nisan 1628'de Sadrazamlığa Hüsrev Paşa getirildi. 22 Eylül 1628'de Abaza Mehmed Paşayı yola getiren yeni sadrazam Safevilere karşı 5 Mayıs 1630'da Mihribân'da, 14 Temmuz 1630'da Cemhâl'da zafer kazandı. İranlılar mağlup olunca, Anadolu'da asâyiş temin edildi. Dördüncü Murâd Hanın yaşının küçüklüğünden istifâde eden yeniçeriler, İstanbul'da zorbalıklarını ve ahâliye kötü muâmeleyi artırdılar. Sadrazam Hüsrev Paşanın azlini bahâne eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler. Yeni Sadrazam Müezzinzâde Hâfız Ahmed paşayı öldürdüler. (1632) Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Receb paşa döneminde İstanbul'da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb paşanın tahrikiyle harekete geçen zorbalar yeni kelleler istiyorlardı. Diğer tarafdan tahta geçtiği günden itibaren bütün hâdiseleri dikkatle tâkip ederek, eşkiyanın elebaşlarını tesbit eden Sultân Murâd Han, 8 Haziran 1632'de devlet idâresini bizzat eline aldı. İsyancıların elebaşısı olan Topal Receb paşayı öldürttü. Yeniçeri ve sipahi ocaklarını sindirerek, zorbalıkların önüne geçti. Kahvehâneleri ve meyhâneleri kapatarak tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Emri dinlemeyenleri şiddetli cezâlar verileceğini ilan edip, sıkı kontroller yaptı ve yaptırdı.

      Lehistan Kazaklarının Karadeniz'de Osmanlı sâhillerine ve Rumeli'de Tuna yalılarına yaptıkları saldırının önüne geçmek için 1633 Nisanında Lehistan seferine çıktı. Osmanlı ordusu Edirne'ye geldiğinde, Lehistan hükümeti sulh istedi. 1634'de imzalanan osmanlı- Lehistan Antlaşmasına göre; Kazak akınlarına son verilmesi, Leh krallarının kırım hanlarına ve Osmanlı Sultanına vergi vermesi, esirlerin karşılıklı değiştirilmesi kabul edildi. Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevi saldirılarının önüne geçmek için ordunun başında sefere karar verip, hazırlıkları tamamladı. 18 Mart 1635'de Revan seferine çıkan Dördüncü Murâd Han, önceden tesbit ettirdiği zorbalardan yolu üzerindekileri cezalandırdı. 27 Temmuz 1635'te Revan önlerine ulaştı. Sefer boyunca ordunun başında bulunup, askerlerle alakadar olan, kuvvet, heybet ve dehşetinden ürkülen sultan Murâd Hana ordu içinde büyük bir emniyet ve hürmet hissi uyandı. 28 Temmuz 1635 gecesi başlatılan Revan kuşatmasında bütün muharebe planları tatbik edildi. Sultan Murâd Hanın kuşatmanın ilk gecesi yaralanan askerleri ateş hattından geriye çektirerek hastahane çadırlarında, cerrahlar tarafından tedavi ettirip, ilaçlarının verilmesini emretmesi ve top atışlarında bulunması askerleri coşturdu. Revan kalesini düşürmek için yapılacak umûmi taarruz öncesinde Safeviler vire ile teslim olmak istediklerini bildirdiler. 8 Ağustos 1635'te Revan kale muhafızı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han, Sultan Murâd Hana kaleyi teslim etti. Revan Kalesi tâmir edilip, içine on iki bin asker ve yeteri kadar cephâne konularak muhâfızlığına Vezir Murtaza Paşa bırakıldı. 11 Eylül 1635'te Tebriz şehri tekrar zaptedildi. Safevi ordusu, Osmanlılarla meydan muharebesine cesâret edemediğinden karşılaşılmadı. Aras Nehri taraflarındaki Zeynelli aşiretinden bin kadar nüfusun, Pasin-Erzurum, Tercan-Erzincan taraflarındaki boş arazilere işgal edilmesi emrolundu. Van ve Diyarbakır'da kalan sultan Murâd Han, Revan seferine çıkışından on ay sonra 27 Aralık 1635'te İstanbul'a döndü. Osmanlı ordusunun doğudan ayrılmasıyla; Safeviler, hududa tecâvüz ederek 1 Nisan 1636'da Revan'ı işgal ettiler. 2 Şubat1637'de sadrazamlığa getirdiği Bayram Paşayı Doğu seferi serdarlığına tâyin eden Sultan Murâd Hanın kendisi de hazırlıklara başladı ve 8 Mayıs 1637'de Bağdat seferine çıktı. 16 Kasım 1638'de kuşatmanın başladığı sırada padişahtan, daha önce ele geçirilmiş bulunan İmâm-ı A'zam türbesini ziyâret etmesi istendi. Ancak sultan; ''Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce İmâmı ziyâretten hayâ ederim.'' cevabını verdi. Derhal tertibat alarak muhâsaraya başladı. Şehirde Bektaş Han Türkmen'in kumandasında 40.000 kişilik bir Safevi garnizonu bulunuyordu. Şâh Sâfi ise, atlı kuvvetleriyle Kasr-ı Şirin'de olup Osmanlı muhâsarasının gün gün tâkip etmesine rağmen müdâhaleye cesâret edemiyordu. Sultan Murâd Han, 12.000 sipahiyi İran içlerine sokup Şehriban bölgesini çiğnettiği hâlde, Şâhı savaş meydanına çekemedi. Şâh, Bağdat'taki büyük kuvvetlerine güveniyor, padişahın muhasaradan bıkınca çekilip gideceğini zannediyordu. Padişahın ve seksen altı yaşındaki şeyhülislâm Yahya Efendinin de ön safta olduğu bu kuşatmada dehşetli vuruşmalar oldu. Muhasaranın otuz yedinci gününde ön saflarda yalın kılıç kahramanca çarpışarak askeri çoşturan Sadrazam Tayyar Mehmed Paşa, birkaç kuleyi ele geçirdiği sırada alnından vurularak şehit oldu. Yerine sadarete getirilen Kemankeş Mustafa Paşa, selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi. bu muvaffakiyetler üzerine muhasaranın otuz dokuzuncu günü umûmi taarruza karar verildi. Sabah erkenden başlayan şiddetli hücum karşısında kale teslim oldu.

      Böylece on dört sene on bir ay önce bir ihânet sebebiyle Safevilerin eline düşen Bağdat artık kesin olarak Osmanlı idâresine geçti. Sultan Dördüncü Murâd Han, ilk iş olarak İmâm-ı A'zam ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin kabr-i şeriflerini ziyâret etti. Bu büyük zâtların türbeleri, sapık düşünceli Safeviler tarafından tahrip edilmiş ve eşyâları yağmalanmıştı. Padişah emir verip bütün kabirlerin ve eserlerin tâmirini bildirdi. Şeyhülislâm Yahya Efendiyi de, bu işlere nezâret etmekle vazifelendirdi. Bu zaferden sonra Bağdat fâtihi diye anılan Dördüncü Murâd Han ordu ile sadrazam Mustafa Paşayı Bağdat'ta bırakarak İstanbul'a döndü.

      Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa, büyük bir kuvvetle İran içlerine doğru harekete geçtiği sırada Şâhın barış isteği ile gönderdiği elçiler geldi. Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşayla İran murahhasları Saru Han ve Muhammed Kuli Han arasında yapılan görüşmeler sonrasında, aşağı yukarı bugünkü türk İran sınırının tesbit edildiği Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı. (17 Mayıs 1639) Bu antlaşmaya göre; Bağdat, Basra ve Şehr-i zûr havalisinden mürekkep Irak-ı Arap Osmanlılarda, Erivan Safevilerde kaldı. Ayrıca Safevilerin gerek Irak, gerekse Kars, Ahıska va Van taraflarına saldırmayacakları, Eshâb-ı kirâmı kötülemeyecekleri de antlaşma şartları içinde yer almıştı. Sultan Murâd Han, doğuda İran'la meşgulken, batıdaki hadiselerden de günü gününe haber alıyordu. Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine karşı bu Cumhuriyetle bütün ticâri münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaş açılmasını emretti. Ancak bu sırada damla hastalığından muzdarip bulunan sultanın durumu ağırlaştı. bunun üzerine Divân, emri çeşitli bahanelerle on üç gün geciktirdi. bu arada Venedik elçisi gelip, divanın bütün şartlarını kabul etti ve savaş durduruldu. Nitekim çok geçmeden padişahın hastalığı daha da artarak 8/9 Şubat 1640 günü, güneş battıktan sonra İmâm Yûsuf Efendi Yâsin-i şerif okurken vefât etti. Sultanahmed Câmii avlusunda Şeyhülislâm Yâhya Efendinin imâmlığında müezzinlerin ''Er kişi niyyetine!'' nidâları ve Müslümanların gözyaşları arasında kılınan cenâze namazından sonra babası Birinci Ahmed Hanın türbesine defnedildi.

      Dördüncü Murâd Han Arapça ve Batı dillerine hâkim olup her türlü memleket meselesine vâkıftı. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Evliyâ Çelebi ve Kâtib Çelebi gibi âlimler, teşvik ettiği kimseler arasında idi. Kur'ân-ı kerim okumayı ve ibâdetlerini hiç ihmâl etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saâdet dâiresinde Kur'ân-ı kerim okurdu. Ömrünü devlete hizmet ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâatle geçiren bu türk hakanı, Ehl-i sünnet düşmanı Acemlerin pekçok iftirâlarına mâruz kaldı. Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük padişaha da bulaştırmaya kalkıştılar.İnsanlara zulüm ettiğini ve içki içtiğini söylediler. Halbuki devrin kaynaklarında Murâd Hanın içki içtiğine dâir en küçük bir bilgi yoktur.

      Birçok tarihçinin Kânuni sonrası en büyük Osmanlı padişahı olarak kabul ettikleri Dördüncü Murâd Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla uyuşurdu. Fakat Yavuz'un sâhip olduğu kıymetli Devlet adamlarına ve tecrübeye mâlik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefâtında ise, on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı belli değildi. Avrupa baştan başa istihbârat ağı ile örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı sarayına gününde ulaşıyor ve ona göre vaziyet alınıyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefâtında itâat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu. Dördüncü murâd Han, bozulmuş devlet nizamını yoluna koymak için mülâzimlikleri kaldırdı. Timar sistemini yeniden düzene koydu. İsrâfın önüne geçmek için kânunlar çıkarttı. Sipâhilerden zorbalıkla ele geçirdikleri evkâf idâresini ve diğer hükümet hizmetlerini aldı. Sipâhileri intizam ve itâat altına alarak, bunların ve bir takım bozguncuların toplandığı yerler olan kahvehâneleri kapatarak âsâyişi temin etti. Yeniçerilik tahsisâtının şuna buna yemlik olması sûistimâlini kaldırarak, yeniçeriliği ıslâh etti. Vefâtında içte ve dışta huzurlu ve itibârlı bir devlet bıraktı. Sultan Murâd Hanın cesâreti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin zekası, hünerleri, askeri dehâsı, atıcılık, binicilik, silâhşörlükteki başarısı, askerleri ve tebeası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Devrinin bütün silâhlarını en iyi şekilde kullanırdı. En küçük suçları bile memleketin selâmeti için cezâlandırmaktan çekinmeyen sultan Dördüncü Murâd Hanın merhameti de çoktu. Savaş esnasında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastahanelerdeki yaralı ve hastaları ziyaret eder, onlarla yakından ilgilenirdi. Memleketin her tarafındaki imârethanelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterirdi. Din ve Devlet menfaatine iş yapanı hemen mükafatlandıran Sultan Murâd Han, pekçok hayırlı işin yanında, topkapı sarayında Revan ve Bağdat köşkü gibi nâdide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserleri de inşâ ettirdi. Boğazda yaptırdığı sarayda, oğlu Muhammed'in doğumundan yedi gece kandilleri astırıp şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Kavaklar'daki kaleleri yaptırdığı gibi, pekçok şehrin de surlarını tâmir ettirdi. Bağdat'ı feth edince, İmâm-ı A'zam ve Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin türbelerinin tâmiri yaptırdı. Kâbe-i muazzamayı su basması üzerine; Ankaralı Mehmed ile Rıdvan Ağayı Kâbe-i muazzamayı tâmirle vazifelendirdi. Sultan Dördüncü Murâd Han devrinde kazanılan zaferlerin yanında pekçok âlim, şâir, târihçi ve sanatkar yetişerek kıymetli eserler meydana getirmişerdir. bunlardan bibliyografya, târih, coğrafya sahasında kâtip Çelebi ve Vekâyi-nâme sâhibi Topçular kâtibi Abdülkâdir, Ravdat-ül-Ebrâr ve Zafernâme sâhibi Karaçelebizâde Abdülaziz, Târih-i Gılmâni sâhibi Mehmed Halife, teşkilât ve idâre sahasında Koçi Bey vardır. Yine Erzurumlu Ömer, Nef'i, Azmizâde Mustafa Hâleti, Nâibi, Yahya, Bahâi, Cevri ve Fehim-i Kadim, devrinde önde gelen şâirlerdir. Yine süslü nesrin on yedinci yüzyıldaki temsilcilerinden Nergisi de Dördüncü Murâd devrinin meşhûrlarındandır.

      Bundan başka şâir olan bu padişahın devrinde halk edebiyâtı sarayca desteklenmiş, zaferlerine destanlar, ölümüne halk şâirlerince şiirler yazılmıştır. Bu şâirlerden bâzıları saraya intisap etmişlerdir. Bunların belli başlıları Kuloğlu, kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa gibi halk şâirleridir. Yine devrin tekke edebiyatındaki büyük temsilcisi Aziz Mahmûd Hüdâi de, bu devrin sahasında önde gelen şâirlerindendir.

      Yorum yap

      • #18

        Sultan İbrahim (1640 - 1648)

        SULTÂN İBRAHİM HÂN


        Padişahlık Sırası
        18

        Saltanatı
        8 Yıl

        İslâm Halifelik Sırası
        83

        Cülûsu
        9 Şubat 1640

        Babası
        Sultan I. Ahmed Hân

        Annesi
        Mâh-ı Peyker Kösem Sultan

        Doğumu
        5 Kasım 1615

        Vefâtı
        18 Agustos 1648

        Kabri
        İstanbul Ayasofya Camiî Bahçesindedir

        Osmanlı pâdişâhlarının on sekizincisi ve İslâm halîfelerinin seksen üçüncüsü. Birinci Ahmed Han ile Mahpeyker Kösem Sultanın oğlu olup, 1615 yılında doğdu. Bu adı taşıyan tek Osmanlı hükümdârıdır.

        Ağabeyi Dördüncü Murâd’ın ölümünde, hayatta kalan tek Osmanlı şehzâdesiydi. Ağabeyinin genç yaşta ölümüne bir türlü inanamadı. Sultan olduğunu bildiren annesine ve paşalara; “Allahü teâlâ, pâdişâh kardeşimin ömrünü uzun etsin. Bize sultanlık lâzım değildir. Pâdişâh kardeşimin ömrüne duâcıyız.” dedi. Ancak annesi ve devlet adamlarının ısrası ile ağabeyi Sultan Dördüncü Murâd’ın nâşını gördükten sonra taht odasına geçti, Hırka-i Saâdet Dâiresinden getirilen hazret-i Ömer’in sarığı besmele ile başına sarıldıktan sonra ellerini açtı, ve; “Elhamdülillah,yâ Rab!Benim gibi zayıf bir kulunu bu makâma lâyık gördün. Saltanat günlerimde milletimi hoş-hâl eyle ve birbirimizden hoşnûd kıl.” diye duâ ederek tahta oturdu (9 Şubat 1640).

        Sultanİbrâhim Hanın tahta geçtiğinin ilk senesinde Mirgünoğlu hâdisesi vukû buldu. Dördüncü Murâd’ın İran Seferi sırasında Revân Kalesi kumandanı olanEmir Mirgünoğlu, kalenin fethinden sonra affedilerekEmirgan’da oturmasına müsâade edilmişti (BugünEmirgan adı bu zâtın isminden dolayıdır). Sefih, ayyaş ve ahlâksız bir kimse olan Mirgünoğlu, Sultan Dördüncü Murâd’ın ölümünü fırsat bilerek bölücü ve yıkıcı propagandalarla Müslümanları aldatmaya başladı. Bu faâliyetleri üzerine Sultanİbrâhim Han yerinde bir kararla onu îdâm ettirdi. Hurûfîler ve mülhidler, bundan dolayı İbrâhim Hana da düşman oldular. Çeşitli iftirâlarda bulundular. Öldürülen Mirgünoğlu’na “KesikbaşEvliyâ” diye propaganda âleti yaptılar. Böylece yalan ve uydurma hikâyelere inananlar, bu Müslüman Türk sultânını bilmeyerek iftirâ etmektedirler.

        İbrâhimHan bundan sonra dış meseleler ile ilgilenmeye başladı. 1637 yılında Ruslar tarafından işgâl olunan Azak Kalesi üzerine bir ordu gönderdi.Kırım kuvvetlerinin de gelmesi üzerine Ruslar kaleyi teslim ettiler. Almanya sınırında ise akıncılar dâimî olarakAvusturya’ya akınlar düzenliyorlardı. 1641 yılında düzenlenen akında,Osmanlı akıncıları Bavyera içlerine kadar ilerledi. Kuzey Bavyera’daki bâzı kasabalar,Osmanlı hâkimiyetini kabul ettiler. Bu akınlardan büyük zarâra uğramaları üzerine İmparator Ferdinand, Osmanlı fetihlerini kabul ederek Zitvatoruk Antlaşmasını yeniletmeye muvaffak oldu.

        Diğer taraftan Malta Saint-Jean Şövalyelerinin fırsat buldukça Türk ticâret gemilerine saldırmaları yüzünden,Sultanİbrâhim Han onların en büyük sığınağı olan GiridAdasının fethini emretti.20 Haziran 1645’te SakızAdasından denize açılan Osmanlı donanması, 17 Temmuz’da Girid’in Hanya limanını fethetti.Hanya’nın Osmanlılar tarafından fethi, Avrupa’da büyük akisler uyandırdı. Almanya ve İtalya, asker göndererek Venedik’e yardım karârı aldılar. Bu sırada Hanya muhâfazasına getirilen Deli HüseyinPaşa, harekâta devâmla Resmo Kalesini ele geçirdi. Osmanlı donanması muhârebeye devâm ederken,Sultan İbrâhim’in hal’i olayı meydana geldi.

        1647’de Kara Mûsâ Paşanın ölümüyle sadâret makâmına getirilen Hezarpâre Ahmed Paşanın dikkatsiz ve adâletsiz davranışları aleyhte büyük bir propaganda ve isyânı berâberinde getirdi. Bu arada Hurûfilerin Sultanİbrâhim Han aleyhine yaptıkları iftirâlar da hedefine ulaşmıştı.Nitekim Hezarpâre Ahmed Paşa aleyhine olarak başlayan isyân, Sultanİbrâhim Hanın da tahttan indirilmesiyle sonuçlandı.Tahta, oğlu Dördüncü Mehmed Han çıkarıldı. İsyâncılar ve bunların önderi olan Sofu Mehmed Paşa, Sultanİbrâhim hayatta durdukça rahat edemeyeceklerini bildiğinden, kendisini şehîd ettirdiler (18 Ağustos 1648).

        Sultan İbrâhim, çok cömert ve lütufkâr olup, fakirlere, âcizlere ihsânlarda bulunurdu. Devrinde mâliye düzeltilip, milletin kıtlık çekmemesi ve isrâfın önlenmesi için fermanlar çıkarıldı. Beylerin zâlim olmaması ve halka zulüm yapmaması için çok dikkat ederdi.Halka zulüm yapan ister idâreci, ister halktan bir kişi olsun onunla mücâdele eder ve cezâsını şiddetle verirdi.

        Halkın râhat ve huzûrunu herşeyin üzerinde tutardı. Bir gün tebdîl-i kıyâfetle gezerken fırın önünde ekmek almak için uzun kuyruklar meydana geldiğini gördü. Saraya döner dönmez sadrâzama; “Tebeâ-i şâhânemden hiç birisinin ekmek almak için bir dakika dahi beklemesine rızâm yoktur. Bir hoşça mukayyed olasın.... ve illâ başın keserim!” diye emretmiştir. Bundan sonra da kuyruklar olmamıştır.

        İbrâhim Han devrine kadar uzanan Osmanlı kaynaklarının bir tânesi hâriç, bu Sultân’ın aklî dengesinde bozukluk olduğuna dâir hiçbir bilgi yoktur.Karaçelebizâde’ninRavdat-ül-Ebrâr kitâbında yer alan Sultan’ın aleyhindeki bu yazı, onun Sultan’ın tahttan indirilmesinde ve öldürülmesinde rolü bulunduğu, kindârlığı ile tanındığındandır. Bu târih mûteber kabûl edilmemektedir. Târih,Sultan’ın deli olmadığını iftirâlara uğradığını bildirmektedir.

        Yorum yap

        • #19

          Dördüncü Mehmed (Avcı Sultan Mehmed ) (1648 - 1687)

          SULTÂN DÖRDÜNCÜ MEHMED HÂN


          Padişahlık Sırası
          19

          Saltanatı
          39 Yıl

          İslâm Halifelik Sırası
          84

          Cülûsu
          8 Ağustos 1648

          Babası
          Sultan İbrahim Hân

          Annesi
          Hatice Turhan Sultan

          Doğumu
          2 Ocak 1642

          Vefâtı
          6 Ocak 1693

          Kabri
          İstanbul Yeni Camiî Turhan Vâlide Sultan Türbesi'ndedir

          Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu, İslâm halifelerinin seksen dördüncüsü. Babası Sultan İbrahim Han olup, annesi Hadice Turhan Sultandır. 1642’de 1/2 Ocak gecesi, İstanbul’da doğdu. Doğumuna çok sevinilip donanma şenlikleri yapıldı. Şehzâdeliğinde, İmâm-ı Şâmi Yûsuf Efendi, Şâmi Hüseyin Efendi ve diğer kıymetli hocalardan ders alarak yetiştirilmeye başlandı. Tahsil, terbiye ve talimini, 7 yaşındayken (8 Ağustos 1648) sultan olduktan sonra da devam ettirdi.

          Sultan Dördüncü Mehmed Hanın çocukluğundan, devlet kademelerindeki nüfuz sâhipleri istifâde etti. Bunlardan bâzılarının kötü idâreleri ve ehil olmayanların işbaşına getirilmeleri neticesi devletin mâlî, mülkî ve askerî durumu sarsıldı. Saltanatının ilk yıllarındaki iç ve dış hâdiseler, 15 Haziran 1656 târihinde Köprülü âilesinden Mehmed Paşanın sadrâzamlığa tâyinine kadar devam etti. Köprülü Mehmed Paşanın sadârete (başbakanlığa) gelmesiyle, Dördüncü Mehmed Han devrinde esaslı ıslâhâtlar yapılıp, İstanbul’da ve ülke içinde asâyiş sağlandı. Ordu ve donanma kuvvetlendirildi. Çanakkale Boğazı girişine kadar gelen Venedik ve diğer Hıristiyan devletlerin gemileri, 19 Temmuz 1657’de kaçırıldı. Bozcaada ve Limni düşman işgalinden kurtarıldı. Âsi Erdel prensi üzerine sefere çıkılarak, 1 Eylül 1658’de Yanova Kalesi ele geçirildi. Erdel, harp tazminâtı vermeyi ve on beş bin altınlık haracı, kırk bin altına çıkarmayı kabul etti. Kırım Hanı Mehmed Giray, Rusları 12 Temmuz 1659’da Konotop’ta mağlûb ederek, elli bin esir alıp, yüz yirmi bin Rusu imhâ etti.

          Dördüncü Mehmed Han, Köprülü Mehmed Paşanın iç ve dış işlerindeki başarılı icraatlarını takdir ederek, onun vefâtından sonra oğlu Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşayı, 30 Ekim 1661’de Sadrazamlığa tâyin etti. Osmanlı hududunu ihlal eden Avusturyalılar üzerine 12 Nisan 1663’te sefer açılarak, Serdar-ı ekremliğine Fâzıl Ahmed Paşa getirildi. 1663’te baylayan Avusturya harpleri, 10 Ağustos 1664 Vasvar Antlaşmasıyla neticelendi. Arâzi bakımında olduğu gibi askerî ve siyâsî yönden de kârlı çıkılan Avusturya Seferinden sonra, 1666 yılında Girid Seferine çıkıldı. Fâzıl Ahmed Paşa, Girid Adasının Kandiye Kalesini kuşatırken, fethin gecikmesi üzerine, Sultan Dördüncü Mehmed Han, 18 Ağustos 1668’de sefere çıktı. Sultan Mehmed Han Girid’e geçmek üzere Eğriboz’a giderken, Kandiye’nin fethi haberi verilince geriye döndü. Lehistan Kralının, Osmanlı himâyesini kabul eden Ukrayna Kazaklarına saldırması üzerine, Lehistan’a sefer açıldı. 4 Haziran 1672 târihinde Birinci Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Han, 27 Ağustos’da Kamaniçe’nin teslim alınması neticesinde Osmanlı ordusuyla birlikte süratle Podolya’ya girdi. Lehistan Kralı anlaşma istedi. 18 Ekim 1672 Bucaş Antlaşmasına göre; Podolya Osmanlı Devletine, Ukrayna Türk himâyesini kabul eden Kazak Beyine verilecekti. Lehistan, yıllık 220.000 altın haraç vermeyi kabul etti. Papa ile Almanya’nın yardım teklifi üzerine tesir altında kalan Lehistanlılar, Bucaş Antlaşmasını ihlâl ettiler. 7 Ağustos 1673’te İkinci Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Hanın Ukrayna’ya girmesiyle Lehliler, tekrar anlaşma istediler. 27 Ekim 1676 Zorawno Antlaşmasıyla Podolya ile Ukrayna Osmanlı Devletine bırakıldı.

          Sultan Dördüncü Mehmed Han, Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşanın 1676 Kasım ayı başında vefâtıyla Merzifonlu Kara Mustafa Paşayı sadrâzamlığa getirdi. 1677’de Ukrayna’nın Rus istilâsına uğramasıyla, Lehistan serdârı İbrahim Paşa ile Kırım Hanı Selim Giray, Kazakların merkezi olan Çehrin Kalesini kuşattılar. 1678 baharında Rusya Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Han, yol üzerindeki Silistre’den sonra yerine sadrıâzam Mustafa Paşayı gönderdi. İki yüz bin Rus, Alman, Kazak ve diğer milletlerden meydana gelen müttefik düşman kuvvetlerinin müdâfaa ettiği Çehrin Kalesi, Osmanlı ordusunun yaptığı şiddetli taarruzlara dayanamayarak, 1677 yılı Ağustos ayının 20/21. günü gecesi düştü. Şiddetli topçu ateşi sebebiyle kalede çıkan yangında düşman ordusu, yanarak veya can havliyle atıldıkları, nehirde boğularak yok oldu.

          1680 yılında Rusların harp hazırlıkları haberi alındığında Dördüncü Mehmed Han 29 Ekim 1680’de İkinci Rus Seferine çıktı. Osmanlı seferinden çok korkan Ruslar, Sultân’ın Edirne’ye gelmesiyle, Kırım Hanı Murâd Giray vâsıtasıyla anlaşma istediler. 11 Şubat 1681’de imzâlanan Osmanlı-Rus Antlaşmasına göre; iki devlet arasında Özi Nehri hudut kesildi. Avusturya Kralının Macar milliyetçilerini imhâ hareketine karşı, Macarlar, Osmanlılardan yardım istedi. Sultan Mehmed Han, 9 Ocak 1682’de Macar milliyetçilerinin lideri Tökeli İmre’yi Orta Macaristan Kralı tanıdı. Mehmed Han Tökeli İmre’ye mücevher bir topuz, Budin Beylerbeyliğine de Hatt-ı Hümâyun göndererek yardım edilmesini ve yeni krallığın Avusturyalılardan kurtarılmasını emretti. Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa, Tökeli İmre’nin yardım istemesiyle, 27 Temmuz 1682’de, Orta Macar Seferine çıktı. 15 Ağustos 1682’de Orta Macaristan’ın merkezi olan Kaşa Kalesi fethedilerek, Tökeli İmre, Macar milliyetçilerinden on iki bin gönüllü askeriyle krallık tahtına oturtuldu.

          Yabancı devletlere karşı tavizsiz bir siyâset tâkip eden Vezir-i âzam Kara Mustafa Paşa, Fransız gemilerinin Sakız Adasında küstahca davranmasını protesto ederek, Fransa Kralından tazminât aldı. Avusturya’nın tekrar tekrar antlaşma istemesine rağmen, devamlı tecavüzkâr bir siyaset takip etmesi üzerine, Dördüncü Mehmed Han, 12 Ekim 1682’de sefere çıktı. Avusturya Seferinde Sultan’ın Belgrad’da kalmasıyla, Sadrâzam Kara Mustafa Paşaya Serdar-ı ekremlik vazifesi verildi. Papalığın Avusturya’ya yardım ederek Lehistan’la ittifak kurması üzerine, 27 Haziran 1683 târihindeki Harp meclisinde Viyana’nın fethine karar verildi. 14 Temmuz 1683’te Avusturya’nın merkezi Viyana Osmanlılarca ikinci defa kuşatıldı. Serdar-ı ekrem Kara Mustafa Paşanın Viyana kuşatmasını kaldırıp, geri çekilmesiyle, 15 Aralık 1683’te sadrâzamlığa Kara İbrahim Paşa tâyin edildi. Dördüncü Mehmed Han, Osmanlı Devletini en geniş hudutlara kavuşturmasından sonra, 1683 geri çekilişiyle mevziî harpler kazanılmasına rağmen Macaristan elden çıktı. Dalmaçya kıyıları ve Yunanistan, Venediklilerin tecâvüzüne uğradı. Avrupa devletleriyle muhârebeler, 26 Ocak 1699 târihinde imzâlanan Karlofça Antlaşmasına kadar devam etti. Antlaşmadan on iki yıl önce 8 Kasım 1687 târihinde Dördüncü Mehmed Han tahttan indirilmişti. Otuz dokuz yıl Osmanlı sultanlığı yapan Dördüncü Mehmed Han, 6 Ocak 1693 târihinde, vefâtına kadar Edirne’de oturdu. Vefât edince İstanbul’a getirildi ve Yeni Câmi yanındaki annesi Turhan Vâlide Sultanın türbesine defnedildi.

          Osmanlı Devletinde Kânûnî Sultan Süleyman Handan sonra en fazla tahtta kalan pâdişah Dördüncü Mehmed Handır. Yaratılışı icâbı mutedil, kadirşinas, vefâkâr olup, verdiği söze sâdık bir şahsiyete sâhipti. Ava, edebiyata, târihe merakı olup, sohbet dinlemeyi severdi. Dindardı, beş vakit namazını cemaatla kılardı. İçkiyi ve imâlatını yasakladı. Dîne sonradan karıştırılan bütün hususların kaldırılması için uğraştı. Kahvehâneleri kapattırıp, oyuncu ve çalgıcıları İstanbul’dan uzaklaştırdı. Sadrâzamlığı Köprülü âilesine verip, idârede serbest bıraktı. Kendisi de, savaşlardan zaman kaldıkça çok sevdiği sürek avlarına devam etti. Ava merakından dolayı “Avcı” lakabı verildi. Zamanında Osmanlı Devleti en geniş hudutlarına kavuşarak, dünyâ siyâsetinde faal rol oynadı.

          Dördüncü Mehmed Han devrinde, kıymetli ilim adamları ve sanatkarlar yetişti. Her sâhada kıymetli eserler yazıldı. Mehmed Bahaî, Abdülaziz, Tulumcuzâde Abdurrahman, Memikzâde Mustafa, Hocazâde Mes’ud, Hanefî, Balizâde Mustafa, Bolevî Mustafa, Mehmed Esirî, Sunizâde Mehmed Emin, Minkarîzâde Yahya, Çatalcalı Ali, Ankaralı Mehmed Emin, Debbağzâde Mehmed Efendiler şeyhülislâmlık yaptılar. İçlerinde kıymetli eserler yazıp, talebeler yetiştiren şahsiyetler vardır. Seyyid Feyzullah, Ayşî Mehmed, Hıbrî Ali efendiler, fıkıh, edebiyat, lügat ve diğer ilimlere âit eserler yazdılar. Peçevî İbrahim, Kâtib Çelebi, Karaçelebizâde Abdülaziz, Vecihî, Hezarfen Hüseyin, Ebû Bekr bin Behram Dımışkî, Ömer Avni, Rodosizâde Abdullah efendiler: Târih, teşkilât, coğrafya ve seyahatnâme sahasında; Kavalalı Abdulhalim bin Abdullah, Cerrah Mehmed bin Murâd, Mehmed bin Ali, Talatî Çelebi, Sâlih bin Nasrullah, Ebî Bekr-i Rasî, Hayâtizâde Mustafa Feyzi, Abdullah Ahmed bin Beşir efendiler tıbba dâir; Molla Mehmed, Mustafa bin Yusuf, Kâtibzâde Mustafa bin Mehmed matematik sâhasında; Cevrî İbrahim, Nâilî-i Kadim, Neşatî Ahmed Dede, Fasih Ahmed, Mezakî Süleyman efendiler edebiyata dâir; Derviş Ali, Tenekecizâde İbrahim, Hâfız Osman, Beyazizâde Ahmed, Dukakinzâde Derviş Mehmed, Şeyh Sunullah, Nefeszâde Seyyid İbrahim ve Tokatlı Ahmed efendiler hattatlıkta kıymetli eserler meydana getirdiler. Dördüncü Mehmed devrinde inşâası tamamlanıp, ibâdete açılan Yeni Câmi, Osmanlı mîmârîsinin şaheserlerindendir. Yeni Câmi yanındaki Mısır Çarşısı, bu câmiye vakıf olarak yapılmıştı

          Yorum yap

          • #20

            Ykinci Süleyman (1687 - 1691)


            SULTÂN İKİNCİ SÜLEYMAN HÂN


            Padişahlık Sırası
            20

            Saltanatı
            4 Yıl

            İslâm Halifelik Sırası
            85

            Cülûsu
            8 Kasım 1687

            Babası
            Sultan İbrahim Hân

            Annesi
            Sâliha Dilâşüb Sultan

            Doğumu
            15 Nisan 1642

            Vefâtı
            22 Haziran 1691

            Kabri
            İstanbul Süleymaniye Camiî Bahçesindedir

            Osmanlı sultanlarının yirmincisi, İslâm halîfelerinin seksen beşincisi. Sultan İbrâhim Hanın oğlu olup, 15 Nisan 1624 târihinde İstanbul’da, Sâlihâ Dilâşub Sultandan doğdu. Şehzâdeliğinde mükemmel tahsil ve terbiye gördü. Kardeşi SultanDördüncü Mehmed Han (1648-1687) zamânında sarayda husûsî hocalardan ders aldı. Hattât Tokatlı Ahmed Efendiden, sülüs ve nesîh hattını öğrendi. Sultan Dördüncü Mehmed Handan sonra, 8 Kasım 1687’de Osmanlı sultanı oldu.

            Sultan İkinci Süleymân Han tahta çıktığı zaman, Osmanlı ordularında Viyana bozgunuyla başlayan çözülme ve toprak kaybı devâm ediyordu. Venedik, Mora Yarımadasını işgâl etti. Avusturya Vişegrad, Uyvar ve Estergon’un ardından 160 yıllık Türk yurdu Budin’e girdi. Macaristan’da ise Türk hâkimiyeti sona ermek üzere bulunuyordu. Ayrıca bu mağlubiyetler hazîne gelirleri üzerinde olumsuz tesirler yaptığı gibi, Anadolu’daki eşkıyâlık hareketlerini de körüklüyordu. Avusturya Cephesi, serdârı Yeğen Osman Paşanın kendisi bir âsi lideri gibi Rumeli’de yolsuzluk yapıyor, zorla usûlsüz vergiler topluyordu. Bu sırada 8 Eylül 1688’de Belgrad da düştü.

            Devlet içindeki karışıklıklar ve Macaristan’ın elden çıkarak, Belgrad’ın düşmesi, Sultan İkinci Süleymân Hanı çok üzdü. Emir dinlemeyip, pekçok kalenin düşmesine sebep olan Osman Paşanın katline fetvâ verildi. Avusturya cephesi serdârlığına Receb Paşa tâyin edildi. Pâdişâh sağlığının elvermemesine rağmen, askeri teşvik için ordunun başında Edirne’den Sofya’ya kadar geldi ve harekâtı bizzat buradan idâre etmeye başladı.

            1689’da Kırım’a saldıran Rus kuvvetlerini Selim Giray Han az bir kuvvetle dağıtarak perişan etti ve ağır kayıplar verdirdi. Vidin Muhâfızı Sarı Hüseyin Paşa, Tuna kenarındaki Gladova ve Orsova kalelerini düşmandan geri aldı. Vişegrad’ı muhâsara eden on iki bin kişilik Avusturya kuvveti bozguna uğratıldı. 1689 yılında Fâzıl Mustafa Paşanın sadârete getirilmesinin ordu üzerindeki tesiri çok müspet oldu. Mustafa Paşa, ilk iş olarak bir adâletnâme neşrederek memleketin umûmî ahvâlini yoluna koydu. Aldığı âcil tedbirlerle hazineye yıllık 4000 kese fazla para sağladı. Yeniçeri ocağı yoklanıp ulûfeye müstehak olmayanların isimlerini sildirdi. Orduyu disiplinli ve intizamlı bir hâle getirdi. Fâzıl Mustafa Paşa 1690 yılında Edirne’den hareketle çıktığı Avusturya Seferinde düşman kuvvetlerini mağlup ederek, Şehirköy, Mûsâ palangası ve Niş şehrini aldı. Osmanlı Devletinin batıda en önemli serhad kalesi olan Belgrad’ı altı günlük bir kuşatmadan sonra fethetti. Bu zaferler Osmanlı ülkesinde büyük sevince vesîle oldu.

            Hastalığı sebebiyle Dâvûdpaşa Kışlasına kadar arabayla gelen Süleymân Han, burada Fâzıl Mustafa Paşayı huzûruna kabul edip; “Hoş geldin. Berhudâr ol, yüzün ak, kılıcın berrak, ekmeğin sana helâl olsun, arzûm üzere hizmet eyledin. Seleflerinden birine böyle bir ulu gazâ müyesser olmadı.” dedikten sonra ordu erkânının önünde samur erkan kürkünü sadrâzama giydirdi. Belinden çıkardığı hançeri beline ve bir kıt’a murassa pençe sorgucu da başına taktıktan sonra; “Ben mükâfat vermeye kâdir değilim. Allahü teâlâ iki cihânda yüzünü ak etsin.” diye duâda bulundu.

            Bu sırada Mora Serdârı Koca Halil Paşa da Venediklilerin elinde bulunan Avlonya’yı otuz bir günlük bir muhâsaradan sonra ele geçirmişti. 13 Mayıs 1691’de Sancak-ı şerîfi tekrar Fâzıl Mustafa Paşaya vererek, Avusturya Seferine duâ ile yolcu eden İkinci Süleymân Han, bir müddet sonra İstanbul’a yakın Yoncaçeşme mevkiinde vefât etti (22 Haziran 1691/26 Ramazan 1102). İki gün sonra Süleymâniye’ye getirilip, SultanSüleymân Hana âit kabrin sağ tarafına defnedildi.

            İkinci Süleymân Han kadirşinas, halîm, cömert ve temkinli bir pâdişâhtı. Fakir, muhtaç ve ihtiyâç sâhiplerine pekçok ihsânlarda bulunurdu. Saltanat müddeti iç ve dış gâilelerle geçti. Bilhassa, Avusturya karşısında alınan mağlubiyetler dolayısıyla, herkesin Rumeli elden çıkıyor, diye Anadolu’ya kaçtığı sırada, muktedir devlet adamı Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşayı iş başına getirerek, kaybedilen yerleri devlete tekrar kazandırdı. Memleket içerisinde îmâr faâliyetleriyle de ilgilenen Süleymân Han, kendisi de Fener
            Kulesi ileİzmir’de bir câmi inşâ ettirdi.

            Kod:
            Kaynak:Kaynak:.turkcebilgi

            Yorum yap

            • #21

              Ykinci Ahmed (1691 - 1695)

              SULTÂN İKİNCİ AHMED HÂN


              Padişahlık Sırası
              21

              Saltanatı
              4 Yıl

              İslâm Halifelik Sırası
              86

              Cülûsu
              22 Haziran 1691

              Babası
              Sultan İbrâhim Hân

              Annesi
              Hatice Muazzez Valide Sultan

              Doğumu
              25 Subat 1642

              Vefâtı
              6 Şubat 1695

              Kabri
              İstanbul Süleymaniye'de Sultan Süleyman Hân Türbesindedir

              Osmanlı sultanlarının yirmi birincisi ve İslâm halifelerinin seksen altıncısı. Sultan İbrâhim Hanın üçüncü oğlu olup, 25 Şubat 1643'te Hadice Muazzez Vâlide Sultan'dan doğdu.

              Şehzâdeliğini sarayda geçiren Ahmed Han, iyi bir tahsil gördü. 22 Haziran 1691'de ağabeyi İkinci Süleymân Hanın ölümü üzerine Osmanlı tahtına geçti. Kırk sekiz yaşında tahta geçen Sultan İkinci Ahmed Han, daha birkaç gün önce ordunun başında Avusturya üzerine sefere çıkan sadrazam ve serdâr-ı ekrem Fâzıl Mustafa Paşaya, sadâretinin devâmına dâir bir ferman gönderdi. Belgrad önlerinde bulunan Avusturya ordusu üzerine yürüdü. Orduya henüz kırım kuvvetleri katılmamıştı. Bu durumu fırsat bilen Avusturya ordusunun kumandanı 25 Ağustos 1691 günü derhal taarruza geçti. Slankamen muhârebesi adı verilen savaşın ilk anlarında Osmanlı askeri gâlip durumdaydı. Ancak sadrazam Mustafa Paşanın şehit düşmesi üzerine durum birden Osmanlı ordusu aleyhine döndü ve hezimetle neticelendi. Slankamen mağlûbiyetinden sonra ilerleyen Avusturya kuvvetleri Kasım ayında Varat Kalesini kuşattılar. Sultan, yeni sadrâzam Arabacı Ali Paşayı tâyin ve Avusturya üzerine sefere memur etti. bu sırada Avrupa devletleri Osmanlı- Avusturya savaşının durdurulması için girişimde bulundular ise de, netice alamadılar. Diğer tarafdan zamanında yardım ulaşmayan Varat Kalesi, Avusturyalılara teslim olmak mecburiyetinde kaldı.

              1692 Haziranının sonlarına doğru sadrazam Hacı ali Paşa Edirne'den hareketle Belgrad'a vardı. Kaleyi tahkim ve tâmirden sonra, Avusturyalıların kışlaya çekilmeleri üzerine Edirne'ye döndü. Sadrazam, Avusturya ile uğraşırken, Venedik donanması da Girid'e asker çıkardı. Kaptan-ı deryâ vezir Dâmâd Yûsuf Paşanın donanma ile Hanya önlerine gelmesi üzerine Venedikliler muhasarayı kaldırarak geri çekildiler. 1693 yılı Mart ayı sonlarında Bozoklu Mustafa Paşa sadarete getirildi. Yeni sadrazam Temmuz ayında Avusturya seferine çıktı. Hedef, Erdel'i geri almaktı. Avusturya ordusunun Belgrad'ı kuşatması üzerine sadrazam Belgrad'a yöneldi. Kırım Hanı Selim Giray'ın Avusturyalılar'ın yardımına gelen bir orduyu mağlup etmesi üzerine, kuşatma kaldırıldı. Serdar-ı ekrem, çekilen düşmanı tâkible çok zâyiât verdirdi ve 17 Eylülde Belgrad'a girdi. Kışın yaklaşması üzerine Osmanlı ordusu Edirne'ye döndü.

              Stratejik önemi pek büyük olan Narenta Kalesi 28 Haziran 1694'te Venedikliler tarafından işgal edildi. Geri almak için yapılan teşebbüsler netice vermedi. Bu hadiseden bir süre sonra sefere çıkan Osmanlı ordusu Varadin Kalesini kuşattı. Ancak bu sırada, Malta, Floransa ve Papalık filolarından müteşekkil bir Venedik donanması Sakız'ı zaptetti. Buna çok üzülen Sultan İkinci Ahmed Han, Sadrazama bir hatt-ı hümâyûn göndererek geri dönmesini ve Sakız adasının geri alınmasını emretti. Kaptan-ı deryâlığa amcazâde Mezemorta Hüseyin Paşa tâyin edildi. Öte yandan Osmanlı Devleti dış gâilelerle uğraşırken içte de bâzı hadiseler vûku bulmaktaydı. Irak ve Hicaz'da çıkan isyanlar ile Suriye'de Sürhan ve Maanoğullarının aleyhte faaliyetlerini Sultan Ahmed Han anında aldığı tedbirlerle önledi.

              Bu sırada Sakız Adasının geri alınması için yola çıkan Hüseyin Paşa, ada açıklarında Venediklilerle çarpışırken Sakız'ın elden çıkmasının acısı ile üzüntüden hastalığı ağırlaşan Sultan Ahmed Han, 6 Şubat 1695 tarihinde fetih haberini alamadan, elli iki yaşında Edirne'de vefât etti. Nâşı, İstanbul'a nakledilerek Kânûni Sultan Süleymân Hanın türbesine defnedildi. Çok merhametli ve vatanperver olan Sultan İkinci Ahmed Han, hasta olduğu zamanlarda bile, devlet işlerinden asla el çekmezdi. Haftada iki gün yapılan divan toplantılarının dörde çıkarılmasını emretti. Toplantıları bizzat tâkip eder, yaptığı herhangi bir hatayı düzeltmekten çekinmezdi. Âdil bir sultan olarak yaşayan Ahmed Han, milletini memnun etmek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmıştır. San'atkarları korur, taltiflerde bulunarak daha iyiye ve güzele doğru yönlendirirdi. İyi bir hattat olan Sultan Ahmed Hanın yazdığı Kur'ân-ı kerimler ve çoğalttığı kitaplar vardır. Diğer Osmanlı sultanları gibi aynı zamanda iyi bir şâirdi.

              Yorum yap

              • #22

                Ykinci Mustafa (1695 - 1703)

                SULTÂN İKİNCİ MUSTAFA HÂN


                Padişahlık Sırası
                22

                Saltanatı
                8 Yıl

                İslâm Halifelik Sırası
                87

                Cülûsu
                6 Şubat 1695

                Babası
                Sultan Dördüncü Mehmed Hân

                Annesi
                Emetullah Rabia Gülnûş Sultan

                Doğumu
                5 Haziran 1664

                Vefâtı
                29 Aralık 1704

                Kabri
                İstanbul Turhan Vâlide Sultan Türbesi'ndedir


                Osmanlı padişahlarının yirmi ikincisi ve İslâm halifelerinin seksen yedincisi. Sultan Dördüncü Mehmed'in Râbia Gülnûş sultandan oğlu olup 5 Haziran 1664'te İstanbul'da doğdu. Devrin âlimlerinden iyi bir tahsil gördü. Devlet idâresi ve harp oyunlarını öğrendi. Mahâretli bir okçu ve silahşördü. İkinci Ahmed Hanın 6 Şubat 1695'te vefâtıyla tahta çıktı. Padişah olduğundan, Osmanlı Devleti on iki yıldan beri Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venediklilerle harp ediyordu. Gayretli ve kahraman bir hükümdar olan Sultan Mustafa Han, tahta çıkışının üçüncü günü sadrazama gönderdiği fermânda;

                ''Cenâb-ı Hak, bu âciz, bu günâhkar kuluna bir cihân padişahlığı ihsân etti. Padişahların hangisi zevk ve sefâya; kendi nefsinin râhatına düşmüş ise, eli altındaki memleketlerinin ve tebeasının huzûru ve râhatı kaçmıştır. Biz, bugünden zevki ve sefâyı kendimize haram kıldık. Düşmana karşı ceddim (Kânuni) Sultan Süleymân gibi kendim sefere çıkmaya kat'i niyet ettim. Sizler ki veziriâzamım, vüzerâ, ulemâ, vükelâ ve ocak ağalarısınız, cümleniz bir yere gelip, bu hatt-ı hümâyûnumu okuyup düşününüz, gazâya gitmem mi makbul, yoksa Edirne'de oturup, kalmamız mı münâsip? Din ve devlet ve halka hangisi faydalı, Allah için söyleşüp, doğruyu bana bildiriniz vesselâm.'' buyurarak vazifeye başladı. Bu hatt-ı hümâyûn devlet adamlarını, âlimleri, kumandanları, askerleri ve ahâliyi çok memnun edip coşturdu. Hocası Seyyid Feyzullah Efendiyi yanından ayırmayıp, sultanlığında da çok istifâde etti. Ordunun başında sefere karar verip, saltanatının ilk günlerinde sevindirici zaferler kazanıldı. 18 Şubat 1695'te sakız Adasının Venedik İşgâlinden kurtarılmasını temin eden Koyun Adaları Zaferi kazanıldı. Venediklilerin sekiz harp gemisi ve bir cephânesini zapt eden Koyun Adaları Zaferi kumandanlarından kalyonlar kaptanı Mezemorta hüseyin Paşa, Kaptan-ı deryâlığa yükseltildi. Venediklilerin Sakız'a tekrar saldırmasıyla Mezemorta Hüseyin paşa 15 Eylül 1695'te düşmanı çekilmeye mecbûr etti. Venedik, donanmasını tâkip eden Hüseyin paşa 18 Eylül 1695'te Midilli'nin Zeytinburnu açıklarındaki deniz muhârebesinde de parlak bir zafer kazanarak düşmanın on üç gemisini tahrip etti.

                Sultan İkinci Mustafa Han, 30 Haziran 1695 târihinde Avusturyalıların işgâlindeki Macaristan'ı kurtarmak için ilk Avusturya seferine çıktı. Belgrad'da 9 Ağustos'ta topladığı harp Divanında Janova- Lippa, Lugos ve havâlisinin işgalden kurtarılmasına karar verildi. 9 Eylül'de Lippa Kalesi feth edildi. 22 Eylül 1695'te Kırım Hanı Selim Giray'ın da iştirâk ettiği Lugos Muhârebesinde Osmanlı ordusu gâlip geldi. Lugos zaferinden sonra Sultan Mustafa Han, sefer mevsimi geçtiğinden, 18 Kasım 1695'te İstanbul'a döndü. Rus Çarı Deli Petro, Karadeniz'e inmek için Azak Kalesini üç aydan fazla kuşatmışsa da, muvaffak olamamıştı. 13 Ekim 1695'te elli bin ölü vererek Azak2tan çekilen Deli Petro, Kefe Beyl erbeyi Mustafa paşa ve Kırım Kalgayı Kaplan Giray'ın tâkibi sonucu daha da kayıp verdirilerek ateşli silahları zapt edildi. Azak yenilgisinin öcünü almak isteyen Deli Petro, Venedik, Avusturya, Hollanda ve Prusya'dan teknik eleman ve yardım alarak 1696'da kaleyi tekrar kuşattı. Azak Kalesini müdâfaa için bırakılan beş yüz kadar asker, Deli Petro'nun yüz binlik ordusuna karşı altmış dört gün dayanabildi. Yardıma gönderilen kuvvetlerin zamanında yetişememesi üzerine Azak Kalesi 6 Ağustos 1696'da vire ile teslime mecbur oldu. Bu hal Sultan Mustafa Hanın ve bütün ülkenin büyük üzüntüsüne sebep oldu. Azak Kalesinin ikmâlini ihmâl eden ve yardıma memur edilip, zamânında yetişmeyen kumandanlar cezâlandırıldı. Kuban Nehri ağzına Açu'ya kale yaptırılarak, Moskof yayılmasını durdurma çâresi düşürüldü.

                İkinci Avusturya seferine 1696 baharında çıkan Sultan Mustafa Han kumandasındaki Osmanlı ordusui Saksonya Kralı Nalkıran Friedric ile General Heisler kumandasındaki düşman kuvvetleriyle 1696 yazında karşılaştı. 27 Ağustos 1696'da Olasch yakınlarında meydana gelen muhârebede şiddetli taarruzlar oldu. Düşman ordusu fazla dayanamayarak, yenildi. Tameşvar tekrar zaptolundu. Muzaffer padişah Avusturya'ya son ve kesin bir darbenin vurulması için yeni bir seferin lüzumuna inanıyordu. Ancak 17 Haziran 1697'de bu maksatla çıkılan sefer, sadrazam Elmas Mehmed paşa ile Tameşvar Muhâfızı Koca Câfer paşanın padişah'ı yanlış yola sevketmeleri sonucu Zenta bozgununa sebep oldu. Savaşta sadrazam Elmas Mehmed paşa ile on üç beylerbeyi ve binlerce asker şehit oldu. Sultan Mustafa Han süvâri kuvvetleriyle Tameşvar'a çekildi. Sadrazamlığa Amcazâde Hüseyin paşayı getirdi. Zenta bozgunun tesiriyle Osmanlı ordusunda disiplin kalmamıştı. bundan faydalanan Avusturya kuvvetleri Sav Nehrini geçerek Bosna eyâletini kadar girdiler. Saray Bosna şehrine kadar olan sahalar tahrip edildi. Ancak Bosna beylerbeyliğine getirilen Daltaban Mustafa paşa Bosna'da bulunan Avusturyalılara taarruz ederek onları memleketlerine kadar sürmeye muvaffak oldu.

                Zenta Vak'ası Osmanlı devlet adamlarını sulha tarafdar hâle getirdi. Avusturya da harbe tarafdar olmadığı için İngiliz ce Flemenk (Hollanda) elçilerinin tavassut teklifi her iki devletçe de kabul edildi. Karlofça'da antlaşma görüşmeleri devâm ederken, Sultan mustafa Han, hudut tecâvüzlerine karşı serdâr tâyin edilen sadrazam Amcazâde Hüseyin paşa kumandasındaki yüz bin Osmanlı ve otuz bin Kırım askerini Belgrad'a gönderdi. Akdeniz, Karadeniz ve Tuna donanmaları yeni gemilerle takviye edilerek, harekete hazır hâle getirildi. Semendre ve Belgrad önlerinde bekleyen Osmanlı ordusu, uzun süren görüşmeler üzerine Kasım 1698'de geri döndü. Uzun görüşmeler den sonra Avusturya, Venedik ve Lehistan, 26 Aralık 1699'da Karlofça Antlaşmasını imzâladı. Buna göre; Macaristan'la Erdel Avusturya'ya terk edilerek, Sava ve Unna nehirleri hudut kesildi. Mora, Dalmaçya ve Aya Mavri Adası Venediklilere Ukrayna ve Podolya Lehistan'a verildi. Rusya ile antlaşma 14 Temmuz 1700'de yapıldı. Azak Kalesi Ruslara bırakıldı.

                Sultan Mustafa Han, Karlofça Antlaşmasından sonra askeri ve mâli teşkilâtlarla ıslâhat hareketlerine girişti. Donanmada çektiri usûlünün kullanılması terk edilerek kalyon sistemine geçildi. Bahriyenin ıslahı ve ihtiyaçlarının giderilmesi için bir kânunnâme ilan edildi. Ancak bilhassa kapıkulu ocakları arasında yapılan ıslâhatlar yeniçeri ve sipâhilerin hoşuna gitmedi. Bâzı devlet adamlarının tahrikiyle başlayan ayaklanma sonunda Sultan Mustafa Han 22 Ağustos !703'te tahttan indirildi. Saray geldiğinde kapıda kendisini feryâd ederek karşılayan Vâlide Sultanın elini öptükten sonra; ''Kul beni tahttan indirmişler, yerime karındaşım Sultan Ahmed'i padişah eylemişler. Allah mübârek eyleye, evlâtlarım kendisine Allah emâneti olsun.'' sözleriyle kendisine ayrılan özel dâireye çekildi. Mustafa Han, hizmetleri ortadayken karşılaştığı bu durumdan dolayı çok müteessir oldu. İstiskâ hastalığından da muzdarip bulunan Sultan, nihâyet 20 Aralık 1703'de vefât etti. Yeni Câmi yanında Vâlide Sultan Türbesine defnedildi. Babası Dördüncü Mehmed Han da bu türbededir.

                Dokuz yıla yakın Osmanlı sultanlığı yapan İkinci Mustafa Han muktedir ve dğerli bir padişahtı. Ordulan başında sefere giden son Osmanlı sultanıdır. Âlimlere ve hocasına karşı hürmeti çok fazlaydı. Edebiyâta meraklı olup Meftûni ve İkbâli mahlasıyla şiirler yazardı. İkinci Mustafa Hanın devrinde devlet adamları ve âlimler kıymetli ilmi ve sosyal müesseseler yaptırmışlardır. Hocası Seyyid Feyzullah Efendi, Fâtih'de yaptırdığı medrese ile değerli ve nâdide kitapların toplandığı bir kütüphâne, sadrazam Amcazâde Hüseyin paşa Saraçhâne'de bir medrese, kütüphâne ve çeşme, sadrazam Rami Mehmed paşa Eyüp'te bir mektep ile çeşme, Dâmâd Ali paşa bir kütüphâne yaptırmışlardır. Sultan Mustafa Hanın silâhtârı olan Çorlulu Ali paşa tarafından tersâne içinde iki katlı câmi yapılmıştır. Mihrabı üstüne Kâbe taşı yerleştirilmiştir. İkinci Mustafa Hanın hanımı Sâliha Sultan, oğlu Birinci Mahmûd Han zamânında Azapkapısı'nda sebil, çeşme, hamam ve mektep yaptırıp Arap Câmiin tâmir ettirerek genişletti. Câmide mevlid ve Kur'ân-ı kerim okunmasını vakfiyesinde belirtmiştir.

                Yorum yap

                • #23

                  Üçüncü Ahmed (1703 - 1730)

                  SULTÂN ÜÇÜNCÜ AHMED HÂN

                  Padişahlık Sırası
                  23

                  Saltanatı
                  27 Yıl

                  İslâm Halifelik Sırası
                  88

                  Cülûsu
                  22 Ağustos 1703

                  Babası
                  Sultan IV. Mehmed Hân

                  Annesi
                  Emetullah Rabia Gülnuş Sultan

                  Doğumu
                  31 Aralık 1672

                  Vefâtı
                  1 Temmuz 1736

                  Kabri
                  İstanbul Yeni Camide Turhan Vâlide Sultan Türbesindedir

                  Osmanlı padişahlarının yirmi üçüncüsü, İslâm halifelerinin seksen sekizincisi. Sultan dördüncü Mehmed Hanın oğlu olup, 31 Aralık 1673'te Râbia Gülnûş Emetullah sultandan doğdu. Şehzadeliğini önce Topkapı, daha sonra da Edirne saraylarında geçiren Ahmed Han, iyi bir tahsil gördü. İlk dersini sultani Mehmed Efendiden aldı. Seyyid Feyzullah Efendiden uzun yıllar ders gördü.

                  Devrin büyük hat üstâdı hattat Osman'dan yazı meşk etti. Ağabeyi Sultan İkinci Mustafa Han'ın çıkan cebeci isyânında tahttan indirilmesi üzerine 22 Ağustos 1703'te Osmanlı padişahı oldu. Biat merâsiminden sonra, İstanbul'a gelen Sultan Üçüncü Ahmed, Edirne vak'asında isyânı çıkaran elebaşıları büyük bir ustalıkla birbirine düşürerek ortadan kaldırdı. Baltacı Mehmet Paşayı sadârete getirdi. Devletin iç işlerini düzeltmek için çalışmalar yaptı. Karlofça Antlaşması yeni imzâlandığı için, devlet barış içinde idi. Ancak bu sırada İsveç kralı on ikinci Şarl, Poltova'da Ruslarla yaptığı bir savaşı kaybederek, Osmanlı Devletine sığındı. Kralı tâkip eden Rus ordusu Osmanlı topraklarına girdi ve tahribatta bulundu. bu durum üzerine Osmanlı Devleti Rusya'ya harp ilân etti. Nitekim Sadrazam Baltacı Mehmed Paşanın kumandası altındaki Osmanlı ordusu 9 Nisan 1711'de Rusya seferine çıktı.

                  Baltacı Mehmed Paşa, Rus Çarını Prut üzerinde Palcı mevkiinde kıstırarak, etrafını çevirdi. Esas niyeti Rus ordusunu umûmi bir taarruzla yok etmekti. Fakat yeniçerilerin isteksizliği yüzünden ciddi bir taarruz yapmadı. Rus çarı, sadrazama bir heyet göndererek, her şartı kabul edeceklerini bildirdi. İki taraf arasında antlaşma yapıldı. Rusya, Antlaşmaya göre, Lehistan ve Ukrayna işlerine karışmayacak, elinde tuttuğu Azak kalesini de Türklere bırakacaktı. Baltacı Mehmed Paşanın Rus ordusunu çevirmişken imhâ edememesi ve antlaşma şartlarının tatmin edici olmaması devlet adamlarını sadrazamın aleyhine çevirdi. Bunun üzerine padişah Edirne'ye dönen Baltacı'yı, görevden alarak, yerine Dâmâd Ali paşayı getirdi. Diğer tarafdan Ruslar Antlaşmanın şartlarına uymak istemediler. Buna çok kızan Sultan Üçüncü Ahmed Han, yeni sadrazam Dâmâd Ali Paşa kumandasında bir orduyu Rusya üzerine gönderdi. Kendisi de Edirne'ye kadar ordunun başında gitti. Bu durum karşısında Ruslar antlaşma şartlarına uymak mecburiyetinde kaldılar. Venediklilerin 1714'te Karadağlıları isyana teşvik etmesi üzerine Sultan Üçüncü Ahmed Han, Mora üzerine bir sefer açtı. Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Karlofça antlaşmasıyla Venediklilere verilen bütün kaleleri geri aldı. Ancak, Alman İmparatorluğu, Karlofça Antlaşmasına kefil olduklarını, yâni Venedik'ten alınan yerler iâde edilmedikçe barışı tanımayacağını bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Alman- Avusturya İmparatorluğuna harb ilân etti. İki ordu arasında Petervaradin'de yapılan savaşta Dâmâd Ali Paşa şehit düşünce, ordunun mâneviyatı bozuldu ve bozgun başladı. Bu durumdan faydalanan Avusturya ordusu kumandanı önce Tameşvar'ı daha sonra da Belgrad'ı zabtetti. Petervaradin mağlubiyeti üzerine Avusturya ile 1718'de Pasarofça Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre Belgrad ve Semendire Avusturya'da kalmak üzere Sava Nehri sınır kabul edildi.

                  Pasarofça Antlaşmasından sonra Dâmâd İbrâhim Paşanın sadârete getirilmesi ile Osmanlı Devletinde 1730 yılına kadar süren yeni bir devir başladı. ''Lâle Devri'' adı verilen bu dönemde, Sultan Ahmed Han ülke içinde huzuru sağlamak, orduyu kuvvetlendirmek, devleti maddi ve mânevi en yüksek seviyeye çıkarmak için çalıştı. İstanbul'da ilk matbaa kuruldu. Yalova'da kâğıt, İstanbul'da Tekfur Sarayında bir çini fabrikası açıldı. İstanbul'a davet edilen ve uzun seneler İstanbul'da kalarak orada vefât eden Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmed Paşa) humbaracı ocağına ıslâh etti. İstanbul'un su ihtiyâcını temin için bir de bend yaptırıp deryâ-yı sim adını verdi. Osmanlı Devletinde sulh ve huzûr devâm ederken, İran- Safevi Devleti son günlerini yaşıyordu. İran'a bağlı olan Dağıstan 1722'de Türk himâyesine girmek istedi ve bu isteği kabul edildi. Kafkasya'yı tehdid eden Rusya'ya mâni olmak isteyen Sultan Ahmed Han, hudûd vâlilerine fermân göndererek hazırlıklı olmalarını istedi. Bu sırada İran cephesindeki ordu, 1723 yılında harekete geçerek Gürcistan, Güney Âzerbaycan, Luristan, Erdelan, Kirmanşah ve Hemedan'ı ele geçirdi. 1725'de osmanlı askeri Tebriz'e girdi. Gence, Revan ve Nahcivan alındı. 1727'de İran Şahı imzâlanan bir antlaşma ile Osmanlı Devletinin bütün fetihlerini tanıdı. 1730 senesinde Nâdir Şah İran hâkimiyetini ele geçirerek, İran birliğini tekrar kurdu. Osmanlı Devletinin elinde bulunan önemli bâzı eyâletleri geri aldı. Bu durum Dâmâd İbrâhim Paşanın düşmanlarını harekete geçirdi. Bâzı devlet adamları, padişah ve Dâmâd İbrâhim paşanın İran üzerine sefere çıkmak üzere Üsküdar'a geçtikleri sırada yeniçerileri ayaklandırarak büyük bir isyân başlattılar. Âsiler, padişahtan ileri gelen devlet adamlarının bâzısının idâmını istediler. Listenin başında Dâmâd İbrâhim paşa da vardı. Sultan Üçüncü Ahmed Han, en sonunda sadrazam İbrâhim Paşa'nın idâmına razı oldu. Zorbaların isteklerinin sonu gelmeyeceğini, kendisinin de tahttan ayrılmasını isteyeceklerini bildiği için, 2 Ekim 1730'da tahttan çekilerek, kendi eliyle yeğeni Şehzâde Mahmûd'u Osmanlı tahtına geçirdi. Kendisi köşesine çekildi.

                  Yirmi yedi sene hükümdârlık yapan sultan Ahmed Han, saltanattan çekildikten sonra, ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Altmış üç yaşında iken 1Temmuz 1736'da vefât etti. Yeni Câmiide Turhan Vâlide Sultan Türbesine defnedildi. Sultan üçüncü Ahmed Han, ülkenin imârı için çok çalıştı. Aynı zamanda ilme ve ilim adamlarına çok değer verir ve onları korurdu. Sarauda dağınık yerlerde bulunan kıymetli kitapları bir araya toplayarak beyaz mermer havuzlu bahçede bir kütüphâne inşâ ettirdi. Annesi için Üsküdar'da yeni Vâlide Sultan Câmii ve bunun yanında bir sebil, çeşme, sıbyan mektebiyle bir imâret yaptırdı. Galata kulesini tâmir ettirdi. Topkapı sarayının Bâb-ı hümâyûn kapısı önünde yaptırdığı çeşme, hane, Çağlayan Kasrı önünde, Hasköy'de, Aynalı Kavak Kasrı civârında, Üsküdar'da, Üsküdar İskele Câmii meydanında klasik tarzda dört cepheli olmak üzere pekçok çeşme inşâ ettirdi. 1715'te Galatasaray hâricinde bir câmi, 1716'da Bebek Câmii ile etrâfındaki külliyeyi, yaptırdı.

                  Derin bir sanat zevkine sâhip olup, şâir ve hattattı. Kur'ân-ı kerimler yazdı. Yaptırdığı Sultanahmed Çeşmesine kendi şiirini bizzat yazdı. Ayrıca Ayasofya Câmiine asılmış güzel levhaları vardır.

                  Yorum yap

                  • #24

                    Birinci Mahmud (1730 - 1754)

                    SULTÂN BİRİNCİ MAHMUD HÂN

                    Padişahlık Sırası
                    24

                    Saltanatı
                    24 Yıl

                    İslâm Halifelik Sırası
                    89

                    Cülûsu
                    2 Ekim 1730

                    Babası
                    Sultan İkinci Mustafa Hân

                    Annesi
                    Sâliha Vâlide Sultan

                    Doğumu
                    2 Ağustos 1696

                    Vefâtı
                    13 Aralık 1754

                    Kabri
                    İstanbul Yeni Camide Turhan Sultan Türbesindedir

                    Yirmi dördüncü Osmanlı sultânı. İslâm halîfelerinin seksen dokuzuncusudur. Babası İkinci Mustafa Han, annesi Sâlihâ Vâlide Sultandır. İstanbul’da, 2 Ağustos 1696 târihinde doğdu. Şehzâdeliğinde, yüksek fen ve din ilimleri öğretilerek yetiştirildi. Aklı, zekâsı, kâbiliyeti ve anlayışı kuvvetliydi.

                    Üçüncü Ahmed Han, Patrona Halil ayaklanması sonunda tahttan çekilince, Şehzâde Mahmud, 2 Ekim 1730 günü Osmanlı sultânı oldu. Üçüncü Ahmed Hanın tecrübe ve tavsiyelerinden istifade etti. İlk icrâatı, Lâle Devrinde yapılan ilim, kültür ve sanat eserlerinin tahrîbini durdurmak oldu. Âsî Patrona Halil’i ve zorbaları imhâ ettirdi. İstanbul’da emniyet ve asâyişi sağladı. Ülkede huzur dolu, mesud günler başladı. İçişlerini düzelten Sultan Birinci Mahmud Han, doğuda hududa saldıran İran Safevîleri ile, batıda Avusturya ve Rusya’ya karşı tedbir aldı.

                    Doğuda İran ile Üçüncü Ahmed Han devrinden beri devam eden hâdiselere son vermek istedi. Ancak İran Şâhı bir taraftan anlaşmak üzere hey’etler gönderirken, diğer taraftan büyük kuvvetlerle Revan üzerine yürüdü. Şah’ın elçi göndermekteki maksâdının Osmanlı hükûmetini yanıltmak ve oyalamak olduğu anlaşıldığından elçi ve maiyeti Mardin Kalesine hapsedildi. Osmanlı kuvvetleri, İran Seraskeri Ahmed Paşa ile Erzurum Vâlisi ve Revan Seraskeri Hekimoğlu Ali Paşa kumandası altında iki koldan harekete geçti. 30 Temmuz 1731’de Kirmanşah alındı. 15 Eylülde Kûrican Sahrasında İran kuvvetleri bozguna uğratıldı. Urmiye ve Tebriz ele geçirildi. İran Şahının sulh istemesi üzerine Ocak 1732’de Ahmed Paşa Antlaşması imzalandı. Buna göre Aras Nehri iki devlet arasında hudud olarak kabul edilirken Revan, Gence, Nahçıvan, Bitlis, Şirvan ve Dağıstan Osmanlılara; Tebriz, Kirmanşah, Hemedan, Luristan ve Erdelan eyaletleri ise İran’a bırakıldı. Ancak 1733’te İran’da iktidarı ele geçiren Nâdir Şah, Osmanlıların fethettiği bölgeleri almak için tekrar savaş açtı. 1735’te Arpaçay’da yapılan muhârebeyi Osmanlılar kaybetti. Gence, Tiflis ve Revan İran’ın eline geçti.

                    Osmanlı Devletinin doğuda İran ile mücâdelesinden istifâde eden Avusturya ve Rusya da iki cepheden harekete geçmişti. Azak Kalesini ele geçiren Ruslar Osmanlı kuvvetlerinin toparlanmasına meydan vermeden Gözleve, Kılburun ve Urkapı’yı da işgal ettiler. 12 Temmuz 1737’de harekete geçen Avusturya ordusu ise Bosna, Sırbistan ve Eflak’a girdi. Bu mağlubiyetler ve düşmanın girdiği yerlerde büyük tahribat ve mezâlim yapması Sultan Mahmûd Hanı son derece üzdü. Sedarete getirdiği Muhsinzâde Abdullah Paşayı Rusya üzerine, Hekimoğlu Ali Paşayı da Avusturya üzerine sefere memur etti. Muhsinzâde süratli bir hareketle Özi ve Kılburun kalelerini ele geçirirken, Hekimoğlu Ali Paşa ise Banyaluka’yı kuşatan Avusturya kuvvetlerine büyük bir darbe indirdi. Yapılan savaşta Avusturya kuvvetlerinin asker zayiatı 60 bin idi. Hekimoğlu Ali Paşanın bu zaferi İstanbul’da büyük bir sevince sebep oldu. Bu zaferler üzerine Avusturya ve Rusya barış istemek zorunda kaldı.

                    Nihayet 18 Eylül 1739 târihinde Avusturya ve Rusya ile Belgrad Antlaşması imzâlandı. Avusturya Devleti ile yirmi yedi yıllık, Rusya ile süresiz olan antlaşmaya göre, Belgrad Osmanlı Devletine kaldı. Avusturya ile Tuna ve Sava nehirleri tabiî hudud kesildi. Ruslar, Azak Denizi ve Karadeniz’de donanma bulundurmayacaktı. Kazaklar Osmanlı topraklarına, Kırım Hanlığı da Rusya’ya akın etmeyeceklerdi.

                    Rusya ve Avusturya devletleriyle antlaşmalar sağlayan Birinci Mahmûd Han yeniden İran üzerine döndü. Nadir Şah ise bu vaziyet karşısında Osmanlılarla baş edemiyeceğini anlayınca Kasr-ı Şirin Antlaşması maddeleri üzerinden yeniden antlaşma teklifinde bulundu ve bu istek kabul edildi (1746).

                    Böylece 1739 Belgrad Antlaşmasıyla batı ve kuzey, 1746 Osmanlı-Avşar Antlaşmasıyla da doğu hudutlarını emniyet altına alan Birinci Mahmûd Hana muhârebelerdeki muzafferiyet üzerine Gâzi ünvanı verildi. Mahmûd Han bundan sonra ülkede pekçok îmâr faâliyetlerinde bulunup, ilim, kültür, sanat sâhalarında çok kıymetli eserler yaptırdı. Kâğıthâne civârındaki Bahçeköy ile Balaban köyleri arasında geçen iki çayın sularını toplayan Topuzlu Bendini yaptırdı. Burada toplanan sular, Taksim’deki depodan, Tophâne’deki Meydan Çeşmesi ile Azapkapı’da Sâlihâ Sultan Çeşmesi ve Beşiktaş, Galata, Kasımpaşa, Tepebaşı semtlerinin çeşitli yerlerindeki kırk kadar çeşmeye su verildi. Ahâli bol ve tatlı suya kavuşturuldu. Pekçok saray, kasır inşâ ve tâmir ettirildi. Beşiktaş Sarayının bir çok kısımlarını ve Bayıldım Kasrını yeniden yaptırdı. Yûşâ Tepesi civârındaki Tokat Köşkünü donatıp, Hümâyûn-âbâd, Kandilli Sarayını îmâr ettirerek Nevâbâd isimleri verildi. Kanlıca’da Mihr-âbâd Kasrını yaptırdı. İstanbul’da Ayasofya Câmii içine, Fâtih Câmii yakınında ve Galatasaray’da olmak üzere üç, Belgrad’da bir kütüphâne yaptırdı. Ayasofya Câmii Kütüphanesine sarayın hazîne odasından pek nefis, kıymetli, nâdide kitaplar gönderdiği gibi, devrin devlet adamları da hediyelerde bulunarak dört bin cilt nâdide kitap toplandı. Ayasofya Kütüphânesine İslâm âleminin en meşhûr hattatlarından Ya’kût-ı Musta’sımî, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman hatlarıyla Mushaflar ve hazret-i Osman ve hazret-i Ali’ye âit olduğu söylenen iki Kur’ân-ı kerîm de kondu. Kütüphânenin masrafını karşılamak için de Cağaloğlu’nda çifte hamamı yaptırıp, gelirini vakf etti. Ayasofya’ya bitişik aşevi yaptırıp, huzûrunda tertiplenen merâsimle açıldı. Galatasaray ocağında yaptırmış olduğu kütüphâneye, saraydan kitaplar gönderip, açılış merâsiminde, kütüphânenin iki tarafına yaptırılmış olan çeşmelerin hazînelerine şekerli şerbet doldurulup, halka ikrâm edildi. Nûruosmâniye Câmiinin yapımını başlattıysa da, vefâtından bir yıl sonra tamamlanabildi. Beşiktaş’da Arap İskelesi Câmii, Rumeli Hisarı’nda İskele Câmii, Üsküdar’da Sultan Mahmûd Câmii ve Kandilli, Defterdârkapısı, Tulumbacılar odası, Yalıköşkü, Yıldıztepe mescidlerini yaptırdı.

                    Birinci Mahmûd Han devrinde, ilim kültür ve sanat faaliyetleri arttı. İkinci defâ matbaa açıldı. Matbaa ve hattâtların artan kâğıt ihtiyâçlarının karşılanması için Yalova’da kâğıt fabrikası kuruldu.

                    Ülke içinde ve dışında Osmanlı Devletine azamet devri yaşatan Birinci Mahmûd Han, 13 Aralık 1754 târihinde Cumâ selâmlığı yapıp, Cumâ namazını kıldıktan sonra vefât etti. İstanbul’da Yeni Câmii yanındaki Turhân Sultan türbesine defn edildi. Çok zekî, anlayışlı, hamiyetli, lütufkâr ve merhâmetli idi. Askerî ıslâhât taraftarıydı. Askerî kitaplar yayınlattı. Lütuf ve merhâmeti çok olduğundan, devrindeki İstanbul yangın ve zelzelesinde zarar görenlerin ızdırâbına samîmiyetle ortak olup, yanan, yıkılan yerlerin yeniden yapılması için çok yardım etti. Devlet adamları ile memurları kontrol ettirdi. Faaliyetleri ciddiyetle tâkib ettirip, zamânın ve memleketin durumuna göre icrâatlarda bulunurdu. İlim, sanat, edebiyât meclislerindeki sohbetlere katılır ve Sebkâti mahlâsıyla şiirler yazardı.

                    Yorum yap

                    • #25

                      Üçüncü Osman (1754 - 1757)



                      SULTÂN ÜÇÜNCÜ OSMAN HÂN

                      Padişahlık Sırası
                      25

                      Saltanatı
                      3 Yıl

                      İslâm Halifelik Sırası
                      90

                      Cülûsu
                      27 Ocak 1595

                      Babası
                      Sultan İkinci Mustafa

                      Annesi
                      Şehsuvâr Sultan

                      Doğumu
                      2 Ocak 1699

                      Vefâtı
                      30 Ekim 1757

                      Kabri
                      İstanbul Turhan Vâlide Sultan Türbesindedir

                      Osmanlı sultanlarının yirmi beşinci ve İslâm halifelerinin doksanıncısı. Sultan ikinci Mustafa Hanın oğlu olup, 2 ocak 1699'da Şehsüvar Sultandan doğdu. Şehzâdeliğinde mükemmel bir eğitim görerek büyüdü. Zamânını, din, edebiyât ve tıb kitaplarını okuyarak kendisini yetiştirmekle geçiren üçüncü Osman, 13 Aralık 1754 târihinde ağabeyi Birinci Mahmûd Hanın vefâtı üzerine sultan oldu.

                      Sultan üçüncü Osman, 2 ocak 1755'te Eyüp Câmiinde kılıç kuşandı. O devre kadar, yeni pâdişâh tahta çıktığı zaman mukâtaa, timar ve zeâmet sâhiplerinin beratları yenilerek bir cülûsiye vergisi alınırdı. Hazine dolu olduğu için, Sultan Osman bu vergiyi affetti. Ayrıca emeklilere de cülûs bahşişi dağıttı. Sultan üçüncü Osman'ın tahta çıktığı 1755 kışı çok şiddetli geçti. Haliç dondu ve deniz yol oldu. Osman Hanın saltanatı huzur ve sükûnla başladı. Belgrad Muâhedeleyiyle başlayan sulh dönemi devâm etti. Rus sınırındaki bâzı olaylar, Rusya ile bir ihtilâfa yol açacak gibi göründü ise de, iki tarafda da sulh bozulmadı. hudutlarda bâzı ayaklanmalar oldu. Mısır'da Memlûklar başkaldırdılarsa da olaylar kısa sürede bastırıldı. Üçüncü Osman Han bu olaylarda ihmâli görülen Veziriâzam Bahir Mustafa Paşayı azlederek yerine Birinci Mahmûd zamânında iki defâ sadrâzamlık yapmış olan Hekimoğlu Ali paşayı getirdi. (15 Şubat 1755) Fakat Hekimoğlu, kısa bir süre sonra sadâretten alınarak, yerine başdefterdâr Nâili Abdullah paşa getirildi. Nâili Abdullah paşa da üç ay gibi kısa bir süre sonra azledilerek yerine silâhtar Bıyıklı Ali paşa tâyin edildi. Bu sırada İstanbul târihinin en büyük yangını oldu. 28 Eylül 1755'te Hocapaşa semtinde çıkan yangın, dört kola ayrılarak büyük bir âfet hâline geldi. Yaklaşık otuz altı saat süren yangın sonunda Paşakapısı da yandığından, sadâret dâiresi bir müddet Kadırga Limanındaki Esmâ Sultan sarayına nakledildi.

                      Sadrâzam, silâhtar Ali paşanın rüşvet aldığını anlayan sultan üçüncü Osman, Ali paşayı 25 Ekim 1755'te görevden azlederek cezâlandırdı ve yerine yirmi sekiz Çelebizâde Said Mehmed Efendiyi getirdi. 6 temmuz 1756'da, Sultan üçüncü Osman devrinin ikinci büyük yangını oldu. Bu yangın İstanbul'un dörtte üçünü kül hâline getirdi. Cibâli taraflarında başlayan yangın, on üç kola ayrıldı. Unkapanı, Süleymâniye tarafları, Vefâ'dan itibâren Şehzâdebaşı, eski yeniçeri odaları, Langa tarafları, Zeyrek, Saraçhâne, Etmeydanı, Aksaray, Dâvutpaşa iskelesi, Fâtih, Sultanselim, Ali paşa çarşısı, Ayakapısı semtleri harâbe hâline geldi. Yangının ardından, İstanbul'un yeniden inşâsı için büyük bir imâr faaliyeti başladı.

                      Sultan üçüncü Osman, fakirlere, düşkünlere çok acıyıp, onlara karşı dâima cömert ve şefkâtli davranırdı. Tebdil-i kıyâfetle İstanbul'da dolaşıp, halkın dertleriyle bizzat alâkadar olurdu. Haksızlıkların önüne geçip, tâmiri mümkün olanları tâmir ederdi. Müslim ve gayri müslimlerin kıyâfet ve nizâmını ve davranışlarını dikkatle tâkip etti. Yalan ve rüşvetle amansız bir şekilde mücâdele etti. Kim olursa olsun rüşvetçiyle yalancıyı aslâ affetmedi. Kadınların dikkat çekici kıyâfetlerle sokağa çıkmalarını yasakladı. İmâr faaliyetlerine önem vererek Üsküdar'da ihsâniyye Câmii ve İhsâniyye Mescidini yaptırdı. Ağabeyi birinci Mahmûd Hanın başlattığı câmi inşâsını bitirerek Nûru Osmâniye adı ile ibâdete açtı. Câminin yanına medrese, kütüphâne, imâret, sebil ve çeşme de yaptırıp tâmirâtı ve masraflarının karşılanması için vakıflar tesis ettirdi. Midilli Adası Siğri Limanında, Malta korsanlarına karşı bir kale inşâ edilerek tahkim edildi. Bâbıâlinin inşâsı tamamlandı. Ahırkapı Feneri de Sultan Üçüncü Osman devrinde yapıldı

                      Yorum yap

                      • #26

                        Üçüncü Mustafa (1754 - 1774)

                        SULTÂN ÜÇÜNCÜ MUSTAFA HÂN

                        Padişahlık Sırası
                        26

                        Saltanatı
                        16 Yıl

                        İslâm Halifelik Sırası
                        91

                        Cülûsu
                        30 Ekim 1757

                        Babası
                        Sultan Üçüncü Ahhmed Hân

                        Annesi
                        Mihrimah Sultan

                        Doğumu
                        28 Ocak 1717

                        Vefâtı
                        21 Ocak 1774

                        Kabri
                        İstanbul Lâleli Camiî'ndedir

                        Yirmi altıncı Osmanlı sultanı. İslâm halifelerinin doksan birincisidir. 28 Şubat 1717'de İstanbul'da doğdu. Babası Üçüncü Ahmed Han, annesi Mihrişâh Sultandır. Şehzadeliğinde iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ilimleri, edebiyât, târih, coğrafya, askeri bilgileri devrin meşhur âlimlerinden tahsil etti. Üçüncü Mustafa Han, Üçüncü Mustafa Hanın vefâtıyla 30 Ekim 1757'de hükümdar oldu. Çalışkan ve azim sâhibiydi. Devlet işlerini iyi tâkip ederek, mâli ve askeri sahâlarda ıslâhatlar yapmak istedi. Saltanatının ilk yılları sulh ve sükûn içinde geçti. İlk sadrazamı Koca Râgıb paşayı tahta çıkışından vefâtına kadar vazifesinde tuttu. Avrupa devletleri arasında cereyân eden (1756-1763) ''Yedi Yıl Harbleri''nde müttefiklerden her biri Osmanlı Devletinin kendi safına katılmasını teklif etti. Prusya ve Fransa ittifaklarına katılmaları hâlinde, siyasi, askeri ve mâli vaadlerde bulundular. Teklifleri dikkatle tâkip eden Mustafa Han ve devlet adamları, ittifak sâhiplerinin menfaâkar ve plânlı hareketlerini yerinde teşhis edip, onları ustalıkla oyaladılar. Süratle ordunun, donanmanın techizine ve yenilenmesine, mâliyenin iyice düzeltilip, takviyesine başlanıldı. Hudutdaki Hotin, Bender ve Özü kaleleri ihtiyaten takviye kuvvetlerle tahkim edildi. İstanbul'da bulunan Baren de Tott, Tophâneyi tanzim etmekle vazifelendirildi. Baren de Tott, Tophâneyi ıslah ederek yeni toplar döktürdü. İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tahkim ve müdâfaası için boğaz içindeki kalelerin plânlarının tanzimiyle Hasköy'de yeni bir top dökümhânesi yapılması, orduda kullanılan kayık köprü sisteminin tâdili ve top arabalarının yeni tertip üzere düzenlenmesi gibi yenilikler yapıldı. Üçüncü Mustafa Han yapılan işleri bizzat kontrol eder ve görürdü.

                        Avrupa'da Yedi Yıl Harpleri bitip, iki ayrı ittifaktan olmalarına rağmen, Prusya ve Rusya'nın antlaşmasıyla, Lehistan paylaşıldı. Rus işgâl ve zulmüne karşı hürrüyet ve istiklâlin vazgeçilez savunucusu Osmanlı Devletinden yardım isteyen Leh milliyetçileri (Polonezk) Osmanlı hu^dûdundan geçerek Balta'ya sığındılar. Bunları, rus ordusunun tâkip etmesi ve tecâvüz etikleri topraklarda Lehlilerle berâber Osmanlı ahâlisini de kılıçtan geçirip, kasabayı yakıp yıkmaları 18 Eylül 1739'da Belgrad'da kabul edilen süresiz Osmanlı- Avusturya- Rusya Antlaşmasının bozulmasına sebep oldu. Osmanlı Devletinin hükümdarlık hakkını korumak, Rusya'nın Lehistan'a yerleşmesine engel olmak ve sahte beyânatlarla Lehistan işgâlini dünyâ kamuoyunun da geçiştirmeye çalışıp dostu Kont Stanislaw Doniatowski vâsıtasıyla Balta da zulüm yaptıran Rus Çariçesi İkinci Katerina'ya haddini bildirmek için toplanan divanda Rusya'ya sefer için karar verildi. 8 Ekim 1768'de Rusya'ya savaş açıldı. Rusya'da bulunan Osmanlı ticâret heyetinin iâdesi için İstanbul'daki Rus sefiri Obreskoff Yedikule'de hapsedildi. Osmanlı Devletine tâbi Kırım Hanı Kırım- Giray'ın orduları 1769 Şubatında Güney Rusya'ya girerek Rusları yendi ve yüz binden çok esir alarak, döndü. Târihte ahlaksızlığı ile meşhur olan Çariçe Katerina Kırım- Giray Hanı, Bağçesaray şehrinde saray hekimi olan bir Rum doktoru vâsıtası ile zehirleterek öldürttü. 27 Mart 1769'da serdâr-ı ekrem vazifesiyle Rus seferine çıkan Sadrazam Yağlıkçızâde Mehmed Emin paşa, 1 Mayıs 1769'da ilk Hotin Zaferini kazandı.

                        Lehistan'ı himâye için girişilen savaşta BirinciHotin Zaferinin ardından tekrar saldıran Ruslara karşı 12 Ağustos 1769'da Hotin'de ikinci bir zafer daha kazanıldı. Yağlıkçızâde'den sonra sadrazamlığa getirilen Moldovanlı Ali paşa, Rus seferine serdâr tâyin edildi. Ali paşa, Turla Nehrinden orduyu geçirirken köprünün yıkılmasıyla büyük bir fâcia meydana geldi. Ayrıca yeniçerilerin artan itâatsizliği ile muhârebelerden kaçması, ateşli sşlahların gereği gibi kullanılmamasından, rus orduları Kırım Hanlığı topraklarına ve Romanya'ya girdi. 21 Eylül 1769'da Hotin Rusların işgâline uğradı. İngiltere ve Fransa'nın askeri yardım ve siyasi desteğiyle, Baltık Denizinden gönderilen Rus Donanması Cebelitârık Boğazını geçerek Akdeniz'e girdi. Bununla, Çar Deli Petro (1682- 1725) tarafından sistemleştirilen sıcak denizlere inme projesi Batıdan da destek ve yardım görmüş oldu. Bir Osmanlı ülkesi olan Mora Yarımadasında ortodoksluğun hâmisi rolüyle slavlık propagandası yapan Rus donanmasındaki subaylar, Koron, Modon, Navarin, Patras, Anabolu, Tripoliçe, Kalamota ve Isparta'da âsi Rumlar ile işbirliğine girerek, buradaki Müslüman ahâliye müttefükleri Avrupa devletlerince de tepki gören vahşice katliamlar yaptırdılar. Bunun üzerine Mora Serdarlığına tâyin edilen Kaptan-ı Deryâ Mandalzâde Hüsâmeddin paşanın Mora çıkartmasıyla Rumlar geri çekilip, yetmiş bin kişilik Maynot- Rum ordusu, Tripoliçe'de 9 nisan 1770'de bozuldu. Hüsâmeddin paşaya ''Mora Fâtihi'' ünvânı verilip, bölgedeki âsiler temizlendi. Ruslar geri çekildi. Akdeniz'deki Rus donanmsı, Osmanlılar tarafından devamlı tâciz edildiyse de fırsatlardan istifâde eden Ruslar, İngiliz subaylarının da yardımı ile Çeşme limanındaki Osmanlı donanmasını yaktılar.

                        Osmanlı donanması yanarak imhâ olunca İngiliz amirali ve Rus donanma komutanı, Boğazları tehdit etmek istediler. Fakat tahkim ve müdâfaadan ürkûp, cesâret edemediler. Çeşme fâciasından sonra, tuna boyundaki Kartal ovasında bulunan Osmanlı ordusu Yeniçerilerin itaatsizliği yüzünden 1 Ağustos 1770'de bozguna uğradı. 1771 yazında Kırım'ın işgâlinden başka General Tatloben idâresindeki Rus ordusu Ahıska bölgesinde bozguna uğrayıp, geri çekildi. 2 Ağustos 1771'de Özü (Kırım) 12 Eylül 1771'de Yerköyü (Romanya), 29 Haziran 1773'te Varna (Bulgaristan), zaferleri kazanıldı. Sultan Üçüncü Mustafa Han, bei yıldan beri devâm eden Rus seferini neticelendirmek için hazırlanırken, 21 Ocak 1774'te vefât etti. 1768- 1774 Osmanlı- rus Harbi, Birinci Abdülhamid Han devrinde, zafer kazanılmasına bakılmaksızın, 21 Temmuz 1774'te imzâlanan Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla aleyhte neticelendi. Üçüncü Mustafa Han devrinde, Osmanlı ülkesi içeride sulh ve sükûn içindeydi. 22 Mayıs 1766 İstanbul zelzelesinden başka tabii afet olmadı. Osmanlı Rus Harbi esnâsında, Mısır'da Kölemenli Cin Ali Beyin Suriye, Filistin ve Arabistan'daki isyânı, 1 Mayıs 1773'te Sâlihiyyr'de mağlubiyetiyle bastırıldı. Balkanlarda Rus yayılma siyâsetinde ortodoksluğun hâmisi rolüyle Mora'da Slavlık prapagandası yapılıp, ,syân çıkarıldı. Kısa zamanda bastırılıp, Osmanlı ordusunun 9 nisan 1770 zaferiyle neticelendirilerek, bölgede sulh ve sükûn sağlandı. Dış politikada, devletlerin büyük menfaatları karşılığı teklif ettikleri siyâsi ve askeri ittifaklar kabul edilmedi. Osmanlı-Rus Harbinde de görüldüğü gibi ittifak tekliflerinin samimiyetsizce ve menfaâtkar olduğu meydana çıktı. Lehistan (Polonya) milliyetçilerinin ''Türk atları Vistül'de'' sulanmadıkça Polonyalılara hürriyet yok sözü Osmanlılardan yardım istemelerinden kalmıştır.

                        Bütün Osmanlı sultanları gibi yüksek din ve fen ilimlerinde devrin en iyi hocalarından ders görerek yetiştirilen Üçüncü Mustafa Han, dindâr, âdil, çalışkan, âzimli hamiyetli, metin, hassas ve ilme, âlimlere hürmetkârdı. Devrin âlimleri seviyesinde ilmi vardı. Güzel konuşur ve yazardı. ''Cihângir'' mahlasıyla yazdığı şiirleri vardır. Çok kitap okurdu. Dış ülkelerden yazılmış kitapları da getirdir, incelerdi. Doğu ve Batı kültürüne vâkıftı. Yapılan icrâatları bizzât yerinde kontrol ederdi. Askeri ve donanmayı teftiş etmeyi, tebdil gezmek, ata binmek, avlanmak ve gezi yapmayı severdi. Askeri, idâri ve mâli birçok ıslahatlarda bulundu. Çok hayırseverdi. Âlimlere ve ahâliye cömertçe ihsânlarda bulunurdu. Süveyş'te kanal açmak, Sakarya Nehrini, Sapanca Gölü üzerinden İzmit Körfezine bağlamak gibi düşünceleri vardı.

                        Birçok hayır müessesesi, askeri ve sivil eser yaptırdı. Lâleli Câmii ve yanındaki türbesi, Çakmakçılar'da kendi adıyla bir câmi, Kadıköy'de İskele câmi Paşabahçe'de İncirliköy Câmii, Üsküdar'da Ayazma Câmii ve zelzelelerde hasara uğraması üzerine yenilediği Fâtih Câmii, yaptırdığı eserlerden bâzılarıdır. 1773'te Deniz Harp Okulunun temelini teşkil eden Mühendishâne'i Bahr-i Hümâyun ve teknik üniversite mâhiyetindeki Mühendishâne-i Berr-i Hümâyun açıldı. Zamânında Tüfeklere süngü takıldı. Islahatçı bir hükümdâr olan Üçüncü Mustafa Hanın icraatlarını oğlu Üçüncü Selim Han (1789- 1807) devâm ettirdi.

                        Yorum yap

                        • #27

                          Birinci Abdülhamid (1774 - 1789)

                          SULTÂN BİRİNCİ ABDULHAMÎD HÂN

                          Padişahlık Sırası
                          27

                          Saltanatı
                          15 Yıl

                          İslâm Halifelik Sırası
                          92

                          Cülûsu
                          21 Ocak 1774

                          Babası
                          Sultan III. Ahmed Hân

                          Annesi
                          Rabia Şermi Sultan

                          Doğumu
                          20 Mart 1725

                          Vefâtı
                          7 Nisan 1789

                          Kabri
                          İstanbul Sirkeci Birinci Abdulhamid Hân Türbesindedir

                          Osmanlı padişahlarının yirmi yedincisi ve İslâm halifelerinin doksan ikincisi. Sultan Üçüncü Ahmed'in oğludur. Annesi Râbia Hâtun'dur. 20 Mart 1725 günü Topkapı Sarayında (saray-ı Cedid) doğmuş ve Ocak 1774 târihinde ağabeyi Sultan Üçüncü Mustafa'dan sonra padişah olmuştur.

                          Birinci Abdülhamid Han, tahta çıktığı zaman devlet buhran içerisindeydi. Tahta çıkışından evvel başlamış olan Rus Harbi devam ediyor ve birçok eyalette de isyanlar başgöstermiş bulunuyordu. Mali sıkıntı da mevcuttu. Birinci Abdülhamid Han bu güçlükleri başarıyla yenecek kudrette bir padişahtı. Saltanatı müddetce bu zorluklarla mücadele etti. İyi niyetli, dindar, gayretli bir insandı. Rus Harbine devam kararı verdi. Çünkü düşmana karşı hiç olmazsa bir muharebe kazanarak sulh yapmak istiyordu. Fakat Osmanlı ordusu Kozluca'da yenilmiş ve Serdar Muhsinzâde Mehmed Paşanın yanında ancak 12000 kişi kalmış diğerleri dağılmıştı. Bu vaziyette Rusya'nın sulh şartlarını kabul etmekten başka çare yoktu. Türk temsilcileri Ahmed Resmi ve İbrâhim Münib efendilerle Rus temsilcisi Prens Repnin arasında 21 Temmuz 1774'de küçük Kaynarca Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmaya göre Kırım, Kuban ve Bucak yanlız dini bakımdan halifeye bağlı olmak üzere müstakil oluyor; Yenikale, Kerç, Azak, Kılburun kaleleri Rusya'ya geçiyordu. Eflâk, Boğdan ve Cezâyir-i Bahr-i Sefid sahili gibi savaşta Ruslar tarafından işgâle uğramşı yerler ise Osmanlı Devletine geri veriliyordu. Kaynarca Antlaşmasının ağırlığını artıran en önemli maddesi, Rusların Türk topraklarındaki Ortodokslar üzerinde bir çeşit himaye hakkı iddiasında bulunabilecek tarzda hazırlanmış olanıdır. Antlaşmadan hemen sonra Avusturya, Osmanlı Devletinin zâfiyetinden faydalanarak Boğdan Beyliğine bağlı Bukaniva'yı işgâl etti. (1775) Saltanatın başında böyle kahredici bir durumu kabul ile barışı sağlayabilen Birinci Abdülhamid, savaş zamanında devletin çeşitli bölgelerinde çıkmış isyanları bastırmak ve askeri sahada ıslahatta bulunmak durumundaydı. İsyanları bastırmak üzere Kaptan-ı Deryâ Cezâyirli Hasan Paşa ve ıslahat yapmak için de sadrazam Halil Hamid Paşa görevlendirildiler.

                          Kapıkulu'nun bâzı ocaklarının ıslahı için Fransa'dan mühendisler getirtilmiş, Mühendishâne-i Berri-i Hümâyûn (Devlet Kara Mühendishânesi) kurulmuş, yüzüstü bırakılan metruk haldeki İbrâhim Müteferrika matbaası tekrar açılmıştır. Birinci Abdülhamid devrinde yapılan hayırlı işlerden birisi de, yerli malı kullanılmasının mecburi hâle getirilmesidir. Diğer taraftan Anadolu'da çeşitli karışıklıklar çıkmıştı. Her vilâyette bir âsi hüküm sürüyordu. Hele kapısız levent denilen binlerce âsi Anadolu'yu yakıp yıkıyordu. Şam ve Mısır'da isyanlar başgöstermiş, İranlılar osmanlı topraklarına saldırarak pekçok yeri kendi topraklarına katmışlardı. hicaz'da ayaklanmalar birbirini takip etmişti. Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla, Osmanlılarla Ruslar arasında tam bir sulh temin edilememiş, yanlız bir çeşit müterâke hâsıl olmuştu. Bu antlaşma her iki tarafı da tatmin etmemişti. Osmanlılar olsun, Ruslar olsun Kırım üzerinde daha çok hakka sahib olmak istiyorlardı. Nitekim Kırım'da bağımsızlık ilan edildiğinde devlet Giray Han, Bâbıâli ile eski bağlılığın korunmasına tarafdardı. Bunun üzerine Ruslar, asker sevkedip kendi adamlarından Şâhin Giray'ı, han seçtirmişlerdi. Böylece Kırım Hanının tâyininde çıkan anlaşmazlık, iki devleti yeni bir savaşa götürürken, Fransızların yardımıyla Haliç Aynalıkavak Kasrında 10 Mart 1779'da bir antlaşma imzâlanmıştır. Küçük Kaynarca Antlaşmasının bazı maddeleriyle ilgili olan bu antlaşma Aynalıkavak Tenkihnâmesi adıyla anılır. Tenkihnâmeye göre, Kırım bağımsız kalacak ve Ruslar buradan askerlerini çekecek; buna karşılık, Osmanlılar da Şâhin Giray'ın hanlığını kabul edeceklerdi. Kafkaslardan güneye kadar Rus hâkimiyetinin artmasını Osmanlı Devleti için büyük tehlike olarak gören Birinci Abdülhamid Han ve Devlet adamları, Kafkasya'nın bazı bölgelerini Türk nüfûsu altına almayı tasarladılar. Bu sebeple Soğucak ve Anapa kalelerinin tahkim ettiler. Buradaki Çerkez kabilelerini itâat altına almaya çalıştılar.

                          Şuursuz olarak Rus tarafdarlığı yapan Şâhin Giray aleyhinde Kırım'da isyân çıkınca, Ruslar buraya hemen asker gönderdiler. Binlerce Müslümanı şehit ettikten sonra yine Kırım'ı Şâhin Giray'a bırakarak geri çekildiler. Daha sonra yeni bir bahâneyle tekrar Kırım'a girerek memleketi Rusya'ya bağladılar. (1784) Bunun üzerine, tekrar bir Osmanlı-Rus savaşı tehlikesi doğdu. Osmanlı ordusu harbe hazır değildi. Bu sebepten Sultan Abdülhamid Han antlaşmayı bozmak istemedi. Rusya ile birkaç yıl gerginlikten sonra Koca Yûsuf Paşa sadrazam oldu. Aslında 1781'de Rusya, Avusturya ile beraber bir tasarı hazırlamış ve bu tasarıya göre de Osmanlı Devletini taksime karar vermişlerdi. Yeni Sadrazam, Rusya ile mutlaka savaşmak istiyordu. İkinci Katerina'nın gösteri yaparak Kırım'ı ziyâret etmesine ve Avusturya imparatoru ile görüşme yapmasına Bâbıâli artık tahammül edemiyordu. Rus elçisi Sad'arete çağrılarak Kırım'ın iâdesi istendi. Elçinin uygun cevap vermemesi üzerine Rusya'ya savaş ilan edildi. Rusların idâresi altındaki Kılburun Kalesine hücum ile 1786-1792 Osmanlı-Rus savaşı başlamış oldu. Avusturyalılar da savaş açmadan Belgrad ve Sırbistan'a taarruz ettilerse de bir sonuç alamadılar. bu vaziyet karşısında yalnız Ruslarla başa çıkamazken, iki düşmanla birden karşılaşılıyordu. Serdar-ı Ekrem Sadrazam Koca Yûsuf Paşa, önce Avusturya derdini halletmek istedi. Avusturya imparatoru İkinci Josef'in saldırılarını önledikten sonra sınır aşılarak düşman kendi topraklarında ağır yenilgiye uğratıldı. İkinci Josef güç belâ kaçabildi. Fakat Rus cephesindeki savaş aleyhte gelişiyordu. Kısmi başarılar Özi Kalesini kurtarmaya yetmedi. Özi Kalesi Ruslar tarafından alınınca târihin en büyük mezâlimine uğradı. Mâsum ve günahsız çocuklar, genç ve ihtiyar kadınlar dâhil 30 bin civârında insan vahşice öldürüldü.

                          Sadrazam, Özi Kalesinin düştüğünü bildiren ve yapılan mezâlimleri dile getiren telhisi okurken, padişah, kederinden felç olup çok geçmeden vefât etti. (28 Mart 1789) Birinci Abdülhamid Han, devlet işleriyle yakından ilgilenir, her konuda düşüncelerini dikte ederek vezirlere bildirirdi. Saltanatı boyunca hep liyâkatlı sadrazam, ehil adam aramış ve onlara yetki verip ıslahatların yapılmasına uğraşmıştır. Halil Hamid Paşa, sadrazamlarının en değerlisidir. Abdülhamid Han, halka karşı merhametli ve çok dindar bir padişahtı. Halk arasında kerameti dahi yaygındı. Oğullarından ikisi, Dördüncü Mustafa ve İkinci Mahmud, padişah olmuşlardır. Birinci Abdülhamid Han, Eminönü Bahçekapı'daki imâretin karşısındaki türbede yatmaktadır. Bu türbede, Yeni Cami tarafındaki duvardaki dolapta Resul aleyhisselâmın mübârek ayaklarının izleri bulunan taş vardır. Sultan Birinci Abdülhamid Hanın, Beylerbeyi'nde bir cami ve mektep, Bahçekapı'da bir sebil, bir imâret, bir kütüphâne ve bir türbe (şimdi bunlarınyerinde Dördüncü Vakıf Han vardır) Emirgân'da bir cami ile çeşme ve Medine'de yaptırdığı bir medrese başlıca eserleridir.

                          Yorum yap

                          • #28

                            Üçüncü Selim (1789 - 1807)

                            SULTÂN ÜÇÜNCÜ SELİM HÂN

                            Padişahlık Sırası
                            28

                            Saltanatı
                            18 Yıl

                            İslâm Halifelik Sırası
                            93

                            Cülûsu
                            7 Nisan 1789

                            Babası
                            Sultan Üçüncü Mustafa Hân

                            Annesi
                            Mihrişah Sultan

                            Doğumu
                            24 Aralık 1761

                            Vefâtı
                            28 Temmuz 1808

                            Kabri
                            İstanbul Lâleli Camiîndedir

                            Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi, İslâm halifelerinin doksan üçüncüsü. Sultan Üçüncü Mustafa Hanın oğlu olup, annesi Mihrişah Sultandır. İstanbul’da 24 Aralık 1761 târihinde, Topkapı Sarayında doğdu. Şehzâde Selim’in doğumunda yedi gün, yedi gece “Şehrâyîn”, üç gece de Deniz Donanmasında tertiplenen merâsimlerle büyük şenlikler yapıldı. Şehzâdeliğinde sarayda mükemmel bir eğitim, öğretim gösterilip, terbiye edilerek yetiştirildi. Yüksek din ve fen ilimleri, Arapça ve Farsça öğrendi.

                            Veliahd Selim, devam etmekte olan Osmanlı-Avusturya-Rus Harbinde cephelerden gelen acı haberlere dayanamayan amcası, Birinci Abdülhamid Hanın vefâtıyla 7 Nisan 1789 târihinde Osmanlı Sultanı oldu. İçte ve dışdaki meseleleri hâl etmek için yüksek devlet memurlarının katıldığı, 16 Mayıs 1789 târihinde büyük bir dîvân toplantısı yaptı.

                            Dîvânda devlet meselelerinin halli için herkesin fikirlerini söylemesini istedi. Dîvândan sonra idârî, mâlî, siyâsî ve askerî meselelerin halli için tâlimat verdi. Avusturya ve Rusya ile harplerin devâmına karar verildi. Mâliyenin düzelmesi için, sarayda bulunan altın ve gümüş eşyânın büyük bir kısmı paraya çevrilmek üzere, darphâneye gönderildi. Merkez ve eyâletlerdeki halk da Sultan Selim Hana yardımcı olmak ve saraya uymak için, altın ve gümüşlerini devlete teslim etti. Saray ve halkın yardımlarıyla cepheler takviye edildi. Fransa ve İspanya sefirleri sulh; Prusya, Kırım’ın kurtarılması için antlaşma; İsveç ise Rusya’ya karşı yardım talebiyle harp teklif ettiler.

                            Sultan Selim Han, cephelerdeki harbin devâmını istedi. İsveç ile Rusya’ya karşı 11 Temmuz 1789 târihinde Beykoz İttifak Antlaşması imzâlandı. 1788 yılından beri devam eden Osmanlı-Avusturya harplerinde, Serasker Kemankeş Mustafa Paşa, takviye kuvvetlerle Yaş’tan Rus ordusuna karşı sefere giderken, Foksan’da Avusturya ordusunun âni taarruzuna uğradı. Arnavutların ihânetiyle Osmanlıordusu, 1 Ağustos 1789 târihinde Foksan’da bozuldu. Avusturyalılar, Belgrat’a kadar ilerleyip, 8 Ekimde şehir düştü. 31 Ocak 1790’da Prusya ile Avusturya ve Rusya’ya karşı ittifak anlaşması imzâlandı. Prusya’nın arabuluculuğuyla Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaştırıldı. Fransız İhtilâlinin Avrupa’da sebep olduğu hâdiseler üzerine, İngiltere ve Prusya’nın müdâhalesiyle Rusya da antlaşmaya taraftar hâle getirildi. Avusturya ile 4 Ağustos 1791 târihinde Ziştovi Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldığı yerleri Osmanlı Devletine geri verecekti. Rusya ile 1787’den beri Kafkasya ve Balkanlar’da devam eden harp, 9 Aralık 1792 târihli Yaş Antlaşmasıyla neticelendi. Osmanlı Devleti, Rusya ile Avrupa’da Dinyester Turla Nehri, Kafkasya’da Kuban Nehri hudut kesildi. Osmanlı Devleti, Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla, en az kayıpla harbe son verip, büyük mâlî külfetlerden kurtulmuştur. Avusturya-Rus harplerinin antlaşmalarla halli sonrasında; Avrupa devletlerinin 1789 Fransız İhtilâli’nin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hâdiselerle uğraşması, Osmanlı Devletini geçici bir sulh devrine soktu.

                            Sultan Selim Han, devletin dışta sulh devrine girmesiyle; veliahtlığından beri düşündüğü ıslâhatların icraatına geçti. Osmanlı Devleti için lüzumlu askerî, idârî, iktisâdî, ticârî ve sosyal ıslâhatları Nizâm-ı Cedid adıyla tatbikat safhasına koydu. Son sefer ve harplerdeki mağlûbiyet ve kesin netîce alınamaması, askeriyenin ıslâhını daha fazla gerektiriyordu. Sultan Selim Han, devlet adamlarından aldığı lâyihalarla 24 Şubat 1793 târihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizâm-ı Cedid adıyla kurdu.

                            Nizâm-ı Cedid ordusunun masraflarının karşılanabilmesi içinİrâd-ı Cedîd Defterdarlığı kurulup, eski sadâret kethüdâlarından Mustafa Reşîd Efendi de bu işle vazifelendirildi. Levend çiftliğinde kışla kurulup, yeni ordu hemen tâlime başlatıldı. Nizam-ı Cedîd ordusuna getirilen yenilik ve tâlimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi. Ancak Yeniçeriler, yenilik ve tâlimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eğitimi terk ettiler. Ordunun teknik sınıfları takviye edilerek; humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kânunlar yapıldı. 1794’te Teknik Üniversite mâhiyetinde Sütlüce’de Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu. Okulun öğretim üyesi, kitap, ders âlet ve edevatları yurtiçi ve dışından bütünüyle karşılandı. Nizâm-ı Cedîd ordusu yetiştirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konya’da teşkilât kurulup, askerin mevcudu artırılmaya çalışıldı.

                            Mülkî ıslâhat da yapılıp, Anadolu ve Rumeli toprakları, yirmi sekiz eyâlete ayrıldı. Âyanların eskiden olduğu gibi halk tarafından seçilmesi kânun hâline getirildi. Resmî dâirelere tâlimat gönderilerek, yazışmalara, kullanılan dile, tâbirlere dikkat edilmesi ve halkın işlerinin sür’atle tâkip ve yerine getirilmesi istendi. İlmiye ricâli(ileri gelen devlet adamları) için yeni nizâmnâme yayınlandı. İlmî eserler yazılıp, pekçok kitap tercüme edilerek, yayınlandı. Ticârî ve iktisâdî sahada yenilik yapılıp, Zahire Nazırlığı kuruldu. Tecdid-i Kânun-i Tımar ve Zeamet kânunuyla, harbe katılmayan tımar ve zeâmet sâhiplerinden topraklarının geri alınması esâsı getirildi.

                            Gayri müslim esnaf ve tüccardan bâzıları vergi ve yurt dışına para kaçırmak ve Osmanlı ülkesinde oturduğu halde, yabancı devlet tebaasına giriyorlardı. Bu durum ve paranın dışarıya çıkarılmasına karşı tedbir alındı. Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak, 1793’te ilk tâyinler yapıldı. Avusturya, Fransa, İngiltere ve Prusya merkezlerine gönderilen elçiler; bulundukları memleketlerin yalnız siyâseti ve diğer devletlerle olan münâsebetleri hakkında bilgiler toplamakla kalmadılar. Aynı zamanda, oraların kültürleri, her türlü ilerleme ve gelişmeleri hakkında bilgiler toplayıp, rapor hâlinde İstanbul’a gönderdiler.

                            Avrupalılar ve Rusya’nın kışkırtmasıyla Balkan kavimleri, İngilizlerin teşvikleriyle Arabistan’da Vehhâbi Bedevîler, Ortadoğu’da Dürzî veMarunîler, Kölemen Beğleri,Rumeli’de kânun kaçaklarından meydana gelen eşkiyânın koruyucusu Kırcalılar da denilen Dağlı Eşkiyası, devlete âsi olup, isyan çıkardılar. Bu meselelerin halli için teşebbüs edildiyse de, Fransa’nın Balkanlar, Akdeniz, Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye’deki faaliyetleri ardından Napolyon Bonapart’ın 1798’de âni harekâtla Mısır’a asker çıkarması sebebiyle bütünüyle tam bir hal çâresi bulunamadı.

                            Sultan Selim Hanın hükümdarlığının üçüncü ayında çıkan Fransız İhtilali’yle, Avrupa devletleri Fransa’ya cephe olmasına rağmen, Osmanlı Devleti meseleye karışmadığı gibi münâsebetlerini de dostâne devam ettirdi. Nizam-ı Cedid için, Fransa’dan teknik ve yetişmiş eleman getirildi. Fransa’nın müstakbel imparatoru General Napolyon Bonapart, memleketinde görevden alınınca, sultan SelimHanın dâveti üzerine, Nizâm-ıCedid Ordusunda vazife kabul etmişti. Osmanlı Devleti; ihtilâlle değişen yeni Fransız idâresini tanıyan ilk devletlerdendi. Fakat, Fransa’nın 1795 BaselAntlaşmasıyla Venediklilerden Dalmaçya kıyılarını almasıyla Balkanlarda başlattığı istiklâl (bağımsızlık) fikri propagandası, tâkip edilen siyâsetin değişmesine sebep oldu. Adâlet-Eşitlik-Hürriyet fikriyle yapılan Fransız İhtilâli, çıkış gâyesinden uzaklaşarak, Fransa’nın yayılma siyâsetine döndü. Hırvat, Rum veSırplar arasında ihtilâl fikirlerini yaydılar; Yahûdîleri Filistin’de istiklale dâvet ettiler. Fransa, bununla da kalmayarak, sömürgecilik zihniyetiyle; İngiltere’yi Akdeniz’den çıkarıp, Uzakdoğu’daki İngiliz sömürgelerini ele geçirmek için Hind’e giden yolların en kısası olan Mısır’a sâhip olmak idealiyle, Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü bozmaya çalıştı. Napolyon Bonapart, beş yüze yakın gemiye aldığı Fransız ordusuyla Akdeniz’e açılıp, Malta’yı işgâl ettikten sonra, 2 Temmuz 1798 târihinde İskenderiye’den Mısır’a çıkarma yaptı. Fransa’nın beklenmedik harp îlânı ve Mısır’a çıkarma yapması, İngiltere’nin menfaatlerine ters düştüğünden, Akdeniz’deki İngilizAmirali Nelson harekete geçti. Amiral Nelson, 1 Ağustos 1798 târihinde Fransız Donanmasını Ebûkîr’de mağlup etti. Fransız donanmasının Ebûkîr’de imhâsıyla, Napolyon’un ve Mısır’daki Fransız ordusunun anavatanla irtibatı kesildi. Rusya, ihtilâlin tesirinden çarlığı korumak için Fransa’ya karşı Osmanlı Devletiyle ittifak kurdu. Karadeniz’den kdeniz’e geçirilen Rus filosu, Osmanlı donanmasıyla birlikte hareket etti. Arnavut sâhillerinin muhâfazası ve Venediklilerden Fransa’ya geçen yerlerin alınmasıyla vazifelendirilen Tepedelenli Ali Paşa, Preveze’de Fransızları mağlup etti. Osmanlı-Rus donanması Zenta ve Kefalonya adaları sâhilindeki Fransız gemilerini mağlup edip, bir kısmını da zaptetti. Bu muvaffakiyetler üzerine, İngiltere ve Rusya ile antlaşma imzâlanarak, ittifaklar resmîlik kazandı.

                            Fransız donanması imhâ edildiğinden Napolyon Bonapart ve ordusunun deniz yolu, Akdeniz’de Osmanlı-İngiliz-Rus donanmasınca kapatıldığından, Osmanlı ülkesinde mahsur kalmıştı. Sultan Selim Han, Fransa’ya karşı ordu sevk etmek için tâyinlerde bulundu. Sayda Vâlisi Cezzâr Ahmed Paşa, Mısır Seraskerliğine tâyin edildi. Tırhala Mutasarrıfı Köse Mustafa Paşa da deniz yoluyla Mısır’a gönderildi. Napolyon Bonapart, Mısır’dan çıkış yolu bulmak ve Suriye’ye hâkim olmak için, Akka’yı kuşattı. Akka Kalesi,Mısır Seraskeri Cezzar Ahmed Paşa kumandasındaki Nizâm-ı Cedid askerince, Fransızlara karşı kahramanca müdâfaa edildi. Napolyon Bonapart’ın inatla taarruzu, Fransızların çeşitli hîle ve vaatleri Akka’da neticesiz kaldı. Cezzar Ahmed Paşa ve Nizam-ı Cedid askerlerinin destânî müdâfaası karşısında kuşatmanın altmış dördüncü günü, Napolyon Bonapart; “Akka olmasaydı, Doğu İmparatoru olurdum.” diyerek, büyük hayallerle kendisine bağlanan Fransız ordusunu vebâ salgını, sefâlet ve mağlubiyetle önce Kahireye çekip, sonra da yüzüstü bırakarak, 1799 yazında gizlice Fransa’ya kaçtı. Mısır’da kalan Fransızlar, Osmanlılara mukâvemet ettilerse de, üst üste mağlubiyete uğradılar. 27 Haziran 1801 târihinde imzâlanan tahliye mukâvelesiyle Fransızlar Mısır’ı boşalttı. 25 Haziran 1802 târihli Osmanlı-Fransız anlaşması, Fransa ile harp hâline son verdi. Mısır Vâliliğine, 1805’te Kavalalı MehmedAli Paşa tâyin edildi. Napolyon Bonapart’ın İstanbul şehri ve Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını almak istemesi üzerine 24 Eylül 1805’te Osmanlı-Rus ittifâkı yenilendi.Napolyon Bonapart tehlikesine karşı İngiltere ve diğer Avrupa devletleri Osmanlılara yardım talebinde bulundular. Fakat, Rusya ile ittifak ve İngiltere ile dostluk uzun sürmedi.

                            Arabistan Yarımadasındaki Vehhâbiler, Avrupalılardan gördükleri yardımlarla, çeşitli batı dillerinde birçok yayınlarda da bulunup, 18 Şubat 1803’te Tâif’i muhâsara ettiler. Sultan Selim Han, Arabistan’daki hâdiselere esaslı tedbirler almayı plânladıysa da; İngiltere ve Rusya Balkanlar meselesinden Bâbıâli’ye baskı yapmak istemeleri, muvaffak olamayınca, Rusya’nın harp îlân dahi etmeden Osmanlı hududunu ihlâli sebebiyle gerçekleştiremedi. Sâdece, Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, sultandan aldığı emirle Vehhâbi isyanını bastırıp, Arabistan ve Mısır’da kısmen huzur ve asayişi temin etti.

                            Sultan Üçüncü Selim Han zamânında İngiltere’nin Ortadoğu’da; Rusya veAvusturya’nın Balkanlarda Osmanlı Devletinin iç işlerine karışıp, müdâhaleci bir siyâset tâkip etmeleri, bu devletlerle harp hâlinde bulunan Fransa’ya yakınlaşmaya sebep oldu. Osmanlı Devletine tâbi Eflâk Beyi Konstantin İpsilanti ile Boğdan beyi Aleksandr Moruzzi, Rus yanlısı olduklarından azledilince, İngiltere ve Rusya’nın müdâhalesiyle karşılaşıldı. Rusya, harp îlân etmeden, General Michelson komutasındaki altmış bin mevcutlu Rus Ordusuyla, Eflâk veBoğdan’ı işgâle başladı. Vezir-i âzam İbrâhim Hilmi Paşa, sefer için Serdar-ı ekrem tâyin edildi.

                            Rusya’nın Balkanlara girmesiyle, İngiltere’de on altı gemiden meydana gelen bir İngiliz filosunuİstanbul önlerine gönderdi. İstanbul önlerine kadar gelen İngiliz donanması, Fransa ile münâsebetlerin kesilmesini, Osmanlı-İngiliz ittifakının yenilenmesini teklif ettiler. Kabul edilmeyince, teklifi daha da ağırlaştırdılar. Eflâk veBoğdan’ın Rusya’ya, Çanakkale Boğazının da İngiltere’ye teslimini teklif ettiler. İngiltere’nin teklifleri kabullenmenin ötesinde akıl ve hayâle sığmayacak derecede olduğundan, İngilizler müzâkerelerle oyalanılarak, boğaz sâhillerinin iki yakası askerlerin ve ahâlinin gayretleriyle kısa zamanda tahkim edildi. Boğaz sâhillerine birkaç gün içinde bin iki yüzden fazla top yerleştirildi. İngiliz donanması, Osmanlı Devletinin ve ahâlinin kuvvetli tepkisini görünce, çekildi. Bunun üzerine İngiltere hükümeti, Akdeniz’deki İngiliz donanmasını Mısır’ın zaptıyla vazifelendirdi.

                            İngilizler, Osmanlıya âsi Kölemenlerle anlaşıp, 20 Mart 1807 târihinde İskenderiye’ye çıkarma yaparak teslim aldılar. Balkanlarda; İbrâhim Hilmi Paşa, RusCephesine sefere çıkınca, İstanbul’da türeyen âsiler harekete geçti. Sultan Selim Hanın, Osmanlı Devleti lehine icraatlarına karşı, iç ve dış düşmanların aleyhine propagandasıyla muhâlefet başladı.

                            1806 Edirne Vak’asına sebep olan Nizâm-ı Cedid aleyhtarlığıyla başlayan muhâlefet, âsilerden Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde büyük hâdiselere sebep oldu. Yeniçeri zorbaları, 25 Mayıs 1807 Kabakçı Vak’asından sonra; asıl niyetlerini ortaya koyarak, 29 Mayısta Sultan Üçüncü SelimHanı hâl edip, tahttan indirdiler. Âsiler, Sultan SelimHanın amcasının oğlu Veliaht Mustafa’yı Osmanlı tahtına geçirdiler. Sultan Selim Han, on dört ay Topkapı Sarayında nezâret altında yaşadı. Kendisine sâdık devlet adamları ve âsilerin hükümetteki icraatlarını beğenmeyen taraftarları, tekrar tahta geçirmek için faaliyet gösterdiler. Sultan SelimHan taraftarları, Rusçuk’taki Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanıp, harekete geçtiler. Alemdar Mustafa Paşa, Sultan SelimHanı tekrar tahta geçirmek için Rumeli’deki maiyetiyle İstanbul’a geldi. 28 temmuz 1807’de Bâbıâli ve Topkapı Sarayını basıp, Sultan Selim Hanı tahta geçirmek istediyse de muvaffak olamadı. Sultan Selim Han, 28 Temmuz 1808 târihinde Harem Dairesinde şehit edildi. 29 Temmuzda kalabalık bir cenâze merâsimiyle, Lâleli Câmii yanında babası Üçüncü Mustafa Hanın türbesine defnedildi.

                            Sultan SelimHan, yaratılışında halim, selîm ve çok zekîydi. Hayırsever olup, pekçok hayır müessesesi ve eserler yaptırdı. Üsküdar’da Selimiye Câmiini ve ÇiçekçiCâmiini yaptı. Eyüp Câmiini büyüterek yeniden yaptırdı. Karaca Ahmed’de Miskinler Tekkesi denilen Dedeler Mescidini yaptırıp, Küçükmustafapaşa’da Gül Câmiini kiliseden çevirdi. Üsküdar’da hâlâ kullanılan meşhur Selimiye Kışlasını, Heybeliada’da Deniz Harp Okulu olan Bahriye Mektebini, Halıcıoğlu’ndaTeknik Üniversite mâhiyetindeki Mühendis ve Topçu mekteplerini yaptırıp yeni bölükler kurdu. Saltanatı müddetince içte ve dışta büyük düşmanlarla mücâdele etmesine rağmen, ülke îmâr edilip, fazla toprak kaybı olmadı. Tam ıslâhata başlayacağı zaman şehit edilmesi, düşündüğü büyük hizmetlerin yerine getirilmesine mâni oldu.

                            Yorum yap

                            • #29

                              Dördüncü Mustafa (1807 - 1808)

                              SULTÂN DÖRDÜNCÜ MUSTAFA HÂN

                              Padişahlık Sırası
                              29

                              Saltanatı
                              1 Yıl

                              İslâm Halifelik Sırası
                              94

                              Cülûsu
                              29 Mayıs 1807

                              Babası
                              Sultan Birinci Abdülhamid Hân

                              Annesi
                              Âîşe Sine Perver Sultan

                              Doğumu
                              8 Eylül 1779

                              Vefâtı
                              16 Kasım 1808

                              Kabri
                              İstanbul Sirkeci Birinci Abdulhamid Han Türbesindedir

                              Yirmi dokuzuncu Osmanlı sultanı. İslâm halifelerinin doksan dördüncüsüdür. Babası birinci abdülhamid Han, annesi Âişe Sineperver Vâlide sultandır. İstanbul'da 8 Eylül 1779'da doğdu. Şehzâdeliğinde yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi. Amcası Sultan Selim Hanın ıslahat fikirlerine karşı çıkan bâzı devlet adamları yeniçerileri tahrik ettiler. Neticede Kabakçı Mustafa'nın sevk ve idâresinde ayaklanan yamaklar Selim Hanı tahttan indirerek Şehzâde Mustafa'yı sultan ilân ettiler. Devlet idâresini ele geçiren âsiler, Nizâm-ı cedid kuvvetlerini dağıttılar. İsyânın teşvikçisi Köse Mûsâ paşa, Sultan Selim taraftarlarını birer birer ortadan kaldırdı. İstanbul'daki isyân, Rus cephesinde prdunun disiplinini de bozdu. Orduda bulunan Selim Han tarafdarları Ruscuk âyânı Alemdâr Mustafa paşanın yanına sığındılar. Bu hâdiseler üzerine Mustafa Han, sadrazâm Hilmi paşayı azlederek yerine Çelebi Mustafa paşayı sadarete getirdi. Osmanlı ordusundaki bu karışıklıktan faydalanan Ruslar, Eflak ve Boğdan'da bâzı kaleleri ele geçirdiler. Ancak bu sırada Fransa imparatoru Napoleon karşısında zor durumda kalmaları barış istemelerine sebep oldu. Rusya'nın Eflâk, Boğdan ve diğer zaptettiği yerleri tahliye ederek çekilmesi şartıyla 20 Ağustos 1807'de mütâreke imzâlandı.

                              Dördüncü Mustafa Han, Rusya ile yapılan mütârekeden sonra İstanbul'da âsâyişi sağlayabilmek için harekete geçti. Bu sırada âsiler işi çığırından çıkararak halkın mallarını yağmalamaya, yeniçeriler de her işe karışmaya başlamışlardı. Mustafa Han, öncelikle âsilerin bir kısmını çeşitli bahâne ve vazifelerle saraydan uzaklaştırdı. Ancak, zorbaları tamâmen sindirebilmek için büyük bir güce ihtiyâcı vardı. Bunun için Alemdâr Mustafa paşanın İstanbul'a gelmesini istedi. Kendisine sâdık 16 bin kişilik kuvvetle harekete geçen Alemdâr, öncelikle Boğaz nâzırlığı yapmakta olan Kabakçı Mustafa'yı öldürttü. Kabakçı'nın öldürülmesi saray erkânı ve yeniçeriler arasında büyük telâşa sebep oldu. Daha sonra İstanbul'a giren Alemdâr, zorbaları ortadan kaldırmaya ve fesatçıları sürmeye başladış Bu sırada Alemâr'ın tarafdarları Sultan Selim Hanı tekrar tahta çıkarmaları için tahrike başladılar. Onun bu niyetini sezen sadrazam Çelebi mustafa paşa kendisinden İstanbul'u terk etmesini istedi. Alemdâr Mustafa paşa da bunun üzerine 28 Temmuz günü on beş bin kişiden fazla askeriyle Bâb-ı âliyi bastı. Sadrazamdan mührünü aldı. Ancak Üçüncü Selim'in yeniden tahta çıkması hâlinde kendilerini öldürteceğinden korkan âsiler ve bâzı devlet adamları padişahtan Üçüncü Selim ve şehzâde Mahmûd'un öldürülmeleri için ferman çıkarttırdılar. Nitekim zorla saraya giren Alemdâr, Selim Hanın hançer darbeleriyle şehit edilmiş cesediyle karşılaştı. Hizmetkârlarının yardımı ile hayâtını kurtaran Şehzâde Mahmûd'u padişah ilân etti. (28 Temmuz 1808) Mustafa Han ise Topkapı Sarayına yerleştirildi.

                              Dördüncü Mustafa Han, 14/15 Kasım gecesi meydana gelen Alemdâr Mustafa paşa Vak'ası sırasında yeniçerilerin saraya saldırmaları ve kendisini tekrar başa geçirmeye teşebbüs etmeleri üzerine İkinci Mahmûd Han tarafdarlarınca öldürüldü. (1808) Mustafa Han, zeki ve tedbirli olmasına rağmen Üçüncü Selim Hanın tahttan indirilmesi neticesinde tahta çıkarılmış olmasından dolayı isyancıların elinde kaldı. Yeniçerilerin tamâmının zorba bir güruh hâline gelmeleri sebebiyle eşkiyâyı bertaraf edecek bir kuvveti yanında bulunamadı. Bu sebeple onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Daha sonra âsileri sindirmek üzere çağırdığı Alemdâr Mustafa paşanın Selim Hanı tekrar tahta geçirme teşebbüsü Mustafa Hanın aleyhte hareketine yol açtı. İkinci Mahmûd Hanın saltanatı döneminden ve ıslahatlarından memnun olmayan bâzı devlet adamları, yeniçerileri tahrik etmek sûretiyle kendilerine yakın gördükleri Dçrdüncü mustafa'yı tekrar tahta geçirmek üzere harekete geçtiler. Bu durum neticede Mustafa Hanın öldürülmesine yol açtı. Mustafa Hanın cenâzesi merâsimle kaldırılarak, Bahçe Kapısında babası Birinci Abdülhamid'in türbesine defnedildi. Saltanat müddeti bir sene iki ay olup, vefât ettiğinde otuz yaşında idi.

                              Yorum yap

                              • #30

                                İkinci Mahmud (1808 -1839)

                                SULTÂN İKİNCİ MAHMUD HÂN


                                Padişahlık Sırası
                                30

                                Saltanatı
                                31 Yıl

                                İslâm Halifelik Sırası
                                95

                                Cülûsu
                                27 Ocak 1595

                                Babası
                                Sultan I. Abdulhamîd Hân

                                Annesi
                                Nakş-İ Dil Sultan

                                Doğumu
                                20 Temmuz 1786

                                Vefâtı
                                30 Haziran 1839

                                Kabri
                                İstanbul Çebmberlitaştadır

                                Otuzuncu Osmanlı sultanı. İslâm halifelerinin doksan beşincisidir. Osmanlı sultanlarından birinci Abdülhamid Hanın Nakş-i Dil sultandan olan oğlu olup, İstanbul'da 20 Temmuz 1786 târihinde doğdu. Şehzâdeliğinde iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kıymetli âlimlerinden öğrendi. Amcası Üçüncü Selim Han onun yetişmesine çok itinâ göstererek, modern askeri ve teknik bilgileri ve devlet idâresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı. Selim Han tahttan indirildikten sonra da yeğeni Mahmûd'la sık sık görüşerek, ona tavsiyelerde bulundu ve tahta çıktığı zaman dikkat etmesi gereken hususları bildirdi. 28 Temmuz 1808'de Alemdâr Mustafa paşanın Selim Hanı tekrar başa geçirmek üzere saraya girdiği sırada sâbık hâkânın âsiler tarafından şehit edilmesi üzerine Sultan Mahmûd, Osmanlı tahtına çıktı.

                                İkinci Mahmûd Han, Alemdâr Mustafa paşayı, veziriâzam tâyin edip, Kabakçı isyânından sonra ülkede pekçok hâdise çıkaran zorbaları yola getirmekle vazifelendirildi. Kabakçı Mustafa isyânında rol oynamış bulunan âsiler cezâlandırıldı. Fesat çıkaranlar İstanbul dışında ikâmete mecbur tutuldu. İstanbul'da otorite sağlamaya çalışırken, Rumeli ve Anadolu'nun birçok yerinde ve bilhassa Halep ve Bağdat'ta vâlilerin çıkardığı karışıklıklar devâm ediyordu. Cezâyir'in idâresini dayılar ele geçirmişti. Vehhâbiler Haremeyn'i zaptederek, hutbelerden padişahın adını kaldırmışlardı. Bu kötü gidişe, dur demek isteyen Sultan Mahmûd, Anadolu ve Rumeli vâlilerini İstanbul'a dâvet etti. Bu vâlilerin yeni sultan'a bağlılıklarını bildirmelerini istedi. Vâliler İstanbul'a gelip, Sultan Mahmûd Hana bağlılıklarını arz ettiler ve muhtemel âsilere karşı ittifak senedi imzâladılar. Diğer tarafdan isyânlar neticesinde iyice bozulan yeniçeri ocağını yola getirmek için tâlim ve terbiye usûllerinin tekrar tatbik edilmesi istendiyse de, yeniçeriler bu icrâattan memnun olmadılar. 14 Ekim 1808'de Sekbân-ı Cedid adıyla modern bir ordu kurulmaya başlandı. Sehbân-ı Cedid askeri, yeniçeriler ve tarafdarları tarafından Nizâm-ı Cedid'in ihyâsı olarak kabul edildi. Veziriâzam Alemdâr Mustafa paşanın devlet adamlarına ve askerlere karşı tâvizsiz icrâatları, yeniçerileri harekete sevk etti. 14-15 Kasım gecesi meydana gelen büyük isyan sırasında Alemdâr Mustafa paşa öldürüldü. Mahmûd Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı. İstanbul'daki hâdiselerin yatıştırılmasından sonra diğer iç ve dış meselelerin haline bakıldı. Arabistan'daki Vehhâbiler, Osmanlı Devletine ve Ehl-i sünnet Müslümanlara karşı siyâsi faâliyetlerden katliamlara varan tecâvüzlerde bulunuyorlardı. Bu arada, Vehhabilerin reisi Sü'ûd bin Abdülaziz, Hicaz'ı istilâya teşebbüs etti. Hac mevsiminde hacıların yollarını kesip, Müslümanlara işkenceleri ve İslâm dinine olan hakâretleri, dayanılmaz bir hâl aldığından, Halife İkinci Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali paşaya fermân gönderip, Vehhabileri cezâlandırmasını emretti. Mehmed Ali paşa bir dizi harpten sonra mübârek beldeleri Vehhabilerden temizledi. Zafer haberine çok sevinen Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali paşaya ihsanlarda bulundu.

                                Öte yandan Balkanlarda, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin birlik ve bütünlüğünü parçalamak gâyesiyle yaptırdıkları bölücü ve yıkıcı faaliyetler çok artmıştı. Sırplar Bükreş Antlaşması ile (28 Mayıs 1812) muhtâriyet kazanmalarına rağmen rahat durmuyorlardı. Osmanlı Devletine ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler. Tam istiklal propagandaları ile kalelerdeki Osmanlı askerlerine saldırmaya başladılar. 1813 yılında, Sırplıları yola getirmek için Hurşid paşa seraskerliğinde sefer açıldı. Hurşid paşa Belgrad'a gelip, âsileri yola getirdi. Âsi Sırp lideri Kara Yorgi, esir düşmekten kurtulmak için, Avusturya'ya kaçtı. Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlılara tâbi oldu. Serasker Hurşid paşanın umûmi af ilan etmesiyle, Sırplıların silahları toplatıldı. Kara Yorgi'den sonra Sırplıların başına Miloş Obrenoviç geçti. Osmanlı Devletine sadâkatle hizmete devâm eden Miloş Obrenoviç, 1818'de Avusturya'dan dönen rakibi Kara Yorgi'yi öldürdü. 1829 yılında Sırbistan'a muhtâriyet verilmesine rağmen, yıllık vergi vermeyi ve dış işlerinde Osmanlılara bağlılığını devâm ettirdi. Arnavutluk'ta ise Tepedelenli Ali paşanın nüfusu sebebiyle Rumlar, Rusya'nın bütün teşvik ve yardımlarına rağmen isyana cesâret edemiyorlardı. Ancak Fenerli Rumlarla eskiden beri sıkı münâsebetlerde ve İngilizlerle gizli muhârebelerde bulunan Hâlet Efendinin hâince faâliyetleri ve özellikle Tepedelenli Ali paşayı bertaraf etmesi Yunanlılara ayklanma fırsatı verdi. Etniki Eterya ve Fener'deki Rum Pâtrikhânesinin hedef tâyin ettiği isyân, 1820 yılında başlatıldı. 12 Şubat 1821'de Mora Yarımadasına yayıldı. Rum âsiler, yüzyıllardır hâkimiyeti altında yaşayıp, komşuluk hakkını dahi çiğneyerek, Müslüman ahâliye karşı katliamlara giriştiler. İsyan Atina, Tesalya ve Adalara da yaıldı. Katliamlarda 1500 Müslüman şehit edildi. Rus Çarının yâveri ve Etniki Eterya lideri Aleksandra İpsilanti, 6 Mart 1821'de Eflak'ta isyan çıkardı. İsyan bastırıldı. İkinci Mahmûd Han, asilere karşı yerinde ve zamanında tedbir aldı. Bölge ahâlisine silâh dağıttırdı. Bölgede isyanlarla alâkası görülenler cezâlandırıldı. İstanbul'daki Rum Patriği ve birkaç metropolit, isyanla alâkası görülerek asıldılar. Osmanlı Devletinin iç durumu ve Avrupa devletlerinin asilere devamlı yardım ve müdâhaleleri, isyânın bütünüyle bastıralamamasına sebep oldu. Mora'daki isyan büyüyerek Adalara ve SelÂnik'e kadar yaıldı. Bu durum üzerine sultan Mahmûd Mısır vâlisi Mehmed ali paşaya isyanı bastırmaya memur etti. Nitekim Kavalalı Mehmed Ali paşanın oğlu İbrâhim paşa kumandasında gönderdiği küçük, fakat disiplinli ve modern ordu, isyânı kısa sürede bastırmaya muvaffak oldu. (1825) Yunan isyânı sırasında yeniçeri ve sipâhilerin daha fazla bozulduğunu gören sultan Mahmûd Han, bu fesât yuvalarını ortadan kaldırmaya karar verdi. Yniçerilerin artan tecâvüz ve zorbalıkları kamooyuna da aleyhlerine çevirmişti. Pâdişah, Yunan isyânının bastırılmasıyla kavuşulan sulh devresinde önce, orduyu ıslâha girişti. Ancak askeri tâlim ve terbiyeye karşı çıkan yeniçeriler, isyân mânâsında kazan kaldırdılar. Buna karşılık sultan Mahmûd Han da sadrazam, şeyhülislâm ve devlet erkânını toplayarak yeniçerilerin artık hıyânette bulunduklarını, bu sebeple tedbir alınmasını belirtti. Âlimler, din ve devletin bekâsı için bu fesat yuvasının ortadan kaldırılmasını gerektiğini bildirdiler. Şeyhülislâmın fetvâsı ile sancak-ı şerif çıkarılarak, dinine ve padişahına bağlı olanların onun altına gelmesi ve mücâdeleye girişmesi istendi. Böylece eşine ilk defâ rastlanan bir olayla padişaha bağlı birlikler halkla bütünleşerek fitne ve fesat yuvası yeniçeri ve sipahi ocaklarını ortadan kaldırdılar. İstanbul'da âsi, ahlâksız, serseri temizliği yapılarak, yirmi binden ziyâdesi cezâlandırıldı. Yeniçeri ocağının kaldırılması hayırlı bir hâdise kabul edilerek Vak'a-i Hayriyye denildi. Kendilerini Bektâşi kabul eden yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla, hurûfi olan sahte Bektâşi tekkeleri kapatılıp, babaları başka yerlere gönderildi. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlı asker ocağı kurularak, devrin ihtiyaçlarına göre tâlim ve terbiye edilmesi, silâh verilmesi ve özel kıyâfet giydirilmesi kararlaştırıldı. Topçu, humbaracı ve lağımcı ocakları ıslâh edildi. Mekteb-i Bahriye açıldı. Eğitim ve öğretimi en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa'dan hocalar getirildi.

                                Osmanlı Devletindeki bu süratli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini harekete geçirdi. İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid paşa gibi adamlarını yardım vâdiyle kullanarak Rusya ile harbe sebebiyet verdirdikleri gibi, Mısır vâlisi Mehmed Ali paşayı da devletine karşı kışkırttılar. Mısır'da Mehmed ali paşanın hâkim olacağı bir devleti tanıyacağını bildiren İngiliz ve Fransızlar, onun güçlü ve disiplinli kuvvetlerini Osmanlılara karşı çevirmeyi başardılar. Mehmed ali paşa, oğlu İbrâhim paşa kumandasında, daha ordusu bütünüyle yeniden teşekkül etmemiş Osmanlı Devletinin Suriye eyâleti üzerine asker sevk etti. 1831-1832 yılındaki muhârebelerde, Mısır askeri, çokluğu ve intizamlı olması sebebi ile gâlip gelince, Osmanlılar Rusya'dan yardım istediler. Bu durum, İngiltere ve Fransa'yı telaşa düşürdü. Fransa'nın aracılığıyla 8 Nisan 1833 Kütahya Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre, Mehmed ali paşaya Mısır vâliliğine ilâveten Suriye, oğlu İbrâhim paşaya da Adana eyâleti muhassıllık olarak verildi. 8 Temmuz 1833'te Rusya ile savunma ve yardım esâsına dayanan Hünkâr İskelesi Antlaşması imzâlandı. 1839'da Mısır üzerine ordu sevk edildiyse de neticesi gelmeden İkinci Mahmûd Han İstanbul'da vefât etti ve Çemberlitaş'daki türbesine defnedildi. Sultan İkinci Mahmûd Han, Osmanlı Devletinin ilerlemesini, teknik sanâyide devrin seviyesine ulaşılmasını isteyen tedbirli, gayretli bir padişahtı. Devrindeki büyük hâdiseler karşısında aslâ ümidsizlik ve gevşeklik göstermedi. Gayreti sâyesinde devlet, Avrupa tarzında sistemli orduya sâhip oldu. Avrupa'da askerlik ve yeni silahların kullanılmasını öğrenmek için, talebe gönderdi. Askeri Tıbbiye ve Harbiye mekteplerini kurdu. Bu iki müessesenin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa'dan hocalar ve mütehassıslar getirdi. Askeri Tıbbiye, Harbiye ve sivil yüksek okulların öğrenci ihtiyacını karşılamak için medrese ve mekteplere ilâveten sıbyan mekteplerinin üstünde Rüşdiyeler (ortaokul), devlet memurlarının yetiştirilmesi için de Mekteb-i Maârif-i Adli kuruldu. Ülkenin ihtiyaçlarını karşılamak, çeşitli sahâlarda mütehassıs eleman yetiştirmek için Avrupa'da çok sayıda öğrenci tahsil mecbûri hâle getirildi. Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik bürosu kuruldu. Tekrar Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos gönderilmeye başlandı. 1 Ekim 1831 târihinde Takvim-i Vekâyi adlı gazete, Osmanlı Türkçesi ile ülke içinde çıkarılmaya başlandı. Fransızcası da ülkelere gönderildi. Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile Türkiye'nin propagandası yapılarak hâdiseler ve ıslâhatlar dünyâ kamuoyunda değerlendirmeye tâbi tutuldu. avrupa basınında, Türkiye ve sultan Mahmûd hakkında neşredilen yayınlar tâkib edildi.

                                İkinci Mahmûd Han, hükûmet teşkilâtı usülleri, kıyâfet nizamında yenilikler yaptı. Osmanlı Devlet teşkilâtındaki önceki müesseselerin yerine, sadrazama .baş Vekil (Başbakan); Defterdara Mâliye Nâzırı (Mâliye Bakanı); Reisü'l küttâba Hâriciye Nâzırı (Dışişleri Bakanı); sadrazam Kethüdâsına Dâhiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) denilmeye başlanıldı. Osmanlı Devletinde büyük bir yekün tutan vakıflar için Evkaf Nezâreti kuruldu. Hükûmet ve ahâlinin önemli meselelerinin görüşüldüğü Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye; askeri işlerin görülüp, kararlaştırıldığı Dâr-ı Şûrâ-yı Askeri müessesesi kuruldu. Memurlar iç ve dış işlerde olmak üzere ikiye ayrılıp, maaşları, rütbe ve derecelerine göre bağlanarak, verilmeye başlanıldı. 1827'de Osmanlı Tıp Fakültesi kuruldu. 1838'de Karantina usûlünü vücûda getirdi. Posta müessesesini kurdu. Posta yollarının kurulmasına çalıştı. Üsküdar'dan İzmit'e kadar bir posta yolu yaptırdı. 1831 yılında kısmi nüfus sayımı yapıldı. Arabistan'dan asker alınmadığı için sayımdan hâriç tutuldu. Nüfus sayımında insan ve servet durumu ölçülmüş oldu. Dört mülyon Hıristiyana karşılık sekiz milyon Müslüman ahâlinin sayımı yapıldı. Bölgelerdeki Hıristiyanların sayısı, devlete verilen cizye miktârını da ortaya çıkarmış oldu. İkinci Mahmûd Hanın ilmi fazla olup, dini, fenni, teknik, askeri, idâri ve sanat sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti. Dindar, akıllı, zeki, çalışkan olup, gayret ve azim sâhibiydi. Şâirdi. Adli mahlasıyla şiir yazardı. İlim, sanat adamlarına ve eserlerine çok alâka gösterdi. Onlara kıymet verip, himâye ederdi. Ülkenin imârına, ilim, sanat, hayır ve sosyal müseseselerine önem veren İkinci Mahmûd Han, pekçok eser yaptırdı. Bâyezid Yangın Kulesini; Unkapanı ile Azapkapı arasındaki şimdi Unkapanı Köprüsü denilen Mahmûdiye Köprüsünü; Beylerbeyi ve Çırağan saraylarını; Tophâne'de Nusratiye, Bahçekapı'da Hidâyet, Üsküdar'da Adliye, Arnavutköy sâhilinde Tevfikiye câmilerini yaptırdı. Hazret-i Hâlid'in türbesini mükemmel tâmir ettirip, iyi bir hattat olduğundan sandukası pûşidesi üzerindeki yazıyı kendi el yazdığı ile yazdı. Yine güzel bir hüsnü hatla yazdığı Lefkoşe'de Selimiye Câmiinde asılıdır. Tophâne'de Kâdiri Câmii ve tekkesini tâmir ettirdi.

                                İkinci Mahmûd Han, 1820 senesinde Hücre-i saâdete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı sultanlarının Resûllah'a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesikasıdır.

                                Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah!

                                Murâdım der-i ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!

                                Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim,

                                Kabûlünle kıl ihsân u inâyet, yâ Resûlallah!

                                Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i'lâm,

                                Cenâbındandır ihsân u mürüvvet, yâ Resûlallah!

                                Dahilek, el'emân, sad el- emân, dergâhına düştüm,

                                Terahhüm kıl, bana eyle şefâ'at yâ Resûlallah!

                                Dü- âlemde kıl istishâb bu Han Mahmûd-i Adliyi,

                                Senindir evvel ü âhırda devlet yâ Resûlallah!

                                Mısır, Yanha ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları, yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında sultan Mahmûd Han, Mekke ve Medine'yi ancak tamir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecid Han, bunları tezyin için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir.

                                Yorum yap

                                Hazırlanıyor...
                                X