• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Türkiye bir zamanlar böyleydi

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts
  • #16


    TRİPORTÖR:
    Bunlar, adından da anlaşılacağı gibi (three / tri: üç) 3 tekerlekli ve direksiyon yerine gidonla kumanda edilen çok enteresan taşıma araçlarıydı. Ağırlıklı olarak; “Arçelik” marka olan triportörlerin sürücü kabinini önünde tek bir tekerleği vardı. Bu tekerlek gidona bağlıydı. Sürücü kabinin tam ortasına otururdu, yanında da sağlı sollu birer kişinin oturabileceği yer kalırdı. Eni normalden daha dar olduğundan ötürü, tek bir farı ve yine tek bir sileceği bulunurdu. Çalışırken çıkardığı sesler, bir motosikletin sesiyle aynı tınıyı verirdi. Bu araçların arkasındaki kasaları, kimi modellerde açık, kimilerinde tenteyle örtülü, kiminde ise metal örtüyle kapatılmış olurdu. PTT’nin araç kadrosunda, arkası kapalı çok sayıda sarı renkli triportör 1980’lerin ortalarına kadar hizmet verdi. Bunlar daha çok posta ve telgraf taşıma işlerinde kullanılırlardı.

    Yorum yap

    • #17


      LEBLEBİ TOZU:
      Mahalle bakkallarında “leblebi tozu” satılırdı. İşaret parmağı uzunluğunda ve kalınlığındaki şeffaf torbalara doldurulmuş şekerli leblebi tozları, çocuklar tarafından çok sevilen ve genelde yenmek üzere değil de, ağıza tümüyle doldurulduktan sonra karşındakine hızla püskürtülmek için satın alınan bir gıda maddesiydi. Eğer ağızda fazla tutulursa, boğaza fena halde kaçar ve uzun süre öksürtürdü. Boğulmak üzere olan çocuğunu farkeden telâşlı ebeveynler tarafından çocuk güzelce dövülür, leblebi tozunun kalan kısmı derhal çöpe atılırdı.

      Yorum yap

      • #18


        ARKASI YARINLAR:
        Televizyon yayınlarının çok kısıtlı yapılabildiği 70’lerde hafta içi hergün 10.00-10.20 saatleri arasında “Arkası Yarın” adı verilen sürekli radyo piyesleri yayınlanırdı. Dinleyicilerin konuya adapte olabilmeleri için, kapı gıcırtısı, ayak sesi, yağmur, rüzgâr, uğultusu, kuş cıvıltısı, motor çalışma sesi gibi birtakım ses efektleriyle zenginleştirilmiş karşılıklı diyaloglardan oluşan piyesler, Türk ve dünya klasikleri ağırlıklı olurlardı. Bu piyeslerin jenerik açıklamalarında en akılda kalanı ise; “Efekt: Korkmaz Çakar”dı. Adı geçen şahıs, yukarıda anlatılan efektlerden

        Yorum yap

        • #19


          LÜTFEN SAYFAYI ÇEVİRİNİZ:
          Çoğu derginin sağ sayfalarının en altında; işaret parmağı ileriye doğru uzanmış küçük bir el işaretinin yanında, sayfayı çevirmemiz gerektiğini belirten uyarıcı (!) bir yazı olurdu. Yazının devamının nerede olduğunu bilemeyip bocalayabilecek zekâ düzeyindeki okuyucular baz alınarak hazırlanmış olması muhtemeldi. Kimi dergiler işi iyice abartır ve tüm sağ alt sayfalarına -istisnasız- bu uyarı yazısı ile işaret parmağını koyarlardı. Artık okuyucuların herhangi bir yardım görmeksizin sayfa çevirebilme yetenekleri geliştiğinden olsa gerek, günümüzde dergilerde ve gazetelerde bu tür ibareler konulma gereği hissedilmemektedir.

          Yorum yap

          • #20


            AT ARABALARI:
            Bilhassa benzin kıtlığının yaşandığı 1970’lerde at arabaları, zerzevat satıcısından yük taşıyanına kadar hemen her meslek grubunun gözdesi olan ulaşım araçlarındandı. Bunların tahtadan dört adet tekerleği vardı ve bu tekerlekler özellikle parke taşlı yollarda çok fazla ses çıkarırdı. Arabalar genelde tek, bazen de iki at tarafından çekilir ve tüm atların başına siyah deriden at gözlüğü ile arkalarına da gübre torbaları bağlanırdı. Arabayı sürenin oturması için, aracın önünde biraz yükseltilerek deri minderle kaplanmış ve yetmeyerek, üzerine çeşitli kilim parçaları örtülmüş bir sürücü mahalli vardı. Atların arkalarına ne kadar torba bağlanırsa bağlansın, yine de hatırı sayılır bir ölçüde gübreler asfalta dökülerek gün boyu kaybolmayan nahoş kokulara sebep olurdu.

            Yorum yap

            • #21


              BONMARŞELER:
              Fransızca “Bon marché” kelimesinin okunuşu olan bonmarşeler, 60’lı ve 70’li yılların İstanbul’una damgasını vuran çok amaçlı satış mağazalarının ortak adıydı. Çoğunlukla Sirkeci, Sultanhamam, Karaköy, Beyoğlu ve Şişli’de yaygındılar. Bu mağazalar birkaç katlı binanın tümünü kaplarlardı. Her katında farklı ürünler satılırdı. Giyim-kuşam, hediyelik eşya, ev eşyaları gibi. Son yıllarda sadece konfeksiyon ağırlıklı olarak hizmet veren bonmarşeler, yıllar içinde alternatif satış mağazalarının açılmasıyla birlikte gözden düştüler ve 80’li yılların başında birer birer kapandılar.

              Yorum yap

              • #22


                BADEM BIYIK/İNCE BIYIK:
                Erkeklerde, 1960’ların sonunda moda olan ve 70’lerin sonlarına kadar devam eden “ince bıyık” modası vardı. Amerikan sinema oyuncusu “Clark Gable”nin bıyık kesiminin dünyada ve ardından Türkiye’de moda olmasından sonra, bütün erkekler “Klark” bıyığı adı verilen bu kesimi uygulamaya başladılar. Bu akımın temel prensibi; bıyığı olabildiğince ince keserek dudak çizgisinin hemen üzerinde uzunlamasına bir çizgi haline getirmekti. Üst kısımlar ise tamamen kazınırdı. Köyden kente göç eden kırsal kesim ise, ince bıyık yerine “badem bıyık” adı verilen şekilde tıraş ederlerdi bıyıklarını... Bu tarz kesim, çok daha öncelerden beri (19. yy’ın sonların-20. yy’ın başları) uygulanan bir kesim tarzıydı. Bıyıklar bu kez dudağın üstüyle burnun altında kalan kesimde kalacak şekilde tıraş edilir, sağ ve sol taraflar ise tamamen kazınır, bıyığa kare bir görünüm kazandırılırdı. Bu bıyık kesimine halk arasındaki takılan isimlerse; “muhtar bıyığı”, “hacıağa bıyığı” ve “evkaf bıyığı” idi. Seksenlerden itibaren erkek bıyıkları hem enden, hem de boydan salınmaya başlandı.

                Yorum yap

                • #23


                  BURDA MODEL DERGİSİ:
                  Orijinal adı “Burda Moden”di. Alman menşeliydi. O yılların şartlarına göre çok kaliteli parlak renkli ofset baskılı, incecik yaprakları olan bu dergi, kadınlar için biraz da statü sembolü olarak görüldüğünden ötürü, misafir odalarındaki sehpaların görünen kısımlarına serpiştirilirdi. Ayrıca doktorların ve kuaförlerin bekleme salonlarında da Burda’ların eski sayıları atılmayarak sehpaların üzerinde biriktirilirdi. Aylık derginin içinde, içinde bulunulan mevsimin Avrupa modasını vurgulayan manken resimleri ve altlarında da Almanca açıklamalar bulunurdu. Türkler tabii ki çoğunlukla bu açıklamaları anlayamamakla birlikte resimleri detaylı bir şekilde inceleyerek, pratik zekalarının da vermiş olduğu bir kabiliyetle mankenin üzerindeki elbisenin aynını ivedi bir şekilde dikiverirlerdi. Sonradan derginin içine sarı sayfalardan oluşan, bir formalık Türkçe açıklayıcı ekler de konulmaya başladı. Derginin sonlara yakın sayfaları çocuk giyimine yönelikti. En son sayfalarda ise iştah kabartıcı, sanat eseri gibi süslenmiş yemek resimleri ve de altlarında bu yemeklerin nasıl yapılacağı yine Almanca olarak yer alırdı.

                  Yorum yap

                  • #24


                    CEP FOTOROMANLARI:
                    60’lar ve 70’lerde genç kızlar tarafından çok rağbet görülen orta boy bir cebe sığabilecek ebatta olduklarından dolayı; “Cep Fotoromanı” olarak adlandırılan resimli aşk kitapları vardı. Dış kapaklarına ana karakterleri içeren bir sahnenin basıldığı renkli bir fotoğraf, iç sayfalarında ise tamamı siyah-beyaz fotoğraflar bulunurdu. Bu fotoğrafların üzerine Türkçe dizilmiş konuşma çizgileri olurdu. Fotoromanlar çoğunlukla İtalyan ve Fransız artistleri tarafından senaryolaştırılmış konuları içerirdi. Kavga ve dövüş sahneleri içermeyen, pembe aşk hikayeleri üzerine kurgulanmış bu tekdüze fotoromanlar, genellikle Hürriyet ve Tay Yayınları tarafından kitapçılarda satılırdı. Genç kızlar, aralarında bu kitapları değiş-tokuş ederlerdi. O yılların kitaplaştırılmış pembe Brezilya dizileriydiler.

                    Yorum yap

                    • #25


                      MİNİBÜS MUAVİNLERİ:
                      Minibüslerin idarî kadrosu, şoför ve yardımcısı olan “Muavin”lerden ibaretti. Bu şahısların görevi ücret toplamak ve yolculuk boyunca aracın kapısını yarım açıp kapıya asılarak çığırtkanlık yapmaktı. Aracın gideceği hemen tüm durakları bir çırpıda bağırarak sayan ve çoğunlukla yaşları 15-25 arası gençlerden oluşan muavinler, bellerine asılı deri para çantaları taşırlardı. Pratik ve hesapta becerikliydiler. Gözlerinden kaçan yolcu olmazdı. 1985’den sonra muavinler yasaklandı ve her minibüste sadece tek bir şoför olmasına karar verildi.

                      Yorum yap

                      • #26


                        DÖRT KAPTAN KÖŞKLÜ ARABA VAPURLARI:
                        İstanbul Şehirhatları İşletmesi’nin feribot işletmeye başladığı 1872 yılından 1952’ye dek, eldeki eski yolcu vapurları tadil edilerek araba vapuru olarak hizmet verdikten sonra, gerçek anlamda tersane yapımı ilk araba vapurları 1952 yılında Fransa’da yaptırılarak Boğaziçi’nde hizmete girdiler. Dördü de “K” harfiyle başlayan; “Kasımpaşa”, “Kızkulesi”, “Kuruçeşme” ve “Karaköy” adlı feribotlar saatte 10 mil hız yapabiliyorlardı. Bunların en büyük özellikleri ise dört taraflarında da küçük birer kaptan köşkü olmalarındaydı. Vapura her bir köşkten de kumanda edebilmek mümkündü. Yıllarca Sirkeci-Harem-Sirkeci-Kadıköy ve Kabataş-Üsküdar hatlarında hizmet verdikten sonra 90’lı yıllarda kaldırılmaya başlandılar. Aralarında en uzun süre hizmet vereni ise; “Karaköy” araba vapuru olup, o da 1995’de son seferini yaptıktan sonra emekliye ayrıldı.

                        Yorum yap

                        • #27


                          CEMSE:
                          50’lerdeki Amerikan Marshall yardımı çerçevesinde, İkinci dünya Savaşı’nda kullanıldıktan sonra miadı dolan askerî jipler, kamyonlar ve otobüsler Türkiye’ye yollanmıştı. Bunların içinde bir çeşidi vardı ki, bunlar Türkler’in mükemmel fonetik dönüşüm yapabilme kabiliyetlerinin bir ürünü olarak yıllarca “Cemse” olarak anılan “G.M.C.” marka araçlardı. “General Motors Corporation” kelimelerinin baş harflerinin okunuşu; “Ci-Em-Si” olduğundan, halk arasındaki telâffuzu yuvarlatılarak “Cemse”ye çevrildiler. Bundan böyle nerede bir askerî kamyon görülse, ona askerî cemse (ya da sadece cemse) denilmeye başlandı.

                          Yorum yap

                          • #28

                            Bu güzel emek ve paylaşımlarınız için teşekkür ediyorum,biz 50 lilerden bugüne hala(adını bile)yazmak istemediğim ülkelere kölelik ediyoruz,yazıklar olsun...

                            Yorum yap

                            • #29


                              MANDOLİN:
                              60’larda ve 70’lerde ilkokul çocuklarına çalmaları için zorla dayattırılan bu İtalyan çalgısı, nedense çocuklar tarafından pek sevilmezdi. Okullarda öğretici kurslar dahi açılır, bütün kırtasiyelerde, kapağında çalgı çalan bir kız ve bir erkek çocuğu resmi olan mandolin metod kitapları satılırdı. Aylarca süren bir kurs dönemi sonunda müzik kulakları pek de gelişmemiş, ancak ebeveynlerinin baskısına karşı gelememiş bu yeni yetmeler, okulun salonunda bir de konser verirlerdi. Repertuarları da, üç ile beş arasında değişen basit okul şarkılarından teşekkül ederdi. Doğru notayı çıkarması oldukça güç ve beceri isteyen, gerili 4 çift telden oluşan, penayla çalınan mandolinlerin bu üçgen penaları, tremolo (seri vuruş) esnasında hep kırılır, görev sağlam olan köşeye devredilir, her üç tarafı da kırılana kadar kullanılırdı. Kurs sona erdiğinde çocuklar tarafından genellikle arkaları çevrilerek darbuka olarak kullanılan (içleri boş olduğundan, vurulduğunda bayağı da güzel de ses çıkaran) ve normal yüzlerinden çalındığında sazla buzuki arası bir ses veren mandolinlerin ses perdeleri de oldukça geniş sayılırdı. 80’lerde okullarda blok flüt modası başgösterince mandolinler de tamamıyla gözden düştüler.

                              Yorum yap

                              • #30


                                BAGAJI ÜZERİNDE OTOBÜSLER:
                                Şehirlerarası çalışan o dönemin otobüslerinin, şimdiki gibi karoser hizasında derin bagajları yoktu. Taşınacak eşya ve bavullar, otobüslerin üzerinde sabitlenmiş metal iskeletli yüklüklere konularak sıkıca bağlanırlardı. Bu yüklüklere otobüs muavinleri, aracın dışında, en arkasındaki dar, metal tırmanma merdiveni vasıtasıyla çıkarak bavulları olabilen en ekonomik şekillerde uzun uzadıya istif ederlerdi. Yolculuk arasında inecek olan yolcuların eşyalarının otobüsün üzerinden alınması epey zaman kaybettirirdi.

                                Yorum yap

                                Hazırlanıyor...
                                X