• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Tarihi değiştirecek keşif

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts
  • #76

    Koca ayağın varlığını gösteren en büyük kanıt

    Bilim insanlarının Ekim ayında varlığını doğruladığı dev kar canavarı Yeti’nin var olduğuna dair önemli bir bulguya daha ulaşıldı.



    Daily Mail'in haberine göre, bilim insanları, yıllardır peşini bırakmadıklarını Yeti’nin varlığına ait en önemli kanıtlardan birinin, Himalayalar'ın eteklerinde kurulu Pongboçe Buda manastırında bulunduğunu keşfetti.

    Manastırın duvarlarında, buraya ulaşmak için aşılması gereken zorlukları tasvir eden kabartmalar bulunuyor. Nepal geleneğini yansıtan bu duvarlarda en dikkat çeken tasvir, koca ayak lakabıyla bilinen Yeti’ye ait.

    Yeni keşfedilen kanıt, manastırdaki keşişlerin kendilerini kötü şanstan koruduğuna inandığı, Yeti'ye ait olduğuna inanılan kurumuş dev bir parmak. Pangboçe’den İngiltere'ye getirilen dev parmak, bugün başkent Londra’daki Kraliyet Cerrahi Koleji’nde bulunuyor.
    Yeti'yle ilgili on yıllardır süren araştırmalarda sayısız ayak izi bulunmuş, son olarak Rusya’daki Azaski mağarasından elde edilen bulgularla yaratığın varlığı doğrulanmıştı.

    NEPAL VE TİBET’TE YAŞADI
    Efsaneler, Yeti’nin Himalaya bölgelerini kapsayan Nepal ve Tibet’te yaşadığını anlatıyor. 2,5 milyon ile 11 bin 700 yıl öncesindeki dönemi kapsayan buzul çağına ait fosiller, dev maymun Gigantopithecus’un kemiklerini ortaya çıkarmıştı.

    Yeti’nin soyundan olduğuna inanılan 10 metre boyundaki ve bir ton ağırlığındaki bu dev maymunlar, 300 bin yıl önce yok oldu.

    Bilim insanları, bulgulara rağmen Çin, Hindistan ve Vietnam’da yaşadığına inanılan bu dev maymunların Yeti’yle bir ilgisi olmadığına inanıyor.

    “İNSAN AYI”
    Nepal’de ise Batı ülkelerine ilk kez 19’uncu yüzyılda ulaşan "Meh-te" (insan ayı) efsanesi mevcut. Bu efsane, 1830 yılında İngiliz arkeolog B.H. Hodgson’ın Nepal yakınlarında, çok uzun boylu ve siyah saçlı bir canavar gördüğünü anlatmasıyla güçlendi.

    Batılı araştırmacıların, 20’nci yüzyılda Himalayalar'a keşif gezileri düzenlemeye başlamasıyla, Yeti’ye ait haberler giderek çoğaldı. 1925 yılında, İngiliz fotoğrafçı Hindistan’ın Zemu bölgesinde koca ayak benzeri bir canavar gördüğünü öne sürdü.

    MAĞARADA SAÇI BULUNDU
    Dünyanın dört bir yanından gelen bilim insanlarının oluşturduğu araştırma ekibi, Ekim ayında Rusya’nın Kemerova bölgesindeki Azaski mağarasında yapılan incelemelerin sonuçlarını açıkladı.

    Araştırmacılar, elde edilen dev ayak izi ve mağarada bulunan saç tellerine dayanarak, Yeti’nin varlığının “yüzde 95 oranında onaylandığını” açıkladı.


    Londra'da sergilenen ve Yeti'ye ait olduğuna inanılan parmak.

    Yorum yap

    • #77

      Dünyanın en minik omurgalısı

      Dünyanın en küçük omurgalısının 7.7 milimetre uzunluğundaki bir kurbağa olduğu belirlendi

      Yeni Gine'de bulunan 7.7 milimetre uzunluğundaki kurbağaya ''Paedophryne amauensis'' adı verildi.
      Amerikalı biyologlar, kurbağanın şimdiye kadar bilinmeyen bir türe mensup olduğunu açıkladı.
      Kurbağayı bulan bilim adamlarından Chris Austin, boyu ve erkeğinin çiftleşme döneminde böcek gibi ses çıkarması nedeniyle keşfin hiç kolay olmadığını vurguladı.

      Eski rekortmen...
      Paedophryne amauensis, 7,9 milimetre uzunluğundaki sazan ailesinden, ''Paedocypris progenetica'' adı verilen balığı tahtından indirdi.
      Konuya ilişkin makale, Amerikan PLoS ONE dergisinde yayımlandı.
      Bilinen 60 bin omurgalı türünün en büyüğü ortalama 25 metre boyundaki mavi balina.

      Yorum yap

      • #78

        Nehmes Bastet'in lahdi temizlik sırasında bulundu

        Mısır’da Krallar Vadisi’nde çalışmalar yapan İsviçreli arkeologlar, tesadüfen, bir kadın şarkıcıya ait yaklaşık 3 bin yıllık bir lahit keşfetti.



        Tanrı Amon Ra’nın şarkıcısı Nehmes Bastet’e ait olduğuna inanılan lahit, İsviçreli arkeologlar tarafından, Kral Üçüncü Tutmosis’in lahdine giden yoldaki rutin temizlik sırasında keşfedilen bir kuyuda bulundu.

        Böylece Krallar Vadisi'nde ilk kez hanedan üyeleri dışındaki kişilerin de mezarlarının bulunduğu ortaya çıkmış oldu.

        Kuyuda ayrıca çok değerli tarihi eserler de keşfedildiği, arkeologların çalışmalarını sürdürdüğü belirtildi.

        Mısır Tarihi Eserler Bakanı Muhammed İbrahim, El Ahram gazetesine yaptığı açıklamada, arkeologların, kuyuda siyaha boyanmış ve üzeri hiyeroglif metinlerle süslenmiş bir sanduka ile üzerine ölenlerin isimlerinin ve unvanlarının kazındığı ahşap panolar bulunduğunu söyledi.

        KEDİ TANRI BASTET TARAFINDAN KORUNUYORMUŞ
        Lahdin bu hafta içinde açılacağı belirtildi. Uzmanlar Nehmes Bastet’in mumyalanmış bedenini hiç bozulmamış bir halde yüzünde cenaze maskesiyle bulmayı bekliyor.

        Nehmes Bastet ismi, "Kedi Tanrı Bastet tarafından korunuyor" anlamına geliyor. Bulunan parçalar, Nehmes Bastet’in firavunlar döneminin en büyük ve en ünlü açık hava sahnelerinden biri olan Karnak Tapınağı’nda şarkıcılık yaptığı tahmin ediliyor.

        İsviçreli arkeolog ekibi, incelemelerinde, burada bulunan lahitlerin MÖ 945–712 yılları arasında hüküm süren 22’nci Hanedan dönemine ait olduğunu ortaya koydu. Nehmes Bastet'in yattığı lahdin aslında Amon Ra’nın kızına ait olduğu tahmin ediliyor.

        Yorum yap

        • #79

          500 milyon yıllık fosil!

          Bilim insanları, Kanada'nın batısında, 500 milyon yıl önce okyanuslarda yaşayan ve laleye benzeyen 'sıradışı' bir canlının fosilini ortaya çıkardı.

          Toronto Üniversitesi Ekoloji ve Biyoloji Departmanı'ndan Lorna O'Brien ile Royal Ontario Müzesi'nden profesör Jean Bernard Caron'un birlikte yürüttüğü araştırmaya göre, 'Siphusauctum Gregarium' adlı lale çiçeği benzeri canlı yaklaşık 20 santimetre uzunluğunda. Orta Kambriyen döneminde yaşadığı belirtilen Siphusauctum'un eşsiz bir süzgeçli beslenme ve sindirim sistemi bulunuyor. Uzun bir gövde üzerindeki soğan benzeri yapısıyla dikkat çeken deniz canlısının, sudaki partikülleri süzgeçlerinden geçirerek küçük kanallar yardımıyla midesine pompaladığı düşünülüyor. Gövdesi, deniz tabanıyla birleşmesini sağlayan küçük bir diskle son bulan Siphusauctum'un kümeler halinde yaşadığı, 65'i aşkın türünün bulunduğu sanılıyor.

          Araştırma sonuçlarının yayınlandığı bilim haberleri internet sitesi PLos ONE'a konuşan Lorna O'Brien, "İşin en ilginç tarafı, diğer hayvanlarda rastlanmayan eşsiz bir beslenme sistemine sahip olması. Yaşadığı dönemde bildiğimiz diğer canlıların hiçbirinde buna rastlamadık. Bu fosilin şeklinde ötürü, 1100 kadar başka fosil bulduğumuz bölgeye Lale Yatakları ismini verdik" dedi.

          Keşiflerin yapıldığı Kanada Burgess Shale bölgesinde 505 milyon yıl önce yaşamış pek çok canlının fosili bulunmuştu.

          Yorum yap

          • #80

            Dünyanın En Eski Dinozor Yuvası Bulundu


            190 milyon yıllık yuva, Güney Afrika'da gün yüzüne çıkarıldı.

            Arkeoloji dünyasını heyecanlandıran keşif...
            Kanadalı bilimadamlarının, Güney Afrika'da yaptıkları kazıda, Dinozorlar Çağı'na ait önemli bulgular ele geçti.
            Farklı katmanlarda 190 milyon yıl öncesine ait 10 kuluçka yuvası, yumurtalar ve dinozor fosilleri bulundu.
            Bilimadamlarını heyecanlandıran buluşlar bunlarla da sınırlı kalmadı.

            Yetişkinleri 6 metre, yavruları da 6-7 santimetre olan dinozor türüne ait kemiklerin yanısıra, yavruların ayak izleri gün yüzüne çıkarıldı.
            Uzmanlar, dişi dinazorların gruplar halinde kuluçkaya yattığı sanılan kazı alanını, dünyanın "en düzenli yuvası" olarak niteledi.

            Yorum yap

            • #81

              Kazdıkça tarih çıkıyor

              BURSA’nın İznik İlçesi’nde bulunan Antik Roma Tiyatrosu kazı alanının temizlenmesi sırasında zeminden 1.5 metre derinlikte Bizans dönemine ait çini kalıntıları bulundu. Moloz temizleme çalışmaları sırasında bulunan Bizans dönemine ait seramik şarap kupası müzeye teslim edildi.


              Uludağ Üniversitesi Sanat Tarihi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Bedri Yalman başkanlığında 1980’lerde başlanan İznik antik Roma tiyatrosu kazıları 4 yıl önce sona erdi. Yakın zamanda üzerine çıkmayan boyalarla yazılmış duvar yazıları, içki kutuları ile dolu olan Roma Tiyatro’su Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın talimatıyla Müzeler Genel Müdürlüğü’nce koruma altına alınmak üzere geçen aydan bu yana çevre düzenlemesine başlandı. Tiyatro çevresi ve içerisinde zamanla oluşan toprak moloz yığınlarının kaldırılmaya başlanmasıyla birlikte o döneme ait bulgular da ortaya çıktı. Zeminden 1.5 metre inilen tarihi tiyatro alanından Bizans ve Osmanlı dönemine ait çini seramik kalıntıları ortaya çıktı.

              Moloz temizleme çalışmaları sırasında tiyatronun güney kısmında dün şarap kupası bulundu. 9- 15’inci yüzyıllara ait olduğu sanılan Bizans dönemi şarap kupasını görüntülemek için kaza alanına giden gazeteciler, dakikalar önce toprak altından çıkan nadide parçayla karşılaştr. Tek parça halinde bulunan şarap kupası, tek renkli astar kazıma (Sgrafitto) teknikleri ile yapılmış. Kırmızı hamurlu ve sarı sırlı seramikten oluşuyor. Yüz yıllarca toprak altında kalarak gün yüzüne çıkan kupa ve diğer kalıntılar İznik Müzesi’ne teslim edildi.

              Antik Roma Tiyatrosu İznik’in güneybatısında, Saraybahçe veya Eski Saray olarak adlandırılan bölgede bulunuyor. İznik surlarının 90 metre kuzeyindeki bu tiyatro, Anadolu’da ayakta kalmış tiyatroların en önemlileri arasında yer alıyor. Roma İmparatoru Traianus (97-117) zamanında eyalet valisi Pilinius Csecillius Secunds (62-113) tarafından yaptırıldığı biliniyor.

              Yorum yap

              • #82

                Kızıl Geyik Mağarası insanlarının yeni bir tür olduğuna inanılıyor

                Çin’in güneybatısındaki iki mağarada bulunan Taş Çağı’ndan kalma fosilleşmiş insan kalıntıları, insanın tarım yapmaya başladığı döneme kadar yaşamış yeni bir insan türüne işaret ediyor.



                Elde edilen kafatası parçaları ve diğer kemik parçalarının 14 bin 300 ile 11 bin 500 yıllık olduğu tespit edildi. En az dört farklı kişiden geldiği tahmin edilen bu fosillerde bir arada bulunan ilkel ve modern anatomik özellikler bilim insanlarını şaşkına çevirdi.

                Kızıl Geyik Mağarası insanları adı verilen bu insanlara ait kemikler, modern insandan çok farklı.
                Fosillerin çıkıntılı çeneleri, büyük azı dişleri, dikkat çekici alınları, kalın kafatasları, düz yüzleri ve geniş burunları var. Beyinleri ise Buz Çağı insanları standartlarına göre ortalama seviyede.

                "EVRİMDE YENİ BİR ÇİZGİ"
                Araştırmayı yürüten Darren Curnoe, “Bu insanlar evrimde yeni bir çizgi ya da Afrika’dan erken dönemde gelip Doğu Asyalıların gen havuzuna katkıda bulunmayı başaramamış bir modern insan nüfusu olabilir” dedi.

                Avustralya Yeni Güney Galler Üniversitesi profesörü Curnoe, Guardian’a yaptığı açıklamada, “Bu iki seçeneğin ağırlığı eşit gibi ancak bence Kızıl Geyik Mağarası insanlarının evrimde yeni bir çizgi olma ihtimali biraz daha güçlü gibi. Çünkü birincisi kafatasları anatomik olarak benzersiz. Bugün yaşayan ya da 150 bin yıl önce Afrika’da yaşamış bütün modern insanlardan çok farklı görünüyorlar” dedi.

                “İkincisi, bu türün 11 bin yıl öncesine kadar varlığını sürdürmüş olması, doğu ve güneyde yaşayan modern insanlardan kopuk olduklarını gösteriyor” diyen Curnoe, Kızıl Geyik Mağarası insanlarının muhtemelen diğer gruplarla üreme ilişkilerine girmediğini belirtti.

                Yorum yap

                • #83

                  İnsanlık tarihiyle ilgili müthiş iddia

                  Güney Afrika'da bir mağaradaki muhtemel ateş ocağının izlerini inceleyen antropologlar, insanın atalarının ateş yakmayı şimdiye kadar tahmin edilenden 300 bin yıl daha eski, yaklaşık 1 milyon yıl önce öğrenmiş olabileceklerini bildirdi.


                  Araştırmaları Amerikan Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde yer alan uluslararası antropolog ekibi, Güney Afrika'nın merkez-doğusunda, daha önce de kazılar yapılan ve eski insanın varlığına dair önemli bulgular içeren Wonderwerk mağarasının içindeki katmanlarda yanmış hayvan kemiği kalıntıları ve öncekilerden daha eski taş aletlerin izlerini buldu.
                  Katmanlar içinde iyi muhafaza edilmiş bitkisel madde ve kemik parçalarının küllerini bulmalarının kendilerine mağaranın girişinde bir küçük ateş ocaklarının varlığını düşündürdüğünü belirten bilim adamları, bazı parçaların yüzeyde renk değişikliğine neden olduklarını, bunun da kontrollü bir ateş yakıldığını gösterdiğini belirtti.

                  Toronto Üniversitesi'nden antropolog Michael Chazan, analizlerin ateşin insan tarafından kullanılmasını 300 bin yıl geriye götürdüğünü kaydetti.
                  Antropologlar şimdiye kadar insanın tarih öncesi atalarının besinleri ısıtmak ve soğuktan korunmak için ateş yakmak amacıyla kıvılcım üretme yöntemini hangi dönemde keşfettikleri konusunda anlaşmaya varamıyorlardı.
                  Afrika, Asya ve Avrupa'da bu tip faaliyetlere ilişkin izler keşfedilirken İsrail'de bulunan 700 bin ila 800 bin yıl öncesine ait kömürleşmiş kap parçaları ilk kanıtlar olarak kabul ediliyordu.

                  Yorum yap

                  • #84

                    Bu güzel ve faydalı paylaşım için çok çok teşekkürler....

                    Yorum yap

                    • #85

                      Küresel ısınmayla evrilen canavar!

                      Yeni keşfedilen tarih öncesi dev bir yılan geçmiş ile ilgili cevaplar sağladığı gibi gelecek ile ilgili yeni soruları da gündeme getirdi.

                      Yaklaşık 58 milyon yıl önce Güney Amerika'nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan dev yılan 1 tonu aşkın ağırlıkta ve 14 m uzunluğundaydı.
                      Bu yılan tüm bir timsahı yutabildiği gibi, vucudunun çapı nedeniyle yuttuğu timsah dışarıdan fark bile edilemeyebilirdi.
                      Birkaç yıl öncesine kadar bilim adamları bu tarih öncesi canavarın varlığından habersizdi.
                      Keşfi gerçekleştiren Smithsonian Tropik Araştırmalar Merkezi bilim adamlarından Dr Carlos Jaramillo ''14 m'lik bir boa yılanı keşfedeceğim ölsem aklıma gelmezdi. Bugün dünyanın en büyük yılanı keşfettiğimiz tarih öncesi yılanın yarı boyunda'' dedi.

                      Kayıp sürüngenlerin dünyası
                      Günümüzdeki anakonda ve boa yılanlarının uzak bir akrabası olduğuna inanılan ve bilim adamları tarafından ''titanoboa'' olarak adlandırılan dev yılan zehirli değildi. Yılan avlarını 281 kg/m2'lik bir basınçla sıkarak öldürüyordu.

                      Bu basınç 22 bin tonluk bir ağırlığın örneğin New York'daki çelik Brooklyn Köprüsü'nün altında ezilmeye eş değer.
                      Yılan fosilleri, Kolombiya'nın kuzeyinde bulunan Cerrejon kömür madeninde yapılan kazılar sırasında bulundu.
                      Bilim adamları 2002 yılında bu bölgede dünyanın en eski tropik yağmur ormanlarından birinin kalıntılarının bulunduğunu keşfetmişti.
                      Kazılarda bitki ve yaprak fosillerinin yanı sıra dev sürüngen fosilleri de gün ışığına çıkartıldı.
                      Florida Üniversitesi'nde omurgalı canlıların evrimi üzerine uzmanlaşan Dr Jonatan Bloch ''Bulduğumuz şey devasa sürüngenlerin kayıp dünyasıydı- mutfak masası büyüklüğünde kaplumbağa fosilleri ve dünyanın en büyük timsah fosilleri.''

                      Kazılarda devasa bir yılanın omurgasına da ulaşıldı.
                      Dr Bloch'a göre ''Dinazorların soyunun tükenmesinin ardından, bu yılan yani titanoboa en az 10 milyon yıl boyunca yeryüzünün en büyük yırtıcısıydı.''

                      Kafatası Arayışı
                      Yeni keşfedilen yılanın nasıl göründüğünü, nasıl beslendiğini ve günümüz sürüngenleri ile olan akrabalık ilişkisini anlamak için bilim adamlarının omurgadan fazlasına ihtiyaçları vardı.
                      Bu nedenle yılanın kafatasının bulunması için aramalar başlatıldı.
                      Geçen yıl kayıp kafatasını bulabilmek için bir araştırma gezisi düzenlendi.
                      Araştırma ekibindeki bilim adamları amaçlarına ulaşabilecekleri konusunda çok da ümitli değillerdi.

                      Yılan kafatasları çok kırılgan olduğu için tarih öncesi yılanların kafatası fosillerine çok nadir rastlanıyor.
                      Ancak araştırma ekibi şaşırtıcı bir şekilde devasa yılan türüne ait tam üç kafatası fosili buldu.
                      Bu keşif sayesinde tarih öncesi sürüngenin özellikleri detaylı olarak öğrenilmiş oldu.

                      Bilim adamları bu yeni keşif sayesinde iklimlerin tarihi ile ilgili de bir çok yeni bilgi edinecek ve küresel ısınmanın gelecekte canlılar üzerinde nasıl etkileri olabileceği ile ilgili fikir sahibi olacak.
                      Yılanlar kendi vücut ısılarını düzenleyemiyor ve hayatta kalmak için kendilerini tamamen içinde yaşadıkları iklime adapte ediyor.
                      Dr Bloch '' Titanoboa'nın bu kadar devasa olmasını 60 milyon yıl önce dinozorların soyunun tükenmesinin ardından ekvatorda hava sıcaklığının şu ankinden çok daha yüksek olmasına bağlıyoruz'' diyor.
                      Sürüngenlerin sıcak iklimlerde devasa boyutlara ulaşabiliyor olmaları küresel ısınmanın calılar üzerinde yaratacağı olası etkilerin anlaşılması açısından da önemli.

                      Titanoboa dönüyor mu?
                      Titanoboa'nın ortaya çıkmasına neden olan iklim değişimleri milyonlarca yıl içinde gelişmişti.
                      Bilim adamları daha hızlı yaşanacak iklim değişimlerinin ne tür etkileri olabileceği konusunda kesin bilgiye sahip değil.
                      Dr Bloch ''Biyoloji şartlara uyum sağlamakta çok başarılı. Değişen iklimler ve kıtalar evrimin ardındaki itici güç. Ancak çok hızlı gerçekleşen değişimler canlılar üzerinde çok da olumlu yorumlayamayacağımız değişimlere neden olabilir'' diyor.

                      Devasa sürüngenlerin yaşadığı dönemde fosillerin keşfedildiği Cerrejon kömür madeni çevresinde sadece sıcaklıklar çok yüksek değildi. Aynı zamanda atmosferdeki kardondioksit oranı günümüzden %50 daha fazlaydı.
                      Dr Jaramillo ''Cerrejon'da bulunan fosillerden öğrendiğimiz en önemli şeylerden biri de tropik bitkilerin ve genel olarak bu bölgelerdeki eko-sistemlerin yüksek sıcaklıklar ve yüksek karbondioksit seviyelerine uyum sağlamakta oldukça başarılı oldukları. Bu küresel ısınmanın gelecekte doğurabileceği endişe verici sonuçlardan bir tanesi'' diyor.
                      Dr Jaramillo bugün tropik iklimde yaşayan bitki ve hayvanların genetik olarak küresel ısınma ve yüksek karbon dioksit seviyeleri ile baş edecek yeteneğe sahip olabileceğine inanıyor.

                      Peki bu Titanoboa gibi devasa yılanların geri dönebileceği anlamına mı geliyor?

                      Dr Jaramillo'ya göre bu mümkün ''Sıcaklıklar yükselmeye devam ettikçe dev sürüngenlerin geri dönme olasılığı da artıyor.''
                      Ancak Dr Jaramillo bu değişimin kısa zamanda gerçekleşmesinin mümkün olmadığının da altını çiziyor:

                      ''Yeni bir türün evrimleşmesi için çok uzun zaman gerekir. Bu bir milyon yıl sürebilir, ancak bir gün belki Titanoboa yeryüzüne dönebilir.''

                      Yorum yap

                      • #86

                        40 bin yaşındaki yavru fil

                        Rusya'da bulunan 40 bin yıllık yavru fil cesedi görenleri hayrete düşürüyor


                        Rusya'da 2007 yılında bulunan yavru fil ceseti bilim dünyasını heyecanlandırmıştı. Bir geyik avcısının Rusya'nın buzlarla kaplı bölgesi Yamal Peninsula'da bulduğu yavru fil, Hong Kong'da sergilenmeye başladı.
                        40 bin yaşındaki dişi yavru file bilim insanları Lyuba ismini takmıştı. Lyuba, öldüğünde sadece bir aylıkmış.

                        Yorum yap

                        • #87

                          En büyük tüylü hayvan!

                          Arkeologlar, Çin’in kuzeydoğusunda bugüne kadar keşfedilen en büyük tüylü dinozor fosillerine ulaştı.

                          Civcivlerinkine benzeyen ince tüylere sahip olduğu belirtilen fosillerin, nesli tükenmiş ve yaşayan canlılar arasında en büyük tüylü hayvanlara işaret ettiği belirtildi.

                          Arkeologlar, geçmişte Çin’in Liaoning eyaletinde tüylere sahip olduğu bilinen dinozor türlerine ulaşmıştı. Ancak en son ortaya çıkarılan ve tamamı korunmuş üç fosilin, bugüne dek bulunan en büyük tüylü dinozorlara ait olduğu ifade edildi.
                          125 milyon yıl öncesine ait olan fosillerden en büyüğü, yaklaşık 10 metre uzunluğunda. Bilim insanları, canlıyken bir buçuk ton ağırlığında olduğunu tahmin ettikleri dinozorun, bugüne kadar keşfedilen en büyük tüylü dinozor olduğu kabul edilen Beipiaosaurus’un yaklaşık 40 katı olduğunu ifade etti. Büyük dinozorun yanındaki diğer iki yavru dinozorun her birinin ise yarım ton ağırlığında olduğu tahmin ediliyor.
                          Gün ışığına çıkarılan fosillerin, yaşamış en yırtıcı dinozor Tyrannosaurus rex’in akrabası olduğu elde edilen bir diğer bulgu. Dinozorların yok olmasına yakın bir dönemde, 60 milyon yıl önce yaşamış olan T. Rex, ataları olabilecek türlere kıyasla tüylere sahip değildi.

                          ‘TÜYLERİN EVRİMİ’
                          Nature dergisinde dün yayımlanan araştırmada yer alan Çinli ve Kanadalı paleontologlar, yaptıkları keşfin, “Eski çağlarda dev tüylü dinozorların yaşadığının kanıtı olduğunu ve tüylü dinozorların evirimine yeni bir ışık tuttuğunu” belirtti.
                          Hangi türe ait olduğu tespit edilemeyen dinozorlara Latince ve Çincenin karışımı olan “güzel tüylü tiran” anlamındaki Yutyrannus huali adı verildi.
                          Pekin’deki Omurgalı Paleontoloji ve Paleontropoloji Ensititüsü’nden Xing Xu, “tüylerin sanıldığıın aksine çok daha fazla dinozorda bulunduğunu tahmin ettiklerini, özellikle etobur dinozorların ilk var oldukları dönemde tüylü olduklarını” ifade etti.
                          Araştırma ekibinin başındaki Xing, fosillerde buldukları tüylerin olgun kuşlardaki tüylere kıyasla civcivlerin sahip olduğu ince tüylere benzerlik gösterdiğini belirtti. Xing, bu kadar az gelişmiş tüylerin uçmaya kesinlikle imkan vermediğini belirtirken, dinozorların tüylerini başlıca yalıtım için kullandıklarını düşünüyor.

                          İKLİM DAHA SOĞUKTU
                          Amerikan Ulusal Tarih Müzesi’nden paleontolog Mark Norell, keşfin çok önemli olduğunu çünkü geçmişte dinozorların sadece yavruyken tüylere sahip olduklarını, yetişkinlikte tüylerini döktükleri inancının ortadan kalktığını” söyledi.
                          Araştırmada yer alan Kanadalı bilim insanı Corwin Sullivan ise ince tüylerin yalıtım amaçlı kullanılmasının yeni bir şey olmadığını belirtti. Sullivan, “Genelde büyük vücuda sahip hayvanlar ısıyı daha rahat koruyabilirler ve aşırı ısınma sorunu yaşarlar... Bu yüzden Yutyrannus biraz şaşırtıcı” dedi.
                          Araştırmacılar, buradan yola çıkarak, T.Rex’in dehşet saçtığı Kretase döneminden çok eski zamanlarda yaşamış olan Yutyrannus’un, daha soğuk bir iklimde var olduğunu tahmin ediyor. Öte yandan, bugün sıcak bölgelerde zürafa ve Afrika antilopu gibi tüylü hayvanların yaşayabildiği ele alındığında, Yutyrannus’un sıcak bir iklimde yaşamış olabileceği de düşünülebilir.
                          Tüylerin dinozorda nasıl bir fonksiyon gördüğünün anlaşılabilmesi için, tüylerin vücudun ne kadarını kapladığı ve ne yoğunlukta olduğunun tespit edilmesi gerekecek. Çin ve Moğolistan’ın Gobi Çölü’nde bulunan fosiller üzerinde araştırmalar yapan Norell, “En son bulgular, tüylü dinozorlara bakışımızın son 15 yıl içinde nasıl değiştiğini en iyi şekilde gösteriyor” dedi.

                          Yorum yap

                          • #88

                            35 metrelik dinozor fosili bulundu

                            Çin'in kuzeybatısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesinde 35 metre uzunluğunda dinozor fosili bulundu
                            Ulusal basındaki haberlere göre, 35 metre uzunluğundaki otçul dinozor fosilinin 30 ton ağırlığında olduğu kaydedildi. Çin Paleontoloji Araştırma Topluluğu Genel Müdür Yardımcısı Sun Gı, fosilin ortalama 165 milyon yıl öncesine ait bir tabakada bulunduğunu belirtti.
                            Sun, Paleontologların halen kazıya devam ettiğini ve dinozorun tüm iskeletini bulmayı ümit ettiklerini ifade etti. Yeni keşfedilen otçul sauropod türü dinozor fosilinin yanında karnozor türü (etçil bir tür) dinozor türünün de diş fosilinin bulunduğu kaydedildi.

                            Şınyang Normanl Üniversitesi, Cilin Üniversitesi ve Sincab Jeolojik Araştırmalar Enstitüsü’nün uzmanları Şanşan bölgesinde yaptıkları çalışmalara geçen ekim ayında başlamıştı. Bölgede ilk olarak 2008 yılında Çin ve Alman bilimadamları kümelenmiş şekilde dinozor ayakizi keşfetmişti.
                            Ekip bölgedeki çalışmaları sırasında son bulunan dev dinozor fosilinin yanı sıra 20 tane daha fosil alanı ve 100 tane tatlısu kaplumbağası fosili buldu.

                            Yorum yap

                            • #89

                              Tarım bilmecesine yanıt bulundu!

                              İskandinavyalı bilim insanları, tarımın Avrupa’da avcı-toplayıcı toplumların benimsemesiyle değil, tarım toplumlarının kuzeye doğru göç etmesiyle yayıldığını öne sürdü.
                              İlk çağlardan kalma dört insan iskeletinden elde edilen DNA verilerini, yaşayan insanlardan alınan genetik örneklerle kıyaslayan İskandinavyalı uzmanlar, tarımın Avrupa kıtasında yayılmasının sebebinin çiftçilerin topraklarını kuzeye doğru genişletmeleri olduğu sonucuna vardı.

                              Geçmişte, tarım toplumlarıyla etkileşime giren avcı-toplayıcı grupların tarımsal uygulamaları benimsediğine inanılıyordu.

                              Günümüz İsveç topraklarında 5 bin yıl önce yaşayan üç Neolitik avcı-toplayıcıyla bir çiftçinin genetik yapılarının, bugünkülere kıyasla çok farklı olduğu belirtildi. Uppsala Üniversitesi nüfus genetiği uzmanı Matthias Jakobsson, bu bulgu sayesinde, arkeologların Avrupa kültürünün kökenleri konusunda yıllardır sürdürdüğü tartışmanın sona erebileceğini ifade etti.

                              AVCI-TOPLAYICILAR KUZEYDE, ÇİFTÇİLER GÜNEYDE
                              Los Angeles Times'ın Science dergisinden aktardığı araştırmaya göre, Gotland adasında yaşamış olan avcı-toplayıcıların genetik yapıları, bugün Avrupa’nın en kuzeyinde yaşayan insanlarla belirgin bir benzerlik gösteriyor. 400 kilometre uzakta, Gokhem’de bulunan bir kilisedeki mezardan çıkarılan çiftçinin DNA’sı ise bugün Güney Avrupa’da yaşayanlara benziyor.

                              Jakobsson, “Tarımın Ortadoğu’dan Avrupa’ya yani kuzey ve batı yönlerine yayıldığını biliyoruz. Ancak insanlar göç edip tarımı yanlarında mı getirdiler yoksa o bölgelerde yaşayan avcı-toplayıcıların hayat tarzı mı değişti, bunu tespit etmek zordu” diye konuştu.

                              Yorum yap

                              • #90

                                Dinozorlar 'evreni ısıttı'!

                                Araştırmacılara göre, dev dinozorlar çıkardıkları gazla gezegeni ısıtmış olabilir.


                                İngiliz araştırmacılar, Brontosaurus olarak bilinen canlı türleri ve Sauropod dinozorlarının çıkardığı metan gazını ölçtü.

                                İneklerin çıkardığı gazı ölçüt alan araştırmacılar, dinozorların yılda 520 milyon ton gaz ürettiğini tahmin ediyor.
                                Araştırmacılara göre dinozorların çıkardığı gaz, 150 milyon yıl önce havanın ısınmasında da önemli bir etkendi.
                                Liverpool John Moore's Üniversitesi'nden David Wilkinson ve Londra Üniversitesi ile Glasgow Üniversitesi'ndeki öğretim görevlileri araştırma sonuçlarını 'Current Biology' dergisinde yayımladı.
                                Sauropodlar, daha önce Brontosaurus olarak bilinen Apatosauruslar gibi, Mezozoik Çağ'da ot yiyen çok büyük hayvanlardı.
                                Dr Wilkinson, dev dinozorlardan çok içlerindeki mikroskopik organizmalarla ilgilendiklerini söyledi.

                                BBC Doğa'ya konuşan Wilkinson, "Mikropların ekolojisi ve gezegendeki işlevleri benim bilim dünyasındaki kilit ilgi alanlarımdan biridir" dedi.
                                Wilkinson, "Bu çalışmanın dikkat çeken kısmı dinozorlar olsa da, aslında metan gazını çıkaranlar dinozorların içinde yaşayan mikroplar" diye konuştu.
                                'Sera gazı' olarak bilinen metan gazı güneşten kızıl ötesi radyasyonu emip atmosfere hapsediyor, bu da hava sıcaklığının yükselmesini sağlıyor.
                                Önceki araştırmalar, Dünya'nın Mezozoik Çağ'a göre 10C derece daha sıcak olduğunu ortaya koymuştu.

                                Çiftlik hayvanlarının küresel metan seviyelerine katkı yaptığını ortaya çıkaran araştırmacılar, mevcut verileri Sauropodların iklimi nasıl etkilediğini bulmak için kullandı.
                                Araştırmacılar, tüm dinozor nüfusunu değerlendirip biokütlelerini, büyükbaş hayvanların çıkardığı metan gazı ile ilişkilendiren bir ölçüt kullandı.
                                Dr Wilkinson, "İnekler yılda 50-100 milyon ton arası üretiyor. Sauropodlar için tahminimiz yaklaşık 520 milyon ton" dedi.

                                Mevcut metan emisyonu, vahşi hayvanlar, süt ve et üretimi dahil insan faaliyetleri gibi doğal kaynakların birleşimi sonucu yılda yaklaşık 500 milyon tonu buluyor.
                                Karşılaştırmalı verilerin kendisini şaşırttığını belirten Dr Wilkinson, o dönem emtan gazı üretenlerin yalnızca dinozorlar olmadığını vurgulayıp ekledi: "Mezozoik Çağ'da başka metan kaynakları da vardı dolayısıyla o dönemki metan seviyesi şimdiye oranla çok yüksekti."

                                Yorum yap

                                Hazırlanıyor...
                                X